Manevi Kurtuluşun Anahtarı
Sırf kendini kurtarmaya çalışan, başkalarının manevi kurtuluşuna hizmet etmeyenler, gönül insanı sayılamaz. Gönül adamı adı üstünde kalbini ihya etmiş, yaratılanı Yaratandan ötürü sevmiştir. Kendindeki güzellikleri başkaları ile paylaşmaya hazırdır gönül insanı. Nitekim İmam-ı Rabbani, Mevlana Celaleddin Rumi, Hace Bahuddin Nakşibend, Aziz Mahmud Hüdayi gibi hakka vasıl olan gönül ehli hep başka gönülleri inşa etmenin derdinde olmuşlardır.
Yüce Rabbimiz Kuran-ı Kerim’de insanı ahsen-i takvim yani en mükemmel şekilde yarattığını ifade eder. (Tin, 3) Rabbimiz insanın fıtratına en güzel potansiyelleri koymuş, ama bu seviyeye ulaşmak için insanın mücadele etmesini, kendisine imtihan için verilen bazı olumsuz duygu ve davranışları temizlemesi/tezkiye etmesini tavsiye etmiştir. İnsana ihsan edilen mükemmellik onun maddi varlığından çok ruhani tarafındadır. Sufilerin amacı da ruhun gelişimini ve terbiyesini önceleyerek saliki insan-ı kâmil seviyesine ulaştırmak, insanı Rabbine iyi bir kul yapmaktır.
GÖNÜL İNSANI, KALBİ İLE HAREKET EDER
Gönül insanı Rabbi ve insanlarla olan ilişkilerinde kalbi ile hareket eder. Hâlbuki bu terbiyeyi almamış insanların ilişkilerinden ana merkez gönül değil, mide yani menfaatlerdir. Az bir dünya menfaati için hem Rabbini hem de dostlarını unutur. Sadece kafasının içi doldurulan ve gönlü boş bırakılan günümüz insanı için ruhun fazileti olan fedakarlık, hizmet, sevgi gibi kavramların bir manası kalmamıştır. Her şey madde her şey çıkar içindir. Halbuki gönül insanının kalbi dünya ile meşgul iken de nefsiyle değil Rabbiyle dopdoludur. İmam Rabbani bu hali şöyle ifade eder:
“Zâhiren dünyaya rağbet eder gibi görünürler, gerçekte ise ona hiç gönül bağlamazlar. Her (dünyevî) şeyden boş ve hürdürler. “Onlar, ne ticaret ne de alış-verişin kendilerini Allah’ı anmaktan alıkoyamadığı insanlardır” (Nûr, 24/37). Ticaret ve alış-veriş, onların Allah’ı zikretmesine mâni değildir. Hz. Hâce Nakşibend (k.s) buyurmuştur ki: “Minâ Pazarı’nda genç bir tüccar gördüm, yaklaşık elli bin dinarlık alış-veriş yaptı. Bir an bile gönlü Hak Teâlâ’dan gâfil olmadı” (Mektubat, c.I, 33. M)
MANEVİYAT HAZİNESİ
Nakşiler bu hali "el karda gönül yarda" kavramı ile ifade ederler. Ne var ki bu yazımız gönül insanının Rabbi ile olan ilişkisini değil de, onun diğer insanlarla olan alakasını ele alacaktır. Zira Rabbi ile ilişkisini samimi bir kulluk üzerine bina eden salik bunun yansıması olarak hemcinsleri ile ilişkilerini istisnai bir zarafet üzerine kuracaktır. İnsanlarla olan muhabbeti kendi adına değil, elde ettiği maneviyat hazinesini onlarla paylaşma adınadır:
“Zira bu tarikatın büyükleri daha tarikatın ilk adımında ağyara olan esarete elveda demişlerdir. Bunların yerine onlar halkın Hâlıkına, yaratıcısına gönül bağlamışlardır. Bu büyüklerin halk ile olan münasebetleri onların hidayeti ve irşadı içindir. Halk ile alaka kurmalarının sebebi onları Yaratıcılarına döndürmek, Mevlâ’nın razı olduğu şeyleri onlara haber vermek içindir. Hiç şüphesiz halkı mâsivâya kulluk etmekten kurtarmak için onlara yönelenler, sırf kendi nefsini kurtarmak için Hak Sübhânehû’ye ibadet edenlerden kat kat üstündür. (Mektubat, c. I, 46. Mektup)
Mevlana hazretleri de bu durumu şöyle terennüm eder:
Gerçek gönül sâhibi bu varlık âlemini kaplamıştır; lütfundan, cömertliğinden altın saçıp durmaktadır.
O gönül sâhibi, Hakk’ın selamından, dünya halkına selametler, esenlikler saçmaktadır. (III, 2272)
İmam’ın da ifade ettiği üzere sırf kendini kurtarmaya çalışan, başkalarının manevi kurtuluşuna hizmet etmeyenler, gönül insanı sayılamaz. Gönül adamı adı üstünde kalbini ihya etmiş, yaratılanı Yaratandan ötürü sevmiştir. Kendindeki güzellikleri başkaları ile paylaşmaya hazırdır gönül insanı. Nitekim İmam-ı Rabbani, Mevlana Celaleddin Rumi, Hace Bahuddin Nakşibend, Aziz Mahmud Hüdayi gibi hakka vasıl olan gönül ehli hep başka gönülleri inşa etmenin derdinde olmuşlardır. Onlar insana ve insan onuruna büyük değer vermişlerdir. İnançlı-inançsız ayrımı yapmadan insanlara iyi davranılmasını ve kimsenin kalbinin kırılmamasını, böylece İslam ile insan arasındaki bağın koparılmamasını tavsiye etmişlerdir.
“İyi biliniz ki kalp, Allah Sübhânehu’nun komşusudur; onun mukaddes zâtına kalpten daha yakın bir şey yoktur. O halde ister mümin olsun ister âsî olsun, kalp kırmaktan ve kalbe eziyet etmekten sakınınız! Çünkü komşu isyankâr da olsa himaye edilir. Aman bundan uzak durun! Zira küfürden sonra, kalp kırmak ve eziyet etmek kadar Allah Teâlâ’nın incinmesine sebep olan başka bir günah yoktur. Zira yaratılmışlar içinde Allah Sübhânehû’nun en yakınına ulaşabilen sadece kalptir”. (Mektubat, III. Cild, 45. Mektup)
GÖNÜL EHLİ İNSANLARIN GÖĞÜSLERİ GENİŞTİR
Gönül ehli insanların göğüsleri geniştir onlar insanların eza ve cefalarına katlanırlar, zira onların gönülleri tüm kâinatı içine alacak kadar engindir. Onların çektikleri zikirler ve diğer ibadetler göğüslerinin genişlemesine vesile olmuştur: “Allah’ın, göğsünü İslâm’a açtığı, böylece Rabbinden bir nur üzere bulunan kimse, kalbi imana kapalı kimse gibi midir?” (Zümer, 22)
Peki, gönül insanı gönül yapmak adına insanların her tür hareketini kabul etmeli onlara hiçbir konuda itiraz etmemeli midir? İnsanların hatırı için dinin açık hükümlerini görmezden mi gelmelidir? İmam Rabbani hazretleri bu konuda bizlere güzel uyarılarda bulunur. Ona göre insanların hataları ancak Rabbimizin izin verdiği kadar eleştirilebilir. Burada da asıl olan meseleyi nefsanileştirmemek, cezayı ancak Hakk’ın emrettiği nispette aşırıya kaçmadan vermektir. Aksi takdirde İslam adına zulüm işlenmiş olur:
Halkın hepsi Allah Teâlâ’nın köleleridir. Her hangi birinin kölesini dövmek ve ona hakaret etmek bile efendisinin incinmesine sebep olur. O halde mutlak mâlik olan Mevla Teâlâ Hazretleri’nin şanı düşünüldüğünde, yaratıkları üzerinde tasarrufta bulunmak, ancak O’nun emrettiği kadarıyla mümkündür... Bu kadar tasarruf, eziyet değil, Allah Teâlâ’nın emrine sarılmak olur. Mesela, bekarken zina eden kişiye verilecek ceza yüz sopadır. Eğer biri çıkıp da bu miktarı artırırsa zulüm olur ve bu yaptığı, eziyet dairesine girer.
AŞAĞIDAKİ GÖNÜLLER
İnsani ilişkilerinde bu nezaketi yakalayamamış, bencillikten kabalıktan kurtulamamış Rabbine tam olarak bağlanamamış olan insanlar, her ne kadar gönül adamı olduklarını iddia etseler de bu sufilere göre yalancı bir iddiadır. Mevlana’ya göre bunların iddiası balçıktaki suyun kendini saf su olarak iddia etmesine benzer:
Sen; “Bende de gönül var.” diyorsun, diyorsun ama gönül arşın üzerinde olur, hâlbuki sen, aşağılardasın.
Kara balçıkta da su bulunduğunu herkes bilir. Fakat o su ile abdest alınmaz ki.
Balçığın içinde su vardır, vardır ama, o balçığa yenilmiş, balçıkta kaybolmuştur. Sen de gönlüne; “Bu da gönüldür.” diyemezsin. Çünkü senin gönlün de kirli emellere, şehvete, hiddete, mevki hırsına, dünya isteklerine mağlup olmuş, onlar arasında kaybolup gitmiştir. (Mesnevi, III, 2245-47)
Maalesef günümüzde Müslümanlar arasında gönül ehli insanlar azalmış, ilişkilerimizde nezaket dışı davranışlar öne çıkmaya başlamıştır. İslam’ın yanlış yorumlanması sonucunda Müslüman Müslümana karşı silah kullanır hale gelmiştir. Bu tür İslam’ın kötü yorumları ise İslam’ın tüm dünyada medeni olmayan bir din olarak algılanmasına yol açmıştır. Bu sebeple hepimizin gönül ehli olmaya özel gayret etmesi bugün daha ayrı bir öneme sahiptir. Yukarıda ismi geçen sufilerin İslam’ı yaşarken gösterdikleri incelikleri bizlerin de göstermesine hiçbir engel yoktur. Nitekim bu büyük sufilerin varisleri günümüzde de İslam en nezaketli şekilde yaşamakta, insanlığa rahmet kaynağı olmaya devam etmektedirler. Rabbimizden niyazımız gönüllerimizi kendi sevgisi ile doldurması ve bu sevgi ile insanlığa rahmet saçmamızı bizlere nasip etmesidir.
Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Sayı:384