Maide Suresinin 2. Ayeti Ne Anlatıyor?
Mâide suresinin 2. ayetinde ne anlatılıyor? İyilik ve takvâda yardımlaşmayı emreden âyet; Mâide suresinin 2. ayetinin meali ve tefsirini yazımızda okuyabilirsiniz...
Ayet-i kerimede buyrulur:
وَتَعَاوَنُوا عَلَى الْبِرِّ وَالتَّقْوٰىۖ وَلَا تَعَاوَنُوا عَلَى الْاِثْمِ وَالْعُدْوَانِۖ
İyilik ve takvâ hususunda yardımlaşın, günah ve haksızlık yolunda yardımlaşmayın. (Mâide, 5/2)
İYİLİKTE VE TAKVADA YARDIMLAŞIN
Bilgi:
Var oluşumuzun amacı iyiliktir. Allah, iyilik yapanları sever. Müslüman bütün davranışlarında iyi olur. Allah, kişinin kendi başına iyi olmasını istediği gibi, başkalarıyla birlikte yardımlaşmasını da ister. Ancak bu yardımlaşma iyilik üzerine ve günahlardan sakınmak üzerine olabilir.
Müminler günah ve haksızlıkta yardımlaşmazlar. Aksine onlar, haksızlığa uğrayana yardım ederler, haksızlık edene engel olurlar.
Mesaj:
- Yardımlaşmanın iyilikte ve takvada olması esastır.
- Günah ve düşmanlıklara karşı birbirimizi uyarmamız ve çabalarımızı iyiliğe yöneltmemiz önemlidir.
Kelime Dağarcığı:
Takvâ: İman edip emir ve yasaklarına uyarak Allah’a karşı gelmekten sakınmak, günahtan uzak durmak.
İsm: Günah.
Udvân: Düşmanlık, aşırı gitmek, haksızlık.
Kaynak: Diyanet, Kur'an-ı Kerim'den Serlevha Ayetler
TEFSİR
- Ey iman edenler! Allah’ın dîninin alâmetlerine, haram aylara, Kâbe’ye hediye edilen kurbanlık hayvanlar ile onların boyunlarına takılan gerdanlıklara, Rablerinin lutuf ve rızâsını isteyerek Beyt-i Harâm’a gelenlere sakın saygısızlık etmeyin. İhramdan çıktığınız zaman isterseniz avlanabilirsiniz. Mescid-i Harâm’ı ziyaretinizi engellediler diye bir topluluğa duyduğunuz öfke, sakın sizi onlara karşı saldırganlık yapmaya sevk etmesin. İyilik ve takvâda birbirinizle yardımlaşın; günah ve düşmanlıkta ise yardımlaşmayın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir.
Âyet-i kerîme Dubey‘a oğullarından Hutam hakkında inmiştir. Adı Şurayh b. Dubey‘a el-Kindî idi. Hutam, Yemâme’den Medine-i Münevvere’ye Peygamber (s.a.v.)’i görmeye gelir. Yanındaki atlıları Medine dışında bırakarak yalnız başına Efendimiz’in huzuruna girer ve: “İnsanları neye davet ediyorsun?” diye sorar. Allah Resûlü (s.a.s.): “Allah’ın tek ilâh olduğuna şehâdet etmeye, namazı kılmaya, zekâtı vermeye” buyurur. Efendimiz’in davetini kabul etmiş görünerek: “Ancak, kabilem içinde kendilerine danışmadan karar veremeyeceğim büyüklerim var, ben onlara geri döneyim, belki müslüman olur, onları da size getiririm” der ve oradan ayrılır.
Resûl-i Ekrem (s.a.s.) ashâbına, Hutam yanına girdiğinde: “Yanınıza şeytanın diliyle konuşan bir adam girdi”; çıktığında da: “Bu adam sizin yanınıza kâfir yüzüyle girmişti, bir zalimin çıkışıyla çıktı. Bu adam müslüman filân değil” buyurmuştu. Nitekim Hutam Medine’den çıkarken Medinelilerin otlamak üzere dışarı saldıkları hayvanlarını sürüp götürür. müslümanlar peşine düşerlerse de kaçıp kurtulur, yakalayamazlar. Daha sonra Allah Resûlü (s.a.s.) Umretu’l-kazâ[1] için Mekke-i Mükerreme’ye girdiğinde Yemâme hacılarının telbiyesini işitir ve ashâbına: “Bunlar Hutam ve arkadaşları” buyurur.
Hutam, Medinelilere ait olup da gasbederek götürdüğü hayvanları hacda kurban olmak üzere nişanlamış ve Ka’be’de kurban edilmek üzere getirmiştir. Efendimiz’in yanında bulunan müslümanlar Hutam’ı yakalamak üzere ona doğru harekete geçince bu âyet-i kerîme nâzil olur. (Vâhidi, s. 19; Taberî, Câmi‘u’l-beyân, VI, 78-79)
Âyet-i kerîmede genelde Allah’ın bütün emirlerine, özel olarak da hac ve umre ile alakalı bir kısım alâmet ve işaretlere saygı gösterilmesi, hürmetsizlik edilmemesi istenir. اَلشَّعَائِرُ (şe‘âir), alâmet, işaret ve nişan gibi mânalara gelen اَلشَّع۪يرَةُ (şa‘îre) kelimesinin çoğuludur. “Allah’ın şe‘âiri”, Cenâb-ı Hakk’ın kullardan yerine getirmelerini istediği dinî mükellefiyetler, ibâdet ve taatlere işaret eden alâmetlerdir. Mesela ihram, mîkatler, cemreler, Safa ve Merve, Meş‘ar-i Haram, Arafe, tavaf ve sa‘y[2], kurban, tıraş olma ve ihramdan çıkma gibi durumlar hac ve umre için birer nişânedir.
“Haram ay”, savaşın haram olduğu aydır. Hicrî takvime göre bunlar Zilkâde, Zilhicce, Muharrem ve Recep aylarıdır. اَلْهَدْيُ (hedy), Allah’a mânen yaklaşmak için veya bir cinâyetten dolayı kefâret olarak kesilmek üzere Harem-i Şerif’e götürülen veya gönderilen kurbana denir. اَلْقَلَائِدُ (kalâid), gerdanlık mânasındaki اَلْقِلَادَةُ (kılâde) kelimesinin çoğuludur. Harem-i Şerif’e gönderilen kurbanların boyunlarına, kurbanlık olduğunun bilinmesi ve onlara saldırılmaması için bağlanan nesnelere bu isim verilir. Aynı zamanda boyunlarına gerdanlık takılmış olan kurbanlıklara da “kalâid” denilir.
Bütün bunlara lâyık oldukları hürmet gösterilmeli; Allah’tan dünyaya ait bir ticaret ve O’nun hoşnutluğunu arzulayarak Kâbe’yi ziyaret etmek isteyenlere de mâni olunmamalıdır. Ziyaretlerine müsaade edilmeli, özellikle hac aylarında asayişin korunmasına çok daha dikkat gösterilmelidir.
Âyetin, “Mescid-i Haram’ı ziyaretinizi engellediler diye bir topluluğa duyduğunuz öfke, sakın sizi onlara karşı saldırganlık yapmaya sevk etmesin. İyilik ve takvâda birbirinizle yardımlaşın; günah ve düşmanlıkta ise yardımlaşmayın. Allah’tan korkun. Çünkü Allah’ın cezası çok şiddetlidir” (Mâide 5/2) kısmı, mü’minleri daima itidalli olmaya, haksızlıktan uzak durmaya; günah, zulüm ve düşmanlıkların önünü almaya ve hep iyilik ve takvâda yardımlaşmaya yönlendirmektedir. Nitekim müşrikler hicretin 6. yılında umre için Mekke’ye gelen müslümanları engelleyerek şehre sokmamışlar, Kabe’yi tavaf etmelerine müsaade etmemişlerdi. Ancak bir yıl sonra müslümanların Kâbe’yi tavaf etmelerine izin verileceği hükmünü içeren Hudeybiye Antlaşması yapıldı.
Âyetten anlaşıldığına göre müşriklerin müslümanlara karşı hasmane tutumları ve bu arada onları büyük bir hasretle arzuladıkları Kabe ziyaretinden engellemeleri bazı müslümanları intikam alma düşüncesine sevk etmiş, müslümanlar Mekke’yi fethederek oranın yönetimini ellerine geçirince bazı kimseler daha önce kendilerine kötülük etmiş olanları cezalandırmak ve yapılan kötülüklere misillemede bulunmak istemişlerdi. Ancak âyet, bu hâdisenin müslümanların zulüm yapmalarına bir gerekçe olamayacağını bildirmiş, onları af ve iyilik yolunu tutmaya teşvik etmiştir.
Peygamber Efendimiz (s.a.s.) de ümmetini her hâlükârda iyilik ve yardım etmeye çağırarak: “Zalim de olsa mazlum da olsa kardeşine yardım et!” buyurmuştur. “Ey Allah’ın Rasûlü! Kardeşim mazlum ise yardım ederim, zalim ise nasıl yardım edeyim?” diye sorulunca da: “Onu zulmetmekten engellersin, senin ona yardımın budur” cevabını vermiştir. (Buhârî, Mezâlim 4)
Allah Teâlâ, bu âyette iyilik üzere yardımlaşmaya teşvikte bulunup bunu, kendisine karşı takvâlı olmakla birlikte zikreder. Takvâda Allah’ın rızâsı, iyilik de ise insanların rızâsı vardır. Dolayısıyla Allah’ın rızâsı ile insanları hoşnut etmeyi bir araya getirebilenler, tam mânasıyla huzur ve mutluluğu yakalama imkânı bulurlar. İyilik ve takvâ üzere yardımlaşmak çeşitli şekillerde olabilir. Mesela âlim ilmi ile, zengin malıyla insanlara yardımcı olur. Yiğit olan kimse de Allah yolunda gösterdiği kahramanlıkla yardımcı olur. Hâsılı müslümanlar, hayatın her alanında birbirini destekleyen ve birbirine yardım eden iki el gibi olmalıdırlar.
Hz. Ebûbekir’in şu hâli bu hususta ne güzel bir misâldir:
Birgün Allah Resûlü (s.a.s.) ashâbından yanında bulunanlara:
“–İçinizde bugün kim oruçludur?” diye sordu. Hz. Ebûbekir:
“–Ben oruçluyum, yâ Rasûlallah!” dedi. Efendimiz:
“−Bugün kim bir cenâze namazına iştirâk etti?” buyurdu. Ebûbekir (r.a.):
“–Ben, yâ Rasûlallah!” dedi. Peygamber Efendimiz:
“–Bugün kim bir yoksul doyurdu?” diye sordu. Hz. Ebûbekir:
“–Ben, yâ Rasûlallah!” dedi. Fahr-i Kâinat (s.a.s.) Efendimiz:
“–Bugün bir hasta ziyâretinde bulunanınız var mı?” diye sordu. Yine Ebûbekir (r.a.):
“–Ben, ey Allah’ın Rasûlü!” dedi. Bunun üzerine Allah Resûlü (s.a.s.) şöyle buyurdu:
“–Kim bu sâlih amelleri bir araya getirirse o mutlaka cennete girer.” (Müslim, Fedâilu’s-Sahâbe 12)
Nitekim şâir şu öğüdü verir:
“Olmak istersen dü âlemde saîd
Kıl takarrub hayre, ol şerden bâid.” (Mehmed Es‘ad)
“Dünyada da, âhirette de mesut olmak ve Allah’ı hoşnut etmek istiyorsan dâimâ iyilik peşinde koş ve kötülüklerden uzaklaş.”
Dipnotlar:
[1] Umretu’l-kaza: Resûlullah (s.a.s.) ashabıyla birlikte hicretin altıncı yılı Hudeybiye seferinin gerçekleştiği sene yapamadıkları, ancak bir yıl sonra yedinci yılda kaza ederek yaptıkları umre. [2] Mîkat: İhrama girilen yerler. Cemre: Minâ’da şeytan taşlamak üzere atılan taşlar. Tavaf: İbadet kastıyla Kâbe’nin etrafında dönme. S‘ay: Safâ ile Merve arasında yürüyüş.
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri, kuranvemeali.com
YORUMLAR
Tefsiri iniş sebebi,hadis ,,kelime izahı ve maddelerle çok güzel pratik islemişsiniz.Fakat, bazı tefsirlete uladilmiyor, mesela Maide 4.tefsiri yok bu konuda bir düzenleme yapılabilir mi.,alt kısma daha rahat geçiş sağlansınirsa güzel olur .Allah razı olsun