Mahşerde Sorulacak Sorular
Mahşer günü neler sorulacak? Ahirette sorulacak sorular...
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz ibadetlerden ilk sorulacak suâlin, dînin direği olan “namaz” hakkında olacağını şöyle haber vermişlerdir:
“Kıyâmet günü kulun hesâba çekileceği ilk amel, namazdır. Eğer kul, namazlarını Allâh’ın istediği şekilde edâ etmiş ise, felâha erer ve maksûduna nâil olur. Namazlarını edâ etmemiş veya gafletle kılmışsa, kaybeder ve hüsrâna uğrar.
Şayet farzlarından bir şey noksan olursa, Azîz ve Celîl olan Rabbimiz:
«Kulumun nâfile namazları var mı, bakınız?» buyurur. Farzların eksiği nâfilelerle tamamlanır.
Sonra kul, diğer amellerinden de bu minvâl üzere hesâba çekilir.” (Tirmizî, Salât, 188/413; Nesâî, Salât, 9/462)
MAHŞERDE SORULACAK İLK SORU
Kul hakları içinde ise ilk olarak “haksız yere akıtılan kanların” hesâbı sorulacaktır. Nitekim Nebiyy-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Kıyâmet günü insanlar arasında ilk görülecek dâvâ, kan dökmekle alâkalı olanlardır.” (Buhârî, Diyât, 1; Müslim, Kasâme, 28)
Kan dökmeyle alâkalı günahların hesapta en başa alınması, Cenâb-ı Hakk’ın, haksız yere adam öldürme ve yaralamaya ne kadar çok gazaplandığını da ortaya koymaktadır.
Dünyevî bir meseleden dolayı adam öldürmek, büyük günahtır. Lâkin bir kimsenin, mü’min olduğunu bildiği hâlde bir başkasını öldürmesi, çok daha büyük bir günahtır. Cenâb-ı Hak böyle bir kimsenin cezâsını âyet-i kerîmede şöyle ifâde buyurmaktadır:
“Kim bir mü’mini kasten öldürürse cezâsı, içinde ebediyyen kalacağı Cehennem’dir. Allah ona gazap etmiş, onu lânetlemiş ve onun için büyük bir azap hazırlamıştır.” (en-Nisâ, 93)
MAHŞERDE SORULACAK SORULAR
Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, kıyâmet günü hesâbı verilecek diğer hususları ise hadîs-i şerîflerinde şöyle haber vermişlerdir:
“Kıyâmet günü kula ilk (olarak hesâbı) sorulacak nîmetlerden biri şudur:
Ona; «Biz senin bedenine sıhhat vermedik mi? Seni (sıcak günlerde) soğuk suya kandırmadık mı?» denir!” (Tirmizî, Tefsîr, 102/3358)
“Hiçbir kul, kıyâmet günü şu beş şeyden hesâba çekilmeden bir adım dahî atamaz:
- Ömrünü nerede tükettiğinden,
- İlmini nerede kullandığı ve onunla ne ameller işlediğinden,
- Malını nereden kazandığından,
- Malını nereye harcadığından ve
- Vücudunu (gençliğini) nerede yıprattığından.” (Tirmizî, Kıyâmet, 1/2417)[1]
YAŞADIĞIMIZ ZAMAN
“İlim asrı” denilen ve her türlü bilgiye ulaşmanın son derece kolaylaştığı bir zamanda yaşıyoruz. Öyle ki artık cehâlet, neredeyse mâzeret olmaktan çıktı. Dînini öğrenmek isteyen bir Müslüman; okumak, araştırmak ve sormak için pek çok imkâna sahip durumda. Bu büyük nîmetin şükrünü ne kadar edâ edebildiğimizden, akıl dağarcığımızı hangi bilgilerle doldurup gönüllerimizi nelerle yoğurduğumuzdan da bir gün hesap vereceğimizi unutmamalıyız. En hayâtî ve öncelikli tahsîlin, dînimizi doğru öğrenip takvâ üzere hayatımıza tatbik edebilmek olduğunu hatırımızdan çıkarmamalıyız.
