Manevi Terbiyenin Temeli
Mûsâ Efendi Hazretleri, mânevî terbiyenin temeline Kur’ân ve Sünnet’i yerleştirmişti. Zira ona göre bu iki kaynağa dayanmayan terbiye sistemleri, insanı ıslah değil, ifsâd eder. Hattâ mânevî yolun varlık sebebi de, insanı bu iki kaynakla kâmil mânâda buluşturmaktan ibârettir.
Mûsâ Topbaş Efendi, öncelikle kendi şahsında örnek bir kulluk hayatı sergilerdi. O, her şeyden önce Cenâb-ı Hakk’a samimî bir kul olmanın derdindeydi. Hattâ zaman zaman buyururdu ki:
“İnsan şöyle düşünmeli; şu âlemde bir Rabbim var, bir de kul olarak ben varım. Kulluğumu ona göre yapmalıyım!”
Muhterem Üstâdımızın bu hissiyâtı, sevenlerine “kul olma şevki ve zevki” aşılardı.
MANEVİ TERBİYE
Yine Mûsâ Efendi Hazretleri, mânevî terbiyenin temeline Kur’ân ve Sünnet’i yerleştirmişti. Zira ona göre bu iki kaynağa dayanmayan terbiye sistemleri, insanı ıslah değil, ifsâd eder. Hattâ mânevî yolun varlık sebebi de, insanı bu iki kaynakla kâmil mânâda buluşturmaktan ibârettir. Nitekim bunu şöyle ifâde buyurmuşlardır:
“Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin emir ve yasaklarına, yani Kur’ân ahkâmına uymayan her hareket, bâtıl ve dalâlettir… Başta Kur’ân-ı Kerîm ahkâmı gelir. O köktür, değişmez. Çünkü bir insanın şerîati olmazsa hiçbir şeyi olmaz… Bizim yapacağımız, Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine cân u gönülden dikkatli olmaktır. Cenâb-ı Hak neyi emretti, neyi yasak etti ise bunun üzerinde ısrarla duracağız. Mânen terakkî için bu birinci basamaktır. Birinci basamağa dikkat edilmezse, insan lâyıkı vechile mâneviyattan istifâde edemez.”[1]
Öte yandan, Rabbânî ve nebevî terbiye, hep muhabbet ve şefkat üzerine kurulmuştur. Mûsâ Efendi Hazretleri de hem severdi, hem de muhabbeti gönüllere âdeta bir âb-ı hayat gibi ikram ederdi. Şöyle buyururdu:
“Cenâb-ı Hakk’ın verdiği en büyük mevhibe-i ilâhiyye, sevmektir. Cenâb-ı Hakk’ı sevmek, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’i sevmek, ehlullâh’ı sevmek, ihvânı sevmek, mü’minleri sevmek, hayvanâtı sevmek, sevmek, sevmek... Sevmek, böyle sıra ile birbirini takip ediyor…
ALLAH'IN HAS KULU
Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri sevdiği, aziz etmeyi murâd ettiği bir kulunun kalbine kendi sevgisini koyar. O kul, kulluk îcâbı bunun kadr u kıymetini bilip hüsn-i istîmâl ederse, yani tam ihlâs üzere, teslîmiyet yolunu tutarak kulluğun îcâbı ne ise onu îfâ ederse, perdeler açılır. Kolaylıkla Allah Teâlâ ile ünsiyet hâli tecellî eder. O bu sûretle aradığını kolaylıkla bulmuş olur. Bu, Rabbimizin ilâhî iltifâtıdır. Bu hâle, bâzen Allâh’ın has bir kulunun, yani hakîkî bir mürşid-i kâmilin nazarıyla erilir. Bu pek az kimseye nasîb olur. Mürşid-i kâmilin nazarı her mürâcaat edene tesir etmez, ancak Allâh’ın murâd ettiği, her hususta ciddî, samimî, kemâle ermiş yüksek ahlâk sahibi kişilerin dahî pek azına nasîb olur… Sevgiye nâil olan, Allah Teâlâ’ya karşı bütün vazifelerini seve seve ve büyük bir rahatlıkla ve gönül huzuru içinde îfâ eder. Bâzı âbidlerin, gönüllerindeki sevgi noksanlığı sebebiyle, ibadetlerinde tam bir zevk ve huzur hâli olmaz.”[2]
Mûsâ Efendi Hazretleri’nin nazarında her insan kıymetliydi. Onun kıymeti; şöhretinden, makâmından, malından ya da nesebinden kaynaklanmıyordu. Sadece Allâh’ın kulu olduğu için kıymetliydi. Böyle bir hürmet ve muhabbete muhâtap olan sevenleri, Üstâd’ın gözünde ve gönlünde husûsî bir yerlerinin olduğunu ve onun tarafından sevilmiş olmanın sıcaklığını yüreklerinde hissederlerdi.
Yaşı ve ictimâî durumu ne olursa olsun, herkesin isminin başına ya da sonuna; “efendi”, “bey”, “kardeş” gibi hürmet ve nezâket ifâdeleri eklerdi.
Sevenlerine olan muhabbetini bâzen hediyelerle, bâzen ziyaretlerle, bâzen de farklı usullerle izhâr ederdi. “Onun, her seveninde bir hediyesi vardır.” denilse mübâlağa edilmiş olmaz. Bir gül yağı, bir seccâde, bir kumaş, bir tesbih, bir takke, bir kandil ikrâmiyesi, bir selâm, bir hat, bir çiçek... Hepsi de hediye edenin “Efendiliği” ölçüsünde, nezâhetinde ve zarâfetinde...
KARDEŞLERİNİN HATALARINI NAZİK BİR ÜSLUPLA ANLATIRDI
Hulâsa kimin gönlüne nasıl girileceğini çok iyi bilirdi. Gönül almayı çok severdi. Muhtelif yollarla, sevenlerinin gönlünü doyururdu. “Kurtarmak için herkesi bir yerinden tutmak lâzım!” buyururdu.[3] Mûsâ Efendi Hazretleri, sevenlerini ve bilhassa hizmet edenleri yetiştirme niyetiyle, zaman zaman onların yanlışlarını kendilerine nâzik bir üslûpla hatırlatır ve nasıl yapılması gerektiğini îzah ederdi.
Zaman zaman celâllendiği de olurdu. Umûmiyetle bu durum, rızâ-yı ilâhîye muhâlif veya ahmakça davranışlar karşısında görülürdü. Ancak onun celâli, cemâl içre bir celâldi. Böyle olduğu içindir ki, onun îkazlarından hiç kimse kırılıp gücenmez ve küsüp gitmezdi. Muhâtaplarını iterek ve dışlayarak değil, kendine çekerek, onlara yaklaşarak îkazda bulunurdu.
Muhterem Üstad Hazretleri, zaman zaman derin bir sükûta bürünmek sûretiyle de, irfân ehli kardeşlerine husûsî terbiye usulleri tatbik ederdi. Onun bu uzun sükût hâlinde, yanında bulunanlar da feyz ve rûhâniyete gark olur, gözyaşlarını tutamazlardı. Gönülleri âdeta başka bir iklime kanatlanırdı.
DİPNOTLAR
[1] Bkz. Sâdık Dânâ, a.g.e, II, 98; IV, 84; V, 40.
[2] Bkz. Sâdık Dânâ, a.g.e, V, 22, 80-81.
[3] Bkz. Allah Dostunun Dünyasından, s. 10.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
YORUMLAR