“Mağfiret İsteyin, Mağfiret Edeyim” Hadisi

Peygamber (s.a.s.) Efendimiz “Mağfiret isteyin, mağfiret edeyim” hadis-i şerifinde Rabbi’nden şöyle rivâyet eder…

Rasûl-i Ekrem sallâllâhu aleyhi ve sellem Rabbi’nden şöyle rivâyet etmişlerdir:

“Ey kullarım! Ben zulmü kendime haram kıldım, sizin aranızda da zulmü haram kıldım. Birbirinize zulmetmeyin.

Ey kullarım! Benim hidâyete ulaştırdığım kimse müstesnâ, hepiniz dalâlettesiniz. Benden hidâyet isteyin, sizi hidâyete erdireyim.

Ey kullarım! Benim doyurduğum kimse müstesnâ, hepiniz açsınız. Benden sizi doyurmamı isteyin, sizi doyurayım.

Ey kullarım! Benim giydirdiğim kimse müstesnâ, hepiniz çıplaksınız. Benden sizi giydirmeyi isteyin, giydireyim.

Ey kullarım! Siz gece gündüz hatâ işliyorsunuz ben ise bütün günahları mağfiret ediyorum. Siz mağfiret isteyin. Ben de sizi mağfiret edeyim.

Kullarım! Sizin faydanız bana ulaşamaz ki, bana bir fayda verebilesiniz. Sizin zararınız bana ulaşamaz ki, bana bir zarar verebilesiniz.

Ey kullarım! Sizin evvelkileriniz ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz, en müttakî bir kimsenin kalbi üzerine olsanız, bu benim mülkümü zerre kadar artırmaz. Yine sizin evvelkileriniz ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz en günahkâr bir adamın kalbi üzere olsanız bu da benim mülkümden bir zerre eksiltmez.

Kullarım! Sizin evvelkileriniz ve sonrakileriniz, insanlarınız ve cinleriniz bir yerde toplansalar da benden isteseler, ben herkese istediğini veririm de bu benim mülkümden hiç bir şey eksiltmez; ancak bir iğne denize daldırıldığı zaman ne eksiltirse o kadar eksiltir.

Kullarım! İşte şunlar sizin amellerinizdir. Ben bunları sizin için muhafaza ediyorum. Sonra bunları olduğu gibi size geri vereceğim. Kim iyi bir şey bulursa Allâh’a hamd etsin. Kim başka bir şey bulursa kendinden başkasına kızmasın.”

Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurmuşlardır:

“Allah bana sizin mütevâzı kimseler olmanız gerektiğini vahyetti. Kimse kimseye karşı böbürlenmesin, kimse kimseye karşı haddini aşmasın.”

Yine Peygamber Efendimiz sallâllâhu aleyhi ve sellem şöyle buyurdular:

“Rüyamda Rabbimi gördüm. Rabbim bana ‘Ey Muhammed’ dedi, ben de ‘buyur Rabbim’ dedim, şöyle buyurdu: Namaz kıldığın zaman şöyle de: “Ey Rabbim! Senden iyi amellerde beni başarılı kılmanı, kötülükleri terk etmeye muvaffak etmeni, miskinleri sevdirmeni istiyorum. Kulların için bir fitne murat ettiğin zaman beni koru ve fitneye düşürme.”

Cenâb-ı Hak bir hadîs-i kudsîde şöyle buyurmuştur:

“Ey Âdemoğlu! Bana doğru kalk, ben sana yürüyeyim. Bana doğru yürü, ben sana koşayım. Ey Âdemoğlu! Sen gündüzün başında ve sonunda beni bir saat zikret, bu ikisi arasında ben sana yeterim. Ey Âdemoğlu! Gündüzün başında dört rekât namazdan âciz olma ki, günün sonuna kadar seni koruyayım.”

Allah Teâlâ Âdem aleyhisselâm’a vahyetmiştir ki: “Dört haslet vardır ki bunlar senin ve neslin için bütün iyiliklerin tümüdür. Bunların biri bana âit, biri sana âit, biri benimle senin aranda, biri de benimle kullarım arasındadır. Bana âit olan, kulluğu yalnızca bana yapıp hiçbir şeyi ortak koşmamandır. Sana âit olan amelindir; sana onun karşılığını vereceğim. Seninle aramızda olan, senin duâ etmen, benim de icâbet etmemdir. Benimle kullarım arasında olan onlardan nasıl bir arkadaşlık bekliyorsan onlara o şekilde arkadaşlık etmendir.”