Üniversiteyi bitirmiş, yüksek tahsil yapmış, bilgili, kültürlü nice gençler görüyoruz. Ne yazık ki Kur’ân ve Sünnet kültüründen haberleri yok. Yaptıkları tahsilin de, Kur’ân ve Sünnet’te medhedilen ilim olduğunu zannediyorlar. Hâlbuki insanın zihnini ve kalbini Allâh’a götürmeyen, O’nun kudret ve azamet-i ilâhiyyesini idrâke ulaştırmayan bilgiler, kişiye belki bu dünyada bir etiket ve apolet kazandırır, fakat onu ebedî bir hüsrâna düşmekten kurtaramaz.
Yûnus’un dediği gibi;
İlim ilim bilmektir,
İlim kendin bilmektir,
Sen kendini bilmezsen;
Bu nice okumaktır?
En büyük ilim, Cenâb-ı Hakk’ı tanıyabilmek, O’na güzel bir kul olabilmektir. Kendimizi sık sık hesâba çekerek Kur’ân-ı Kerîm ve Sünnet-i Seniyye’ye dâir ilimlerin hayatımızda ne kadar yer tuttuğuna iyi bakmalıyız. Zira yarın bunun da hesâbını vereceğiz.
AHİRETTE İNSANLAR BİRBİRİNDEN DAVACI OLACAK
Cenâb-ı Hak âyet-i kerîmede şöyle buyuruyor:
“Sonra siz muhakkak kıyâmet günü Rabbinizin huzûrunda muhâkemeye duracak (birbirinizden dâvâcı olacak)sınız.” (ez-Zümer, 31)
Bu âyet-i kerîme nâzil olunca ashâb-ı kirâmdan Zübeyr -radıyallâhu anh-:
“‒Yâ Rasûlâllah! Dünyada dâvâlaştıktan sonra aramızdaki husûmet âhirette de tekrarlanacak mı?” diye sordu.
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz:
“‒Evet, (her hak sahibine hakkı verilinceye kadar devam edecek)!” buyurdular.
Zübeyr -radıyallâhu anh-:
“‒O zaman iş çok ciddî ve çetin!” dedi. (Tirmizî, Tefsîr, 39/3236)
Zira o gün, mazlumun zâlimden alınmadık hiçbir hakkı bırakılmayacaktır.
SUYU SÜTTEN AYIR!
Ashâb-ı kirâm, kıyâmet günü hesâbını veremeyecekleri bir işi yapmamaya büyük titizlik gösterir, bu hususta gaflet ve ihmâli olanları da îkaz ederlerdi.
Nitekim Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh-, bir gün süte su karıştırıp satan bir kişiye rastlamıştı. Ona, şu fânî hayatı değil de, sonsuz olan âhiret yurdunu unutmadan hareket etmesi gerektiğini ifâde sadedinde:
“‒Kıyâmet günü sana; «Suyu sütten ayır bakalım!» denilirse hâlin nice olur?!» buyurdu. (Beyhakî, Şuab, VII, 231/4927)
AHİRETTE KURTARAN AMELLER
Bir gün Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz devesinin üzerinde, arkadaşları da O’nun önünde gidiyorlardı. Muâz bin Cebel -radıyallâhu anh-:
“–Ey Allâh’ın Elçisi! Sen’i rahatsız etmeyeceksem, yanına yaklaşmama izin verir misin?” diye sordu. Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Yaklaş!” buyurdu. Hazret-i Muâz O’na yaklaştı, yan yana ilerlemeye başladılar. Muâz -radıyallâhu anh-:
“–Canım Sana fedâ olsun, yâ Rasûlâllah! Cenâb-ı Mevlâ’dan niyâzım, bizim (can) emânetimizi Sen’den önce almasıdır. Allah göstermesin, eğer Sen bizden önce vefât edersen, Sen’den sonra hangi ibadetleri yapalım?” diye sordu.
Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- bu soruya cevap vermedi. Bunun üzerine Muâz -radıyallâhu anh-:
“–Allah yolunda cihâd mı edelim?” diye sordu. Efendimiz şöyle buyurdu:
“–Allah yolunda cihâd güzel şeydir; ama insanlar için bundan daha hayırlısı vardır.”
“–Yani oruç tutmak, zekât vermek mi?”
“–Oruç tutmak, zekât vermek de güzeldir.”
