Mallarını Allah Yolunda Harcayanların Durumu
Mallarını Allah yolunda harcayanların durumu ne olacak? Allah’ın bire yedi yüz verdiği ibadet.
Mevlânâ Hazretleri buyurur:
“Bu fânî dünya pazarında mânevî altın kazanmak için müşteri mi istiyorsun? Allah’tan daha iyi müşteri var mı?”
Aklı başında her tüccar, ticaretinde kâr elde edebilmek için, malını müşterisinin beğeneceği kalitede hazırlar ve yine müşterisinin beğeneceği şekilde pazarlamaya gayret gösterir.
Mü’min de Cenâb-ı Hakk’ın rızâsının kazanılacağı, dolayısıyla Cennet’in satın alınacağı bir pazar yeri hükmünde olan bu dünyada, bütün ibadet, muâmelât ve hayır-hasenâtını, Cenâb-ı Hakk’ın râzı olacağı kıvamda îfâ edip, yine Cenâb-ı Hakk’a beğendirme gayretiyle takdim etmek durumundadır.
Zira bu dünya pazarında, Hazret-i Ebûbekir’in tâbiriyle; gece ile gündüz sermayelerimiz, sâlih ameller ticaret mallarımız, Cennet kazancımız, Cehennem de -Allah korusun- zarar ve iflâsımızdır.
Yine bu pazarda en kârlı alışverişin, cömertlerin en cömerdi olan Allah Teâlâ ile yapılabileceğini, aslâ unutmamak gerekir. Zira hiçbir beşer, Cenâb-ı Hakk’ın vereceği karşılığı veremez. Cenâb-ı Hak, kuluna bahşettiği nîmetlerin, şükür hissiyâtıyla yine kendisine takdim edilmesine, kulunun ihlâsı nisbetinde, yedi yüz misline kadar mükâfat ihsân eder.
ALLAH YOLUNDA MALLARINI HARCAYANLAR
Âyet-i kerîmelerde şöyle buyrulur:
“Allah yolunda mallarını harcayanların misâli, yedi başak bitiren bir dâne gibidir ki, her başakta yüz dâne vardır. Allah dilediğine kat kat fazlasını verir. Allâh’ın lûtfu geniştir, O her şeyi bilir.” (el-Bakara, 261)
“…Allâh’a gönül hoşluğuyla ödünç verin. Kendiniz için önden (dünyada iken) ne iyilik hazırlarsanız, Allah katında onu bulursunuz; hem de daha üstün ve mükâfatça daha büyük olmak üzere…” (el-Müzzemmil, 20)
İşte ârif mü’minler nazarında en kârlı kazanç, cömertlerin en cömerdi olan Cenâb-ı Hakk’ın şân-ı ulûhiyyetine yaraşan sonsuz mükâfatlarına nâil olabilmektir.
BİRE YEDİ YÜZ SEVAP
Şu hâdise, bu hakîkati ne güzel îzah eder:
Hazret-i Ebûbekir’in halîfeliği döneminde bir ara Medîne-i Münevvere’de kıtlık başgösterir. Tam da o sırada Hazret-i Osman’ın Şam’dan yüz deve yükü buğday kervanı gelmiştir. Kervanı görenler, buğday satın almak için koşuşurlar. Hattâ bir dirhemlik buğday için yedi dirhem teklif ederler. Hazret-i Osman ise:
“−Hayır! Sizden daha fazla veren var, ona satacağım.” der.
Ashâb-ı kirâm, mahzun bir şekilde oradan ayrılıp halîfe Hazret-i Ebûbekir’in yanına varırlar. Vaziyeti anlatıp Hazret-i Osman’ın bu tavrına üzüldüklerini bildirirler.
Hazret-i Ebûbekir ise, o fazîlet ehli sahâbînin bu davranışının altında muhakkak bir hikmet bulunduğunu sezerek:
“−Osman hakkında hemen kötü düşünmeyiniz. O, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in damadı ve Me’vâ Cenneti’nde arkadaşıdır. Herhâlde siz onun sözünü yanlış anladınız.” der. Ardından beraberce Hazret-i Osman’a giderler.
Hazret-i Ebûbekir:
“−Yâ Osman! Ashâb-ı kirâm senin bir sözüne üzülmüştür.” deyince Hazret-i Osman -radıyallâhu anh-:
“−Evet, ey Rasûlullâh’ın halîfesi! Bunlar bire yedi veriyorlar, hâlbuki onlardan daha hayırlı olan Cenâb-ı Hak ise, bire yedi yüz veriyor. Biz buğdayı, bire yedi yüz vererek alana sattık.” buyurur.
Sonra da yüz deve yükü buğdayı, Allah rızâsı için Medîne fukarâsına dağıtır. Kervandaki yüz deveyi de kurban eder.
Buna çok sevinen Ebbekir, Hazret-i Osman’ı alnından öper ve:
“−Ashâbın, senin sözündeki inceliği kavrayamadıklarını önceden sezmiştim...” buyurur.[1]
İşte kendi varlık ve benliklerinden geçerek Cenâb-ı Hak’ta fânî olan yüksek ruhlar, öyle muhteşem bir vuslat ikliminde yaşarlar ki, artık onların gözleri ve gönülleri, Hak’tan gayriye bakmaz olur. Hakk’a vuslatın hazzıyla âdeta mest olurlar. Bu rûhî coşkunlukla da canlarını ve mallarını Allah yolunda bezletmek, onlara bütün dünyevî lezzetlerden daha kıymetli hâle gelir. Tıpkı Yunus Emre Hazretleri’nin; “Ballar balını buldum; kovanım yağma olsun!” mısrâlarında dile getirdiği vecd ve istiğrak ikliminde yaşarlar.
EN HAYIRLI MÜŞTERİ
İşte bu fânî dünya pazarında en hayırlı müşterinin, sonsuz lûtuf ve kerem sahibi Allah Teâlâ olduğunun idrâkine eren ârif mü’minler, can ve mal emanetini, günün birinde zarûrî olarak terk etmeden evvel, fırsat eldeyken gönüllü olarak Allâh’a takdim edebilmeyi, canlarına minnet bilirler.
Ayrıca ibadet ve tâatlerin yegâne alıcısının Allah Teâlâ olduğu şuuru, onları ibadetlerde müstesnâ bir edep, hürmet, nezâket ve zarâfete sevk eder.
Nitekim merhum pederim Mûsâ Efendi -rahmetullâhi aleyh-, birine herhangi bir ikramda bulunacağı zaman, o ikramın muhtaçtan önce Allâh’ın kudret eline geçeceği şuuruyla, bu işi büyük bir nezâketle îfâ etmeye son derece ehemmiyet gösterirdi. Vereceği meblâğı temiz bir zarfa koyar, üzerine de; “Muhterem, filân efendi! Hediyemizi kabul ettiğiniz için sizlere teşekkür ederiz…” tarzında, gönül alıcı, zarif ifadeler nakşederek takdim ederdi.
Ebû’l-Leys Semerkandî Hazretleri’nin şu ifadeleri de bu nezâketin hikmetine işaret etmektedir:
“Veren kişi, alana bir teşekkür edâsı içinde ikram etmelidir. Çünkü alanın nasibi, dünyevî bir ihtiyacının giderilmesi; verenin nasibi ise ilâhî rızâ ve âhiretteki sonsuz lûtuflardır. Böyle olunca, veren daha kârlı durumdadır. Onun için muhâtabına teşekkür etmelidir.”
-
İbadet, İnsanı Cennet’e Götürür
Hak dostları da buyururlar ki:
“İbadet, insanı Cennet’e götürür; ibadette edep ve tâzîm ise Allâh’a götürür, Hakk’a dost eyler.”
Dipnot:
[1] Bkz. Hz. Osman Zinnûreyn, Ramazanoğlu Mahmud Sâmî, sf. 140.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Mevlana, Erkam Yayınları