İbrahim aleyhisselâm’ın suhufunda şunlar yazılı idi: “Akıllı kimse diline sahip olur, zamanını bilir, işini ona göre yapar. Yine akıllı kimsenin dört saati vardır, yani zamanını dörde ayırır: Birinde Rabbine münâcaat eder, yalvarır; birinde kendisini hesaba çeker, birinde kardeşleriyle oturup sohbet eder, onlara kusurlarını gösterir; birinde de kendi kendisiyle kalır yani mubah ihtiyaçlarını karşılar.”

Tevrat’ta şunlar yazılı idi:

“Ey Âdemoğlu! Huzurumda namaz kılmaktan âciz olma, ben öyle Allâh’ım ki kalbin bana yaklaştığı zaman onda nurumu görürsün.”

Allâh’ın indirdiği bazı kitaplarda şu yazılı idi: “Ey Âdemoğlu! Seni bana kulluk edesin diye yarattım. Oyunu bırak. Rızkını ben üzerime aldım. Gönlünü yorma.

Ey Âdemoğlu! Beni ara bulursun. Eğer beni bulacak olursan her şeyi bulmuş olursun. Eğer beni kaybedersen her şeyi kaybetmiş olursun. Ben senin için her şeyden daha sevgiliyim.

Ey Âdemoğlu! Ben O Allâh’ım ki bir şeye ol derim, olur. Bana itaat et, sen de bir şeye ol dediğin zaman olsun.”

Allah Mûsâ aleyhisselâm’a vahyetti: “Ey İmranoğlu! Dâimâ uyanık ol. Kendine kardeşler seç. Sana benim rızâm için dost olmayan kimse, bil ki, sana düşmandır.

Ey Mûsâ! Senin zâlimlerin yurdu ile ne işin var. Burası senin yurdun değildir. Buradan arzunu çıkar, kalbinle burayı terk et, burası ne kötü bir yerdir. Ancak burada iyi amel işleyen kimse için ne iyi bir yerdir.

Ey Mûsâ! Ben zâlimi gözetliyorum, zulmettiği kimsenin intikamını almak için...

Ey Mûsâ! Beni anmayı unutma. Beni unuttuğun zaman günahlar çoğalır. Mal toplama. Mal toplamak kalbi katılaştırır.

Ey Mûsâ! Zâlimlere söyle, beni zikretmesinler. Çünkü onlar beni zikrettikleri zaman ben onları lânetle zikrediyorum. Çünkü ben, beni her zikredeni zikretmeyi kendim için âdet edinmişim.”

Allah peygamberlerinden birine şöyle vahyetmiştir: “Kavmine söyle düşmanlarımın girdikleri yere girmesinler. Düşmanlarımın giydiklerini giymesinler, düşmanlarımın bindiklerine binmesinler, düşmanlarımın yediklerini yemesinler, sonra onlar da onlar gibi bana düşman olurlar.”

Allah Dâvûd aleyhisselâm’a şöyle vahyetti: “Yalnızca bana yakınlık göster. Benden başkalarından ürper.

Ey Dâvûd! Kullarımın sıddîk olanlarına de ki, benimle sevinsinler, beni anmakla nimetlensinler.

Ey Dâvûd! Beni kullarıma sevdir.

Dâvûd aleyhisselâm dedi ki: “Ya Rabbi seni onlara nasıl sevdirebilirim?”

Allah dedi ki: Onlara nimetlerimi hatırlat.

Ey Dâvûd! Kim benden kaçanı bana döndürürse onu kahraman yazarım.

Ey Dâvûd! Beni arayan, beni isteyen birini bulduğun zaman onun hizmetçisi ol.

Ey Dâvûd! Dünyanın sarhoş ettiği âlimi benden sorma. Seni de yolundan saptırır. Onlar kullarımın yol kesicileridir.

Ey Dâvûd! İyilerin amellerini işle, fâcirlerin yüzüne tebessümle bakma, dostlarımla beraber bulun, onlarla içli-dışlı ol, düşmanlarıma kesinlikle muhalif bulun.

Ey Dâvûd! Dul ve yetimlere şefkatli bir baba gibi ol. Rızkını artırayım, günahlarını affedeyim.

Ey Dâvûd! Gözünü koru, dilini muhafaza et, çünkü ben fâsıkları sevmem, kendin için ve günahkârlar için istiğfarı çok yap.”

Allah Teâlâ peygamberlerinden birine şöyle vahyetmiştir: “Öfkelendiğin zaman beni hatırla. Öfkelendiğim zaman seni anayım ve helâk ettiklerim arasında seni de helâk etmeyeyim.”

