Marifetullaha Ermiş Kalbin Davranışları

Mârifetullaha ermiş zatların her hareketinde derin, zarif ibret dersleri vardır. Onların hayatı Allah ile yüzyüze yaşamak gibidir. 

Merhum Musa Tobbaş kuddise sırruh Üstadımız “Tasavvuf ve Mârifetullah” adlı eserinde mârifetullah ilmi ile ilgili şu bilgileri verir:

“-Mârifetullah ilmi, hududu, sınırı, nihayeti olmayan bir ummandır. Bütün kâinatı içine alan ilm-i ilâhidir. Bu, tarif edilemez ancak herkes nasibine, anlayışına, derecesine göre söz eder.”

DÖRT HASLET

“- Mârifetullah ilminde terakki de, kalb, gönül âleminin parlaklığına temizliğine bağlıdır. Hak yolu yolcusunda dört haslet olursa sünûhât-ı Rabbânî gönül âlemine bütün bereketi ve rahmeti ile nüzul eder. Onlar da şunlardır:

1- Kuvvetli ihlas sahibi olmak.

2- Samimi istikamet ehli olmak.

3- Gayretli sebatkâr olmak.

4- Tam teslim olmak.”

Hududu, sınırı olmayan mârifetullah ilmini elde etmiş Hak dostlarının davranışları bizler için ne güzel örnektir. Ve ne ibretli derslerle doludur.

Osmanlı’nın son dönemi, Cumhuriyetin ilk yıllarını yaşayan Hak dostlarından Adana’lı Mahmud Sami Ramazanoğlu kuddise sirruh hazretleri bu güzel örneklerden biridir.

Mârifetullaha ermiş bir kalbin yansımaları olarak onun hayatından, davranışlarından işte sizlere birkaç sahne, bir kaç kesit!..

HER İŞTE ALLAH’IN RIZASINI ARAMAK

Muhterem Ali Hüsrevoğlu anlatıyor:

Mahmud Sami Ramazanoğlu hazretleri bizzat kendisi yaşamadığı hiç bir şeyi tavsiye etmemiştir. Bir şeyi tavsiye ettiyse de herkesten önce söylediğini kendisi tatbik etmiş ve bunu yalnızca “Allah için” ve samimiyetle yapmıştır. Ziyaretlerine gelen bir sevdiğine sehpadaki bardağı eline alıp göstererek:

“-Hafız Fehmi Efendi! Şu bardağı şuradan alıp şuraya koymakta bile Allah’ın rızasını arayacağız” buyurmuşlardır.

Küçük büyük her davranışımızda Allah’ın rızasını aramak ne engin bir anlayış!.. Ne derin, ne ince bir düşünüş!.. Ne tefekküri bir hayattır.

MAHLÛKATIN EN EDNÂSI

Muhterem Üstaz hazretleri kendilerini daima mahlukatın en zayıfı olarak görürlerdi.

Hayatının son dönemlerinde ziyaretine gelen misafirlerden derin bir mahcubiyet duyar ve ellerini yüzüne kapatarak:

“-Ya Rabbi ben bu kullarına bana gelin demiyorum. Bunlar fakire hüsn-i zanda bulunuyorlar. Bunları reddetmek benim elimde değil” diye Rabbimize niyazda bulunurdu.

Bu niyazlar, bu kalbi duyuşlar mârifete ermiş bir kalbin yansımasına ne güzel örnektir.

MADEM Kİ İSTİYOR VERMEK LAZIM

Bir seferinde de Kâbe’de yatsı namazını beklerken bir sâil tam yedi defa gelir. Muhterem Üstaz hazretlerine “Allah için ” diyerek elini açar.

Yanında bulunan refikleri bu duruma sabredemeyip engel olmak ister.

“- Efendim! Bu şahıs zât-ı âlinizden alıp arkaya geçiyor. Bir müddet sonra tekrar geliyor elini açıyor. Bu yedinci gelişleridir” diye bir hatırlatmada bulunur.

Muhterem Üstaz refiklerinin gönüllerini ferahlatmak üzere:

Öyle mi?!..” diyerek tebessüm eder ve peşinden:

“Madem ki istiyor vermek lazım. Hiç vermemektense az vermeyi tercih etmek lazım” der.

İslâm’ın nuru kalbe yerleşti mi insanın sadrı genişler. Halikın nazarıyla mahlukata bakmaya başlar. Sabrı, sebatı, sehaveti, şefkat ve merhameti artar. Yeter ki insanoğlu sadrındaki cevherleri harekete geçirebilsin.

KÜÇÜCÜK BİR BÖCEKTE KOCA BİR HAYAT VAR

Mârifetullaha ermiş zatların her hareketinde derin, zarif ibret dersleri vardır.

Tefekküri hayata dair şu hatırayı merhum Fatihli Hüseyin Coşkun amca anlatmıştı.

Bir gün Sami Efendimizi ziyarete gittim ve devlethânenin kapısını çaldım. Kapı açıldı ve içeriye buyur edildi. Odaya girdiğimde Üstadımızı elinde kalem bir şey yazarken gördüm. Huzurlarını bozmamak için hemen yanına varıp oturdum. O esnada defterin üzerine nokta büyüklüğünde bir böcek kondu.

Muhterem Üstaz hazretleri bana bakarak:

“- Hüseyin Efendi! Şunu görüyor musun? Şu kadarcık böcekte koca bir hayat var, Onda bütün hayat mevcut. Allah’ın büyüklüğünü teemmül edelim” buyurdular.

Hakikaten küçücük bir böcekte koca bir hayat!..Bir de koca kâinatta bu kadar canlı mahlukat!.. Hepsi Allah Teâlâ’nın azametine, mârifetine işaret!..

YEDİ KAT SEMAYI KUŞATIR

Sami Efendimiz’in şerh-i sadırla ilgili şu sözünü çok sık naklederdi.

Bir gün Üstadımız elini göğsünün üzerine koyarak bana şöyle dedi:

“-Hüseyin efendi! Şu insan sadrında o kadar hücreler vardır ki, yedi kat semayı kuşatır. İnsan ne kadar mükerrem değil mi? Ama ne yazık ki çoğumuz gaflet içindeyiz.”

DOLMUŞ ÜCRETİNİ İNFAK ETMESİ

Muhterem Üstaz hazretleri her gün işe gidip gelirmiş. Erenköy’den trene biner Haydarpaşa’ya gelir oradan vapurla Karaköy’e geçerlermiş. Hava şartlarına göre bazen dolmuşa biner, bazen de yürürlermiş. Açık ve güzel havalarda Galata Köprüsünü yürüyerek geçmeyi severlermiş.Yürüdükleri gün, dolmuşa verecekleri ücreti bir fakire verirlermiş.

“-Elhamdülillah! Rabbimiz sağlık sıhhat verdi yürüdük” diye şükrederlermiş.

Allah dostları bir ömür hamd ve şükür halinde yaşayan iman erleridir. Allah’ın kendisine verdiği nimetlerden fakir, garib, kimsesizleri gözeten yiğitlerdir. Onlar mârifetullaha ermiş bir kalbden yansıyan davranışlar olarak devamlı infak etmek için vesileler arayan bahtiyarlardır.

İŞİN KADAR GÖRÜŞ VE AYRIL

Muhterem Üstaz hazretleri kalbin safiyetini muhafaza ile ilgili olarak da Hüseyin amcaya şu tenbihatlarda bulunmuştur:

“- Siz, işiniz icâbı değişik insanlarla ihtilât edersiniz.

Sakın!.. İşinizi bitirdikten sonra derhal oradan ayrılın. Ehl-i dünya ve ehl-i gafletle bir arada bulunmayın. Onlarla hemhal olmayın! İşiniz îcâbı kadar oturun , görüşün” buyurmuşlardır.

