Maden ve Definelerin Zekâtı
Madenlerin zekâtı ne kadardır? Maden ve definelerin zekâtı nasıl hesaplanır?
Allah Teâlâ’nın yeryüzünü yaratırken yerin altında yarattığı bazı ekonomik değerlere “maden”, insan eliyle gömülmüş şeylere ise “define” denir. Hanefîlere göre, “rikâz” maden ve defineleri kapsamına alan bir terimdir. Madenler genellikle ateşte eriyip kalıba dökülebilen maddelerdir. Hanbelîlere göre ise, katı ve sıvı bütün maden türleri bu çeşide girer.[1]
MADEN VE DEFİNELERİN ZEKÂTI
Madenler üç türlüdür:
1) Katı olup eritilebilen ve kalıba dökülebilen madenler: Altın, gümüş, bakır, demir, kurşun, kalay, tunç madenleri bu niteliktedir. Civa da buna ilave edilmiştir. Bunların zekâtı nisap miktarına ulaşınca beşte birdir.
2) Eritilmeye elverişli olmayan katı madenler: Bunlar ateşte erimeyen ve şekil almayan, mermer, kireç, alçı taşı, elmas, yakut, fruze, tuz gibi madenlerdir. Bu gibi madenlerden üretici zekâtı alınmaz. Bunların tamamı sahibine, sahibi yoksa bulana aittir.
3) Sıvı olup katılaşmayan madenler: Cıva, petrol gibi katı olmayan maddelerdir. Bunlardan da üretici zekâtı gerekmez. Bunlar tam olarak arazi sahibine aittir. Üretimden sonra ticaret malı olarak zekâta tabi olurlar.
Bu duruma göre, beşte bir zekât verilmesi yalnız ateşte eriyip kalıba dökülebilen maden türü olan birinci çeşit için gereklidir.
Bu çeşit madenler ister öşür, ister haraç topraklarında bulunsun beşte bir zekât alınır ve ganimetlerin harcanacağı yere sarfedilir. Bunun delili Kitap, sünnet ve kıyastır.
Kur’an-ı Kerim’de şöyle buyurulur: “Biliniz ki, ganimet olarak elde ettiğiniz malların beşte biri, Allah’ın, Peygamber’in ve yakınlarının, yetimlerin, düşkünlerin ve yolcularındır. Allah her şeye kadirdir.” [2] Hanefîlere göre madenler ganimet hükmündedir. Çünkü bunlar daha önce ehl-i küfrün elinde bulunan topraklardan çıkarılmaktadır. Ancak müslümanlar bu toprakları daha sonra savaşarak elde etmişlerdir.
Sünnetten delil, Hz. Peygamber’in şu hadisidir: “Rikâzda humus (beşte bir nispetinde vergi) vardır.” [3]
Hz. Ömer’in Medine dışında bulunan 1000 dinar altın paranın 200 dinarını devlet adına beytülmâle aldığı, Hz. Ali’nin de madenleri “rikâz” diye isimlendirip, çıkarılan madenlerden ve eski devirlere ait buluntu paralardan beşte bir oranında vergi aldığı nakledilmiştir.[4]
Diğer yandan madenler, İslâm’dan önceki döneme ait olan definelere kıyas edilmiştir. Bir topraktan çıkarılan, bu toprak müslümanların eline geçmeden önceki döneme ait olan define, ganimet hükmünde olup, bundan beşte bir zekât alınır. Buna kıyasla aynı hükümde sayılan madenlerden de beşte bir alınması gerekir.[5]
İmam Şâfiî, Mâlik ve Ahmed İbn Hanbel’e göre rikâz, eski devirlerde yer altına gömülüp gizlenen değerli eşya, hazine ve definedir. Madenler rikâz kapsamı dışında kalır. Hatta İmam Şâfiî rikâzı sadece câhiliye devrinde gömülmüş olan altın ve gümüşe hasreder ve bunlardan alınacak beşte bir verginin zekât verilecek kimselere sarfedileceğini söyler. Ebû Hanîfe’ye, bir görüşe göre Mâlik’e ve Ahmed İbn Hanbel’e göre ise beşte bir geliri fey’ hükümlerine tâbi olup zekât dışında, kamu hizmetlerine harcanır.[6]
Hanefîlere göre madenlerin zekâtı beşte bir iken, diğer üç mezhebe göre kırkta birdir. Bu görüş ayrılığı, üç mezhebin madenleri rikâz kapsamı dışında kabul etmesinden kaynaklanmıştır.