Allah Teâlâ İsâ aleyhisselâm’a şöyle vahyetmiştir: “İsrâiloğullarına şöyle söyle: Evlerimden her birine ancak temiz kalplerle, benden korkan gözlerle, temiz bedenlerle girin. Onlara haber ver ki, onlar üzerinde kul hakkı bulunurken duâlarına icâbet etmem.”

Allah Teâlâ İsâ aleyhisselâm’a yine şöyle vahyetmiştir: “Ey Meryem oğlu, kendine öğüt ver. Bu öğüdü kendin aldı isen insanlara öğüt ver, yoksa benden utan.”

Bazı eserlerde şöyle gelmiştir: “Allah Teâlâ şöyle buyurmuştur: Tatbik etmek için değil, başka şey için fıkıh öğrenenlere, amel etmek için değil başka şey için ilim öğrenenlere, insanlara karşı kendilerine zâhid süsü verenlere de ki: Dilleri baldan tatlı, kalpleri sabırdan acı benimle mi aldanıyorlar? Yoksa bana karşı cüretkârlıkta mı bulunuyorlar? Ben bunlara karşı öyle bir fitne göndermeye yemin ettim ki bunlardan sadece yumuşak olanı sağ bırakır.”

Allah Teâlâ Mûsâ aleyhisselâm’a şöyle vahyetmiştir: “Fakirleri gördüğün zaman onlardan zenginlerden istediğin gibi iste. Eğer bunu yapmayacak olursan bütün bildiklerini toprak altına koy.”

Allah Teâlâ Dâvûd aleyhisselâm’a vahyetti ki: “Ey Dâvûd! Dost­la­rı­ma ve sevdiklerime de ki, onlardan her biri arkadaşını bıraksın. Ben onlara arkadaş olurum, ünsümle onlarla söyleşirim. Benimle onlar arasındaki perdeleri kaldırırım ve benim büyüklüğümü görürler.

Ey Dâvûd! Benden yeryüzü halkına ulaştır ki, ben, beni seveni severim. Benimle oturanla otururum, bana ısınana ben de ısınırım, beni arkadaş edene arkadaş olurum, bana itaat edene ben de itaat ederim, beni seçeni ben de seçerim. Benim cömertliğime, arkadaşlığıma ve muameleme gelin. Ben cömert ve şerefli Allâh’ım. Bir şeye “ol” dediğim zaman olur.”

Allah, peygamberlerinden birine şöyle vahyetti:

“Kulum! Bana gözlerinden gözyaşı ikram et, kalbinden de huşû ikram et, sonra bana duâ et, istediğini vereyim. Ben sana yakınım ve icâbet edenim.

Kulum! Şehirler ve kaleler üzerinde dur ve insanlara benden iki sözü ulaştır. Onlara de ki, yalnızca temiz şeylerden yesinler, yalnızca hakkı söylesinler. Onlardan biri bir işe gireceği zaman sonunu düşünsün, eğer iyi olacaksa devam etsin, kötü olacaksa bıraksın.”

Allah Teâlâ İsâ aleyhisselâm’a şöyle vahyetti: “İsrâiloğullarına söyle, benden iki harfi muhafaza etsinler; onlara de ki, dinlerinin selâmeti için dünyadan az bir şeye râzı olsunlar, nasıl ki dünyacılar dünyalarının selâmeti için azıcık bir dine râzı oldularsa.”

Allah Teâlâ Mûsâ aleyhisselâm’a şöyle vahyetti: “Ey Mûsâ! Tek başına bir kuş gibi ol. O ağaçların tepelerinden yer, bulduğu sudan içer, gece karanlığı bastığı zaman kuytu bir yere çekilir, benimle beraber olmak ve bana isyan edenlerin şerrinden korunmak için böyle yapar.

Ey Mûsâ! Ben, Benden yüz çeviren kimsenin işini bitireceğime karar verdim. Benden başkasını uman kimsenin duâsını kabul etmeyeceğim. Benden başkasına dayanan kimsenin belini kıracağım. Benden başkalarıyla dost olanların korkularını uzatacağım, Benden başkasını sevgili edinenden yüz çevireceğim.

Ey Mûsâ! Benim kullarım vardır. Bana münâcaat ettikleri zaman onları dinlerim. Beni çağırdıkları zaman onlara dönerim. Bana yöneldikleri zaman onları kendime yakın kılarım. Bana yaklaştıkları zaman onları koruma altına alırım. Beni dost edindikleri zaman onlara dost olurum. Bana karşı tertemiz oldukları zaman onlara tertemiz muamele ederim. Benim için bir amel yaptıkları zaman onları mükâfatlandırırım. Ben onların işlerinin yöneticisi, kalplerinin çekip çeviricisi olurum ve hâllerini düzeltirim. Ben onların kalplerinin rahatını yalnızca beni anmakta kıldım. Onların beni zikretmesi dertlerinin devasıdır, kalplerinin şifâsıdır ve ışığıdır. Onlar yalnız benimle rahat ederler. Kalplerinin bağını yalnızca benim yanımda çözerler, yalnızca benim yanımda karar kılarlar.”

Allah Teâlâ Dâvûd aleyhisselâm’a vahyetti: “Ey Dâvûd! Günah­kâr­ları müjdele, sıddîkları uyar.” Dâvûd aleyhisselâm: “Yâ Rabbi! Sıddîkları nasıl uyarayım, günahkârları nasıl müjdeleyeyim?” dediğinde Allah Teâlâ: “Günahkârları müjdele, çünkü ben büyük gördüğüm günahı mağfiret ederim. Sıddîkları uyar, amellerini beğenip aldanmasınlar. Çünkü ben adlimle hesabımı bir kimseye koyacak olursam muhakkak helâk olur. Yani bir kimseyi adlimle hesaba çekecek olursam kurtulamaz.

Ey Dâvûd! Ben rahmeti kendime yazdım. Benden mağfiret isteyeni mağfiret etmeye karar verdim. Günahların büyüğünü küçüğünü hep mağfiret ederim. Bunlardan hiçbiri bana büyük görünmez. Kendinizi kendi elinizle tehlikeye atmayınız, rahmetimden ümit kesmeyiniz. Çünkü rahmetim her şeyi içine almıştır. Rahmetim gazabımı geçmiştir. Göklerin ve yerin hazineleri elimdedir. Hayrın tümü benim elimdedir. Yarattığım hiçbir şeyi kendi ihtiyacım için yaratmadım. Yalnızca kudretim bilinsin, görenler de yarattıklarımı nasıl yönettiğimi ve sanatımı görsünler diye yarattım.

Ey Dâvûd! Beni dinle, söylediğim haktır. Kullarımdan benim azabımdan korkarak gelen kuluma ateşimle azap etmem.

Ey Dâvûd! Benden işit, hakkı söylüyorum. Kullarımdan kim günahlarından utanarak bana gelirse, ben onun amellerini yazan meleklere onları unuttururum ve onu hesaba çekmem.

Ey Dâvûd! Benden işit, hakkı söylüyorum. Eğer kullarımdan bir kul, dünya dolusu günah işlese ve bir süre bu günahlarda ısrar etse sonra pişman olup bir tek defa benden mağfiret istese, ben de onun kalbinden tekrar o günahlara dönüş niyeti bulunmadığını görürsem, bir kuşun gökten yere düşmesinden daha çabuk o günahları onun üzerinden atarım.”

Dâvûd aleyhisselâm dedi ki: “Ya Rabbi bunun için sana hamd ediyorum. Senin hakkında yalnızca bunu bilen kimse dahi senden ümidini kesmemelidir.

Ey Rabbimiz! Bize kendi tarafından büyük ecir ver ve bizi Sırât-ı Müstakîm’e ulaştır. Kendilerine nimet verdiklerinin, peygamberlerin, sıddîkların, şehitlerin ve sâlihlerin yoluna ulaştır. Onlar ne güzel arkadaştırlar. Bu fazl u kerem Allah’tandır ve Allah her şeyi bilir. Önce ve sonra, gizli ve açık hamd Allâh’a mahsustur. Evvel, âhir, zâhir, bâtın O’dur ve O her şeyi bilir. Allah ne dilerse o olur. Allâh’a dayanmaksızın güç ve kuvvet bulunamaz. Bizi buna kavuşturan Allâh’a hamd olsun. Eğer Allah bizi buna ulaştırmasaydı biz kendimiz bu yolu bulamazdık.

Kaynak: Mehmet Lütfi Arslan, Marifet Meclisleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

AF VE MAĞFİRET DUASI

Af ve Mağfiret Duası

ALLAH’IN RAHMET, MAĞFİRET VE İNAYETİNİ NASIL KAZANABİLİRİZ?

Allah’ın Rahmet, Mağfiret ve İnayetini Nasıl Kazanabiliriz?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.