Muâz -radıyallâhu anh-, bu minvâl üzere insanoğlunun yaptığı bütün iyilikleri sayıp döktü. Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- her defasında:
“–İnsanlar için bundan daha hayırlısı vardır.” diyordu. Hazret-i Muâz:
“–Anam, babam Sana kurban olsun, insanlar için bunlardan daha hayırlı olan nedir?” diye sordu. Peygamber Efendimiz ağzını gösterdi ve:
“–Hayır konuşmayacaksa susmak.” buyurdu.
Muâz -radıyallâhu anh-:
“–Konuştuklarımızdan dolayı hesâba mı çekileceğiz?” diye sordu.
Bunun üzerine Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, Muâz’ın dizine hafifçe vurdu ve ona şunları söyledi:
“–Allah hayrını versin ey Muâz! İnsanları yüzüstü Cehennem’e sürükleyen, dillerinin söylediğinden başka nedir ki?
Kim Allâh’a ve âhiret gününe inanıyorsa, ya faydalı söz söylesin veya sussun, zararlı söz söylemesin! Sizler hayırlı söz söyleyerek kazançlı çıkınız; zararlı söz söylemeyerek rahat ve huzura kavuşunuz.” (Hâkim, IV, 319/7774)
Demek ki kıyâmet günü, dünya hayatımızda ağzımızdan çıkan bütün sözlerin de hesâbı sorulacaktır. Bu husustaki bazı istisnâları da Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle bildirmişlerdir:
“Âdemoğlunun, iyiliği tavsiye edip kötülükten sakındırmak veya Allah Teâlâ’yı zikir hâriç, bütün sözleri aleyhinedir, lehine değildir.” (Tirmizî, Zühd, 63/2412)
SÖYLENMEYEN SÖZLERİN HESABI
Ağızdan çıkan boş ve zararlı sözler gibi, söylemek gerekirken söylenmeyen sözlerin de hesâbı vardır:
Ebû Hüreyre -radıyallâhu anh- şöyle anlatır:
“(Biz, ashâb-ı kirâm arasında şu hakîkati) duyardık:
Kıyâmet gününde bir kişinin yakasına, hiç tanımadığı biri gelip yapışır. Adam şaşırır ve:
«–Benden ne istiyorsun? Ben seni hiç tanımıyorum ki!» der.
Yakasına yapışan kişi ise:
«–Dünyada iken beni hatâ ve çirkin işler üzerinde görürdün de îkaz etmez, beni o kötülüklerden alıkoymazdın.» diyerek ondan dâvâcı olur.” (Münzirî, et-Terğîb ve’t-Terhîb, III, 164/3506; Rudânî, Cem’u’l-Fevâid, V, 384)
Dolayısıyla tebliğ ve irşadda bulunma imkânımız varken ihmâl ettiğimiz nice kimsenin Mahşer günü yakamıza yapışıp;
“‒Sen, senden öncekilerin ihlâslı gayretleri neticesinde İslâm ile müşerref olmuştun. İslâm nedir, îman nedir biliyordun. Bana niçin anlatmadın? Benim ateşten kurtulmam için, niçin yardımını esirgedin?!” diyebileceğini unutmamalıyız.
Ebû Ali ed-Dekkâk g haksızlık karşısında hak ve hakîkati tebliğden uzak durmanın bir îman zaafı olduğunu ifâde sadedinde şöyle buyurmuştur:
“Hakkı söylemeyip sükût eden kişi, dilsiz şeytandır.” (Kuşeyrî, Risâle, I, 245; Nevevî, Ezkâr, s. 335/1030)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz şöyle buyurmuşlardır:
“Sizden her kim bir kötülük görürse onu eliyle düzeltsin, buna gücü yetmezse diliyle düzeltsin, buna da gücü yetmezse kalbiyle buğz etsin ki bu, îmânın en zayıf hâlidir.” (Müslim, Îmân, 78)
Hâsılı insan, hayır veya şer nâmına küçücük bir zerrenin bile gözden kaçmayacağı bir günde her şeyin hesâbını vereceğini aklından çıkarmamalıdır.
Dipnotlar:
[1] Ayrıca bkz. Dârimî, Mukaddime, 45/543-545; İbn-i Ebî Şeybe, Musannef, VII, 125/34694; Beyhakî, Şuab, III, 278/1648.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Ebediyet Yolculuğu, Erkam Yayınları