Maddi Mesûliyetlerimiz Nelerdir?
Zekât hakları itibarıyla fakirler, bir bakıma zenginlerin sermayelerine kırkta bir ortak durumundadırlar. Bu sebepledir ki her zengin her hicrî senede mutlaka sayım ve hesabını düzgün bir şekilde yaparak, fukarânın hakkını malından çıkarmalıdır. Zekâtı vermeyenler; Allah katında, ortağının malını gasp eden hırsızlar durumundadır.
Cenâb-ı Hak; kullarının rızkını verirken eşitlik gözetmemiş, kimisine çok, kimisine az vermiştir. İkisi de imtihandır. Zaten kimsenin hiçbir şekilde hiçbir hakkı da mevcut olmadığı için eşitlik diye bir şey mevzubahis değildir.
Kur’ân-ı Kerim’de Cenâb-ı Hak, az mal verdiği peygamberinin de çok servet verdiği peygamberinin de ahvâlini bize misal vermektedir.
O NE GÜZEL KULDUR!
Bol nimet verdiği Hazret-i Süleyman’ın Allah yolunda malı, bir emânet olarak ne kadar güzel kullandığını, nasıl şükredici bir kul olduğunu beyân ederek, onun hakkında;
نِعْمَ الْعَبْدُ
“O ne güzel kuldur!” buyurmaktadır. (Bkz. Sâd, 30-40)
Diğer taraftan rızık darlığı ve çeşitli iptilâlarla imtihan ettiği, sabır kahramanı Hazret-i Eyyûb için de;
نِعْمَ الْعَبْدُ
“O ne güzel kuldur!” buyurmaktadır. (Bkz. Sâd, 41-44)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de; varlıkta da yoklukta da infâk edişiyle, sabrıyla, şükrüyle, her hâliyle bize en güzel misal, üsve-i hasene olmuştur.
Çünkü mülkün gerçek sahibi O’dur. Kulların elinde mal, geçici bir emânettir. Rızkı geniş olanın mes’ûliyeti vardır. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Onların mallarında, (ihtiyacını arz edebilen) sâile ve (hâlini arz edemeyen) mahruma bir hak vardır.” (ez-Zâriyât, 19)
ZEKÂT HAKLARI NELERDİR?
Yani, zekât hakları itibarıyla fakirler, bir bakıma zenginlerin sermayelerine kırkta bir ortak durumundadırlar. Madencilik, ziraat ve hayvancılıkta farklı nisbetler vardır. Mal sahibi herkes, servetiyle alâkalı zekât ahkâmını mutlaka güzelce öğrenmeli, her hicrî senede mutlaka sayım ve hesabını düzgün bir şekilde yaparak, fukarânın hakkını malından çıkarmalıdır.
Zekâtı vermeyenler; Allah katında, ortağının malını gasp eden hırsızlar durumundadır.
Kaldı ki;
Zekât, varlık sahiplerinin mes’ûliyetlerinin asgarî seviyesidir. Cenâb-ı Hak; Kur’ân-ı Kerim’de zekâttan çok daha fazla bir şekilde, infâkı emreder. İnfâk için zekâtta olduğu gibi asgarî hudutlar, şartlar yoktur. Ucu açıktır. İnfak; Cenâb-ı Hakk’a giden bir yol, bir sırât-ı müstakîmdir. Bu yolun da rehberi Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’dir. Fahr-i Kâinât Efendimiz son nefesine kadar, Allâh’ın dînini hem ibâdet ü tâatlerle ve muâmelâtla yaşamış, hem de tebliğ ve emr-i bi’l-mâruf hizmetleriyle yaşatmıştır. Efendimiz; infâk ile dolu bir hayatın en âşikâr, en güzîde misâlidir.
İNFÂK VE ZEKÂT
Zekât varlıktan verilir. İnfâk ise hem varlıkta hem yoklukta verilir!..
Öyle ki;
İnfâk âyetleri nâzil olduğunda, Suffe’de yani Mescid-i Nebevî’nin çardağında yatıp kalkan, gidecek evi bile olmayan fakir sahâbîler, bu âyetlerin şümûlüne girebilmek, Rabbimiz’in methettiği infak sahiplerinden olabilmek aşk ve iştiyâkıyla dağlara gittiler, odun vb. şeyler topladılar, sattılar, parasını Allah Rasûlü’ne getirerek infâk edenlerden oldular.
Cenâb-ı Hak esmâ-i hüsnâsından «el-Vedûd» sıfatı ile her şeye muhabbet tevzî etmiştir. Bunun meşrûsu vardır, gayr-i meşrûsu vardır. Evlât, hanım ve mal gibi meşrû muhabbetler bile, ancak Allah ve Rasûlü’ne muhabbete basamak olabilirse kıymet ifade eder. Çünkü bu sevgiler eğer Allah ve Rasûlü’nün muhabbetine merhale olamazsa, ancak son nefese kadar devam eder, mahşer yerinde;
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ
“Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!” (Yâsîn, 59) denildiği âna kadar devam eder. Çünkü esas ebedî yolculuk Allah ve Rasûlü’ne muhabbet iledir. Fânî sevgiler asgarî seviyede tutulmalı, o sonsuz aşka o ebediyet yolculuğuna merhale ve basamak olmalıdır.
Unutmamalıdır ki, bu dünyada istifade edilen her nimetin mes’ûliyeti ve hesabı vardır. Âyet-i kerîmede buyurulur:
“Sonra o gün (kıyâmet günü), nimetlerden mutlaka hesaba çekileceksiniz?” (et-Tekâsür, 8)
Elmalılı Muhammed Hamdi Efendi, bu âyet-i kerîmenin tefsirinde şu ibretli kıssaya yer verir:
Bu âyet-i kerîme nâzil olduğunda hiçbir şeyi olmayan muhtaç bir sahâbî ayağa kalkarak;
“‒(Yâ Rasûlâllah!) Benim üzerimde (hesabı verilecek) nimetlerden bir şey var mı?” diye sordu.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ise hulâsaten;
“–Gölge, iki nalin ve soğuk su.” cevabını verdi. (Bkz. Süyûtî, VIII, 619)
Hakikaten Cenâb-ı Hak; yeryüzüne ağaçlar ve evler yapabileceğimiz malzemeler lutfetmeseydi, çöller gibi dümdüz bir boşluk hâlinde yaratsaydı, o güneşin altında hâlimiz nice olurdu?
Sâir mahlûkat; dikenlere, taşlara, haşerata, sıcak-soğuk, kirli-tozlu, ıslak-kuru yerlere basarak yürümek mecburiyetinde. Onlar için ayakkabı imkânı yok. Fakat insan Cenâb-ı Hakk’ın lutfettiği çeşit çeşit nimetleri, Cenâb-ı Hakk’ın verdiği akıl ve kabiliyet ile işleyerek; ayakkabılar, çizmeler, sıcaktan ve soğuktan koruyan çeşit çeşit kıyafetler îmâl ediyor.
Yine su, gökyüzünde tuzlarından arınıp rafine olup dönen ne büyük bir nimet!..
Sadece bu üç nimeti düşünüp, hesabını verebilir miyiz, bir düşünmeli!..
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Ağustos Sayı: 150
YORUMLAR