Manevi Yolları Kötüye Kullanmayı Engelleme

Yakın zamanda dini görünümlü cemaatlerden büyük ihanetler gören ülkemizin tekrar bu acıları yaşamaması için bu yazımızda başta İmam Rabbani olmak üzere bazı büyük sufilerin uyarılarını sizlerle paylaşmak son derece faydalı olacaktır ki bir daha aynı delikten ısırılmayalım.

Sufiler, maneviyat yollarının kötüye kullanılmasına engel olmak için devamlı olarak otokritik yapmışlar,  kötü niyetle aralarına girenleri ayıklamak için özel gayret göstermişlerdir. Dünyevi niyetlerle tarikata girenler hem kendilerine hem de tüm müridana zarar vermişler, onlar yüzünden maneviyat yollarına laf edilir olmuştur. Özellikle lider konumunda olanların nefislerine uyması bu zararı daha da büyütmüştür. Yakın zamanda dini görünümlü cemaatlerden büyük ihanetler gören ülkemizin tekrar bu acıları yaşamaması için bu yazımızda başta İmam Rabbani olmak üzere bazı büyük sufilerin uyarılarını sizlerle paylaşmak son derece faydalı olacaktır ki bir daha aynı delikten ısırılmayalım.

CEMAAT VE TARİKATLARIN BOZULMASININ EN ÖNEMLİ SEBEBİ

Nakşiliğin müçtehit şeyhlerinden olan İmam Rabbani’ye göre dini cemaatlerin ve tarikatların bozulmasının en önemli sebebi dünya sevgisidir. Zira dünyanın ve nefsaniyetin zevklerine olan aşırı sevgiyi içinden atamayanlar ellerine geçen ilk fırsatta ellerindeki manevi gücü kötüye kullanmaktan geri durmamışlardır. Bu sebeple tasavvufu büyük oranda zühd -dünyadan yüz çevirme- olarak tarif eden sufiler olmuştur. Zira dünyanın geçici zevklerinden makam ve mevkilerinden vazgeçemeyenler samimi olarak dindar olmazlar:

“Makam ve mevki sevdasından geçmiş, dini desteklemek ve yaymaktan başka gayesi olmayan dindar âlimler gerçekten çok azdır. Makam sevgisi içinde oldukları zaman bu âlimlerden her biri bir tarafı tutar, kendi üstünlüğünü göstermek ister. İhtilaflı konuları ortaya atarlar ve bunu padişaha (zamanın idarecilerine) yaranmak için vesile yaparlar. Sonunda din işi neticesiz kalır. Önceki dönemde âlimlerin ihtilâfı âlemi belâya soktu. Bu kötü âlimlerin sohbeti (padişahla beraberliği) devam ettiği sürece dini desteklemek nasıl mümkün olabilir? Aksine bu durum dini tahrip edecektir. Bu durumdan ve kötü âlimlerden Allah korusun.” (Mektubat, c.I, 53. Mek)

DİN YOLUNDA OLAN ALİMLER

İmam’a göre din yolunda olan âlimler ve sufilerin tek hedefi dini güçlendirmek ve onun yayılmasına hizmet etmek olmalıdır. Hâlbuki içinde dünya sevgisi olanlar, dinin değil de kendi görüşlerinin ve felsefelerinin yayılmasına gayret ederler. Bunu da açıkça yapmaz, dini kullanarak insanları dindarlık kisvesi ile kandırarak yaparlar. Müritlerine sadece kendini öğreten, kendi camileri dışında namaz kılınmasına izin vermeyen, bazı ufak fıkhi meseleleri büyüterek buralardan kendilerine yapay kimlikler oluşturmaya çalışan tarikat ve yapılar bilerek veya bilmeyerek uzun vadede fesat yoluna girmiş olmaktadırlar. Tarikatı hakka hizmet yerine nefsani büyüklük yarışına dönüştüren bu yapılar, liderlerinde olağanüstü güçler vehmetmekte, halkın dikkatini çekmek için mehdilik, peygamberlik, şefaatçi olma makamlarını kendilerine atfetmektedirler. Bu tür grupların tek hedefi kendilerine mankurt yetiştirmektir. Bunun dışında onların İslam’ın dünyada yayılması gibi bir dertleri yoktur. Bu sebeple kendilerinden başka hak yol tanımayan, İslam tevazuundan nasip alamayan her tür gruptan uzak durmak lazımdır.

Nitekim dini görünümlü bu sapık gruplar içyüzleri ortaya çıkınca hemen batı ülkelerine kaçmıştır.   Dünyevi makamları elde etmek için Müslüman devlet adamlarından yardım istemek bile son derece yanlış görülürken gayri müslim şahıs ve kurumlarla gönül birliği yapmanın tevil götürecek hiçbir tarafı yoktur. Görüldüğü üzere bu tür gruplar izzeti, Allah ve Resulü yanında aramak yerine kâfirlerin gölgesinde aramaktadırlar. Allah Teâlâ bu tür zayıf karakterli münafıklar için şöyle buyurur: “Hâlbuki güç, kuvvet, kudret, hükümranlık, Allah’ın, Resulünün, şuurlu ve kâmil müminlerindir. Fakat Müslüman görünerek İslâm’a karşı gizli eylem planları ve eylem yapan münafıklar bunu bilmiyorlar.” (Münafikun, 8)

DİN İSTİSMARCILARI ŞEYTANDAN BİLE TEHLİKELİDİR

İmam’a göre tek derdi dünya nimetleri olan bu tür din istismarcıları şeytandan bile tehlikelidir. İmam bu konuda şöyle der:

Büyüklerden bir zât lanetli Şeytan’ı boş otururken görmüş ve bunun hikmetini sormuş. Şeytan cevaben: Bu zamanın âlimleri bizim işimizi yapıyor. Halkı ifsat ve dalâlete sürükleme konusunda onlar yeterlidir, demiş. Eğlence ve beslenme ile meşgul olan âlim, Kendi yolunu kaybetmiştir, başkalarına nasıl rehberlik etsin?