Hanefîlere göre, bulunan madenlerle definelerden beşte bir zekât verildikten sonra artan kısım eğer maden ve defineler birinin mülkünde bulunmuşsa, mülk sahibine aittir. Eğer hiç bir kimsenin mülkiyeti altında değilse, artan kısım bulana aittir.
Bu duruma göre, devletin mülkiyeti altında bulunan mîrî arazilerde bulunacak madenlerin tam olarak devlete ait olması gerekir.
Ebû Hanîfe’den başka bir rivayete göre, öşür ve harac arazisi gibi sahipli mülklerde bulunan madenler mâliklerine aittir, bunlardan beşte bir alınmaz.
Defineler de üçe ayrılır:
1) Sahipsiz topraklarda veya sahibi bilinmeyen topraklarda bulunmuş ise beşte bir vergi alınır, kalan beşte dördü bulana ait olur. Mülk arazide bulunmuş ise Hanefîlere göre beşte dördü mülk sahibine veya mirasçılarına verilir. Böyle bir defineyi gayri Müslim veya çocuk da bulsa hüküm değişmez.
2) Bulunan altın gümüş veya değerli eşyanın İslâmî döneme ait olduğunu gösteren mühür, yazı, tuğra gibi bir alâmet taşıması durumunda “lukata (buluntu mal)” hükümleri uygulanır. Bu şekilde bulunan eşya bir yıl süreyle -usûlüne göre- ilân edilir. Bunları bulanlar yoksulsa kendisine, zenginse başka yoksullara sarfederler veya İslâm devletinin yetkili temsilcisine teslim ederler.
3) Hangi devre ait olduğu şüpheli bulunan defineler: Üzerinde ne İslâmî devre, ne de İslâm’dan önceki devre ait olduğunu gösteren bir alâmet bulunmayan gömülmüş define bir görüşe göre İslâm öncesi devre, başka bir görüşe göre İslâmî devre ait kabul edilerek işlem yapılır.
4) Bu çeşit bulunan eşyanın vergilendirilmesi için çoğunluk fakihlere göre nisap aranmaz. Yalnız İmam Şâfiî nisap şartını ileri sürmüştür.
5) Fakihler rikâzın beşte bir vergiye tâbi olabilmesi için, bulunduktan sonra üzerinden bir yıl geçmesinin şart olmadığında görüş birliği içindedir.
Bir evde bulunan define ev sahibine ait olur. Ebû Hanîfe’ye göre bundan beşte bir zekât vermek gerekmez. Çünkü bu, toprak altında bir araya getirilmiş toprak parçaları gibidir. Ebû Yûsuf ve İmam Muhammed’e göre ise böyle bir defineden beşte bir zekât vermek gerekir. Çünkü, “Rikâzdan beşte bir zekât vermek gerekir” hadisi mutlaktır. Evde veya ev dışında bulunan defineler arasında bir ayırım yapılmamıştır.
Denizlerden çıkarılan inci, amber, sikkeli paralar ve balıklardan Ebû Hanîfe ile İmam Muhammed’e göre zekât olarak bir şey gerekmez. Ebû Yûsuf’a göre ise denizden çıkarılan nakit altın ve gümüşten, inci ile anberden beşte bir oranında pay alınır.[7] Delil Hz. Ömer’in uygulamasıdır. Zekât memuru olan Ya’lâ İbn Ümeyye deniz kenarında bulunan anber için Hz. Ömer’den yazılı görüş ister. Ömer (r.a) sahâbe ile istişare ederek şu cevabı verir: “Şüphesiz anber, Allah’ın nimetlerinden biridir. Anberde ve onun gibi denizden çıkarılan değerli şeylerde beşte bir nispetinde vergi borcu vardır.” [8] Diğer yandan Ömer İbn Abdilazîz’in, Umman zekât memuruna, denizden çıkarılacak balıkların değeri gümüş nisabına ulaşınca, onlardan zekât tahsil etmesini emrettiği nakledilir.[9] Buna göre ticaret amacıyla balık tutan veya balık ticareti yapan kimse, zengin durumda olunca, balıkların değeri üzerinden %2.5 zekâta tâbi olur.
Madenler konusunda şu noktaya da açıklık getirmek uygun olur. Günümüzde, ekonomik hayatta büyük bir önem kazanan, petrolün, veya ateşte erimeyen elmas, firuze, mermer gibi madenlerin zekât dışı kalmış olması dikkati çekebilir Temelde ticari ve ekonomik değeri olan şeylerin kullananın veya tüketicinin eline ulaşıncaya kadar zekât dışı kalması söz konusu olmaz. Petrol üreticisi, elmas veya yakut madencisi sadece beşte bir olan işletme ve üretim vergisinden muaf tutulmuştur. Ürettiği petrolü veya çıkardığı madenleri ham veya işlenmiş olarak piyasaya sürünce bunlar ticaret malı sayılır ve nisap miktarını aştığı zaman, diğer şartlar da bulununca kırkta bir zekâta tabi olur. Depolanıp satışı gecikirse her yıl için kırkta bir zekât borcu yenilenir. Buna göre, bunun işletmeciye veya üreticiye bir defaya mahsus olarak tanınan bir muafiyet olduğu söylenebilir.
İmam Şâfi’ye göre altın ve gümüşten başka madenlerden zekât vermek gerekmez. Altın ve gümüşte kırkta bir zekât verilir. Çünkü altın ve gümüşün zekâtı ile ilgili hadisler umum ifade eder. Ayrıca madenin zekâtında bir yıl geçme şartı yoktur. Çünkü bir yıl geçme şartı, mallarda büyümenin gerçekleşmesi için konulmuştur.[10]
Dipnotlar:
[1] İbnü’l-Hümâm, age, I, 537-543; Kâsânî, age, II, 65 vd; İbn Kudâme, Muğnî, III, 17 vd. [2] Enfâl, 8/41. [3] Buhârî, Müsâkât, 3, Zekât, 66; Ebû Dâvud, Lukata, İmâre, 40; Diyât, 27; Müslim, Hudûd, 45, 46; Tirmizî, Ahkâm, 37; İbn Mâce, Lukata, 4; Mâlik Muvatta’, Zekât, 9, Ukul, 12; A. b. Hanbel, I, 314, II, 180, 186, 203, III, 128, 335, 336; Ebû Ubeyd, Emvâl, nr. 856-860. [4] Ebû Ubeyd, age, nr. 871, 874, 875. [5] Zühaylî, age, II, 776. [6] İbn Rüşd, age, I, 250; Zühaylî, age, II, 778. [7] Kâsânî, age, II, 65 vd; İbnü’l-Hümâm, age, I, 537 vd; İbn Âbidîn, age, II, 59 vd; Zühaylî, age, II, 775 vd; Bilmen, age, s. 353, 354. [8] Ebû Yûsuf, Harâc, s. 76. [9] Ebû Ubeyd, Emvâl, nr. 888. [10] Şirâzî, Mühezzeb, I, 162; Şirbinî, Muğnî’l-Muhtâc, I, 394 vd.
Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle İslam İlmihali, Erkam Yayınları