Mahmûd Sâmi Efendi'nin Bazı Nasihatleri

Merhum üstadımız Mahmud Sâmi Ramazanoğlu -kuddise sirruh- Hazretleri, 12 Şubat 1984 yılında, Medîne-i Münevvere’de vefat etmişti. Üzerinden tam otuz iki yıl geçmiş. Bu kadar zamana rağmen, o, eserleriyle, sevenleriyle, sohbetleriyle; yani “sadaka-i câriyesiyle” yaşamaya devam etmektedir.

Zaten Peygamber Efendimiz de:

“İnsan ölünce, üç ameli dışında bütün amellerinin sevabı kesilir:

  1. Sadaka-i câriye,
  2. Kendisinden istifade edilen ilim,
  3. Arkasından duâ eden hayırlı evlât… buyurmuştur. (Müslim, Vasiyyet, 14; bkz: Ebû Davud, Vesâyâ, 14; Tirmizî, Ahkâm, 36)

GÜZEL AHLÂK SÂHİBİ BİR KUL

İşte Mahmud Sami Efendi; bu hadîs-i şerîfte dile getirilen üç amel-i sâlihin de sahibidir. O, geride devam eden pek çok hayır müessesesinin kuruluşuna rehberlik etmiş ve “sadaka-i câriye” bırakmıştır. Kendisinin ilim, irfan, ahlâk, edeb gibi pek çok güzel hâlinden istifade edilmiş, onun terbiyesi altında yüzlerce, belki binlerce insan neşv u nemâ bulmuş, arkasından duâ eden hayırlı nice evlatlar bırakmıştır.

Dünya fânîdir. Üzerinde kimse, sonsuza kadar yaşayacak değildir. Günler birbirini takip etmekte, sağlık günlerini, hastalık demleri; çocukluk ve gençlik dönemlerini yaşlılık günleri takip etmektedir. Mühim olan bu akıp giden zamanda hoşça bir sadâ bırakmak, insanların arasında ve Allâh’ın huzurunda “güzel ahlâk sahibi bir kul” olarak yaşayıp Cenâb-ı Hakk’ın rızâsına erişmiş bir şekilde “Müslüman olarak” ruhumuzu teslim edebilmektir.

GÜZEL BİR SON NEFES

Bu güzel son, ancak güzel geçirilen bir hayatla mümkündür. İşte biz de hayatımıza örnek olması için o güzel insanın, nümûne ahlâkından birkaçıyla satırlarımızı süslemek istiyoruz. Maalesef böyle insanların sayısı çok az oluyor. Birçoğunun kıymeti de, vefâtından sonra anlaşılıyor. Rabbimiz, mekânını cennet eylesin. Bizi de, merhum Mahmud Sâmî ve merhum Mûsa Topbaş Efendilerimiz ile birlikte Rasûl-i Ekrem’e âhirette komşu eylesin. Âmin.

HER DÂİM TEBESSÜM EDERLERDİ

Mahmud Sâmi Hazretleri, iç dünyalarında mahzun olmasına rağmen hep kardeşlerine karşı mütebessim idi. Bedenen muzdarip ve sıkıntılı olduğu hastalık devirlerinde dahî, yüzü hep mütebessimdi. Cenâb-ı Hakk’ın kendisine vermiş olduğu nîmetlerden râzı olduğu gibi, kendisine isabet eden musibet, hastalık ve dertlerden de râzıydı.

"İKTİSAT EDEN FAKİRLİK GÖRMEZ"

“İktisat eden, fakirlik görmez!” buyurur ve fırsat buldukça kısa mesafeleri yürüyerek kat eder, böylece tasarruf ettiği üç-beş kuruşu bile infak etmekte kullanırdı.

Hep anlatıldığı üzere, zamanı yerinde kullanır, her şeyi vakitlice ve programlı bir sûrette yaptığından, birçok hizmete vakti bulurdu. Yine bu sebeple gecikme nedir bilmezdi.

KARDEŞLERİMİZİ ZİYARET ETMELİ HAL VE HATIRLARINI SORMALIYIZ!

İnsanın sıkıntılı zamanlarında, ihvânını ziyaret etmesini, onların hâl ve hatırını sormasını tavsiye eder; bu tür ziyaretlerin insanın dert ve tasasını gidereceğini söylerdi. Kur’ân-ı Kerîm’deki “Allah, kendi yolunda kenetlenmiş (malzemesi birbirine kaynatılmış) saf bağlayarak çarpışanları sever.” (es-Sâff, 4) âyet-i kerîmesini hatırlatır ve “Biz de birbirimizle iyi günde, kötü günde kenetlenmiş din kardeşleri olmalıyız!” derdi.

TESLİMİYET VE MUHABBET EHLİ OLUNMALI

Sohbetlerinde şöyle buyururdu: “Bu yolun eskisi-yenisi olmaz; yeter ki, teslimiyet ve muhabbet ehli olsun. Hak yolcuları, ihlâslı, müstakim, zeki, nâzik, nezih, edebli, mahfiyetli, fedâkâr, dirâyetli, sehâvetli, merhametli, herkesle geçimli, hülâsâ tam mânâsıyla ahlâk-ı hamîde sahibi olmalıdır. Asık yüzlü, bed huylu, dâima hayatından şikâyetçi kimselerden olmayalım. Sükûtu ihtiyar edelim. Yerli-yersiz konuşmalardan uzak duralım.”

Kaynak: Zâhide TOPCU, Şebnem Dergisi, Şubat-2016; Sayı: 132,

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.