Mevlana hazretleri de Allah sevgisinden mahrum fakat dünya sevgisinde zengin olan saf dindarları kandıran bu tür kimseleri, Allah fakiri, lokma yoksulu, ekmek dervişi ve ekmek aşığı olarak isimlendir ve onları şöyle tarif eder:

“Allah’tan fakir, fakat dünya malına istekli olan kişi, fakirliğin resmidir; can ehli, yani manevi hayat sahibi değildir. Köpek resmine sen kemik atma...

 Onda lokma yoksulluğu vardır, Hak yoksulluğu yoktur. Bir ölünün önüne yemek tabağı koyma...                              

 Ekmek dervişi, toprak balığı gibidir. Şekli balığa benzerse de denizden ürker, kaçar.

O tavuk gibi ev kuşudur, Hakk’a yakınlık dağında bulunan Hidayetin Zümrüt-i Anka’sı değildir. Güzel yemekler yer, şerbetler içer, yani dünya lokması yer ama Allah lokması yemez.                         

O, yani sahte derviş, yemek içmek için Hakk’a âşıktır. Yoksa ruhu Allah’ın manevi  güzelliğinin hüsn ü cemalinin âşıkı değildir.” (Mesnevi, Şefik Dede, c.I, 2753-56)

GERÇEK ALİMİN VE SUFİNİN GÖSTERGESİ

Gerçekten de ülkemizde ortaya çıkan FETÖ gibi hareketler şeytani güçlerin kolayca ulaşamayacağı nice dindar ailelerin çocuklarını yoldan çıkarmış ve onları batıya birer gönüllü asker haline getirmiştir.

Bu sebeple gerçek âlimin ve  sufinin samimiyetinin göstergesi onların dünyaya değil ahirete yönelmesidir. Din adına ortaya çıktığı halde şatafatlı hayat yaşayan, lüks ve gösteriş meraklısı kimselerden uzak durmak gereklidir. İmam bu konuda şöyle der: “İslâmiyet’i, ahiret âlimlerine (dünya malına düşkün olmayan âlimlere) sorup öğrenmelidir. Böyle mübarek insanların sözleri tesirli olur. Bunların nefeslerinin bereketi ile sözlerini yapmak kolay olur. İlmi mal ve makam elde etmeye vesile yapan dünya âlimlerinden uzak durmak gerekir.” (c.I, 73. Mek)

Bizim için hem şahısları hem de kurumları değerlendirirken ölçü dinin haram ve emirlerine karşı bu tür yapıların gösterdiği hassasiyettir. Eğer bir grup dinin haramlarını açıkça, sistematik olarak çiğniyorsa, mesela kadın erkek ilişkilerinde sınırsızca davranıyorsa, şahsi reklam için hesapsızca para harcıyorsa, dinin başörtüsü, faiz gibi emirlerini keyfine göre yorumlayarak işlevsiz hale getiriyorsa, bu kimse bir âlim, sufi veya siyasi lider olsun bunlardan uzak durmak gerekir. İbn Kayyim Cevzi bu konuda “Bir insanın kalbi muhabbetten yansa bile Allah’ın emirlerini yerine getirmiyorsa ona uyulmaz” der. Bununla beraber İslam’ın zahir ve batınını yaşama hususunda hassas olan, haramlardan elinden geldiğince kaçınan, emirleri de tüm gücüyle yapmaya çalışan, ümmet bilinci içinde tüm Müslümanlara karşı şefkat ve sevgi ile yaklaşan cemaat, tarikat ve gruplar da önemlidir. Bazı gafillerin veya kötü niyetlilerin keyfine uymuyor diye bu tür grupları dışlamak ta aslında kendi bindiğimiz dalı kesmektir. Hz. Mevlana samimi Allah dostları ile sahtekârları şöyle tarif eder:

“Velilerin sözleri de yaptıkları işler de aydınlıktır, sıcaktır, samimidir. Sahte şeyhlerin, aşağı kişilerin işleri ise kandırmak, hile yapmak ve utanmazlıktır.” (Mesnevi, c. I, 320)

Sahte şeyhlerin adları, sözleri tuzaklara benzer. Onların kulağı okşayan, fakat rûhânî olmayan güzel sözleri, ömrümüzün suyunu emen kumdur.

Allah Teâlâ tüm dindarları zamane afetlerinden ve fitnelerden muhafaza buyursun. Hak yolunda olan insanları bizi kandırmaya çalışan sapıklardan ayırt edecek feraseti hepimize nasip eylesin. Âmin.

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, Sayı: 391

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.