
Mânevî Gayret ve Heyecanımızı Nasıl Zinde Tutabiliriz?
Gençler, âhir zamanda mânevî gayret ve heyecanını nasıl zinde tutabilir? Bu dönemlerde sabrı azalan, gönlü yorgun düşen gençlere; toparlanabilmeleri, savrulmamaları ve diri bir şekilde yola devam edebilmeleri için tavsiyeler...
Hayat sürekli med-cezirler içinde, devamlı iptilâlar var. Neyle mukâvemet edilecek? Evvelâ, sabır ve namazla:
MÂNEVÎ GAYRET VE HEYECANIMIZI NASIL ZİNDE TUTABİLİRİZ?
Âyet-i kerîmede buyruluyor:
“Ey îmân edenler! Sabır ve namaz ile Allah’tan yardım isteyin...” (el-Bakara, 153)
Şerlerden sakınmak ve hayırlara koşmak hususunda nefse karşı sabredilecek. Cenâb-ı Hak buyuruyor:
“Ailene namazı emret; kendin de ona sabırla devam et…” (Tâhâ, 132)
Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz karşılaştığı her durumda namazla Rabbine sığınmış, Oʼndan yardım dilemiş.
Yine namazın insanı menfîliklerden koruyan bir vasfı bulunduğu, âyet-i kerîmede şöyle bildiriliyor:
“…Namazı dosdoğru kıl. Çünkü namaz, insanı hayâsızlıktan ve kötülükten alıkoyar…” (el-Ankebût, 45)
Mâneviyâtımızı korumak için sımsıkı sarılacağımız ikinci husus; helâl kazanç, helâl gıda, helâl lokma:
Helâl kazanç ve helâl gıda, insanı hayra götüren mânevî bir kuvvettir.
Abdülkâdir Geylânî -rahmetullâhi aleyh-, bu hususta şu îkazlarda bulunur:
“Ey oğul! Dünyalık toplarken, gece odun toplayan, fakat eline ne geldiğini bilmeyen kişi gibi olma. Eline geçen dünyalığın helâl mi haram mı olduğuna çok dikkat et!”
“Haram yemek, kalbi öldürür. Lokma vardır, kalbini nurlandırır; lokma vardır, onu karanlığa boğar.
Yine lokma vardır, seni dünya ile meşgul eder; lokma vardır, ukbâ ile meşgul eder.
Lokma vardır, seni her iki dünyanın da zâhidi yapar, gönlünü dünya ve âhiretin Hâlık’ına yöneltir.”
“Haram yemek, kalbini dünya ile meşgul eder ve mâsıyetleri sana sevimli gösterir.
Mubah yemek, kalbini âhiretle meşgul eder ve tâatleri sana sevdirir.
Helâl yemek ise kalbini Mevlâ’ya yaklaştırır.”
Üçüncüsü, beraberinde bulunduğumuz insan:
Zira insan, beraberindeki insandan inʻikâs alır. Muhabbetle ülfet edilen kimse hayırlı bir insansa seni hayra sevk eder, şerli bir insansa şerre...
Bunun için Cenâb-ı Hak, sâlih ve sâdıklarla beraber olmayı emretmiş, buna mukâbil, kâfir ve fâsıklarla ülfet etmeyi yasaklamıştır.
Şeyh Sâdî-i Şîrâzî, hâllerdeki sirâyetin, kişinin mânevî hayatını nasıl değiştirdiğini şu misalle îzah eder:
“Ashâb-ı Kehf’in köpeği Kıtmîr, sâdıklarla beraber olduğu için büyük bir şeref kazandı; nâmı Kur’ân-ı Kerîm’e[1] geçti.
Hazret-i Nûh ve Hazret-i Lûtʼun hanımları ise fâsıklarla gönül birliği içinde olduklarından, Cehennemʼe dûçâr oldular.[2]”
Çünkü kalpler arasında gözle görülmeyen bir inʻikâs / hâl transferi vardır. Tıpkı radyasyon gibi. Radyasyon da gözle görülmez fakat tesiri âşikârdır.
Kalpler de etrafına bir enerji yayar. Bunun müsbet olanına feyz ve rûhâniyet diyoruz, menfî olanına ise gaflet ve kasvet diyoruz…
Dolayısıyla, mânevî heyecanımızı ve gayret-i dîniyyemizi zinde tutmak için, gâfillerden sakınıp sâlihlerin dostluk, yakınlık, muhabbet ve sohbet halkalarında bulunmaya gayret etmeliyiz.
Dipnotlar:
[1] Bkz. el-Kehf, 18. [2] Bkz. et-Tahrîm,10.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Rahmet Toplumu Hayırlı Gençlik 2, Erkam Yayınları
YORUMLAR