Manevi Yolda İstenen Nedir?

Manevî yola tâlib olanlarda evvelâ; dürüstlük, tevâzu, engin gönül, mülâyemet, (herkesle) geçimlilik, ihlâs, istikâmet aranır. İkinci olarak da; gayret, samimiyet, fedakârlık aranır. Sözün kısası, mârifetullah tâlibleri aradıkları gönül hoşluğunu ancak tasavvuf yolu ile elde edebilirler. İstifâde edebilmek için niyetlerin hâlis olması ve gayretlerin de Allah rızası için olması lâzımdır.

Seyr u sülûk yoluyla insan, ihlâsı, gayreti ölçüsünde kemâle erer ve o zaman Kur’an ahkâmını layıkı ile yerine getirebilir. Çünkü nefsi ölmüştür. Hakla var olmuştur. Dini bilgisi, görgüsü tamdır. Edeb ve hayâ sahibidir. İçinde, şüphe, vesvese, kuruntu diye bir şey kalmamıştır.

Her an Rabbini andığı için gâfil değildir; îkânı, ihlâsı, istikâmeti kuvvet bulmuştur. Buna rağmen, namazı, niyâzı, ibâdeti, istiğfârı boldur. Her meziyetler üzerinde toplandığı için Allah’ın dostu olmuştur. Bu zümre, Kur’ân-ı Kerim’in ahlâk, âdâb ve emirlerinden zerre kadar inhiraf etmekten son derece korkarlar. En ince hususları seve seve büyük bir neş’e içinde îfa ederler. İslâm yolunun tam tatbikçileridir. Çünkü nefisleriyle mücadele etmesini bilirler.

HAK ERLERİNİ YETİŞTİRME VE TERBİYE ETME OKULU

Bazı kimselerin şeyhleri hakkında aşırı sevgileri dolayısıyla mübalağalı konuşmalarını vesîle ittihaz edip de, mânevî seyr u sülûk yoluna, ileri geri, yersiz, lüzumsuz sözler sarfetmek çok mânâsız ve hüsrânı mûcibdir. Çünkü bu Hak yolu, istidâdı olup da, kabul olunan Hak erlerini yetiştirme ve terbiye etme okuludur. -Sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in ve ashâb-ı kiram hazerâtının yoludur. Sebepli olarak, kasıtlı olarak tarîkat, herkese yanlış anlatıldığı gibi, tembel tembel bir kenarda oturup, herkese el açıp, fertlere cemiyete yük olmayı değil, çalışma, yardımlaşma, fertlere, cemiyete hizmet etmeyi emreder. Çünkü Allah’ın rızası, çalışmakta ve hizmettedir. Hatta “bâr (yük) olma yâr ol sözü sık sık tekrarlanır.

Seyr u sülûk için müracaat edildiğinde, Şeyh efendi her müracaat edeni hemen kabul etmez. Sîretine ve sûretine bakar. Niyetini hâlis, manevîyata kabiliyetli görürse istihâre verir, lâyık görmezse tehir eder. Gayeleri gelişi güzel önüne gelenleri toplamak değil, lâyıkı veçhile gönül ehillerini teşhis edip onları kemâle erdirmektir.

Hakiki tarîkat şeyhleri, azamet-i ilâhiyyeye olan vukufları derin olduğu için halkın kendilerine göstermiş oldukları itibar ve hürmetten dolayı Cenâb-ı Hakk’a karşı boyunları dâima büküktür. Çünkü kendileri böyle hatt-ı hareketleri ne severler, ne de hoşlanırlar.

Fahr-i Kâinat, Eşref-i Mahlûkat, Habib-i Kibriyâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz Hazretleri bile, Allah Teâlâ ve Tekaddes Hazretleri’nin kendisine bildirdiklerini bilmiş ve bildirmiş; bildirmediklerini ise bildirmemiştir.

Mürşîd-i kâmiller verese-i enbiyâ oldukları bazılarına geniş tasarruf selâhiyeti verilir, bazısından kısılır. Her şey Cenâb-ı Vâcibü’l-Vücûd Hazretleri’nin emriyledir.

Hulâsa Cenâb-ı Hak nasib olmetmezse kul, ne mertebede olursa olsun elinden bir şey gelmez. Yeryüzünde mürşid-i kâmiller pek az bulunur, hatta azın da azıdır. Bunların da selâhiyetleri Cenâb-ı Hakk’ın kendilerine bahşetmiş olduğu ölçüdedir. Bir mürşid bir hastayı ziyaret ettiğinde veya bir hastanın şifaya kavuşması için dua ettiğinde yüzde yüz olarak şifa beklememelidir. Dolayısı ile kâdir-i mutlak olan Allah’tır. Ne istenecekse Allah’tan istenmelidir.

Kaynak: Sâdık Dâna, Tasavvuf ve Mârifetullah, s.24- Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

MANEVİ YOLDA İLERLEMEK İÇİN 12 KURAL

Manevi Yolda İlerlemek İçin 12 Kural

MÂNEVİ YOLUN ÖLÇÜLERİ

Mânevi Yolun Ölçüleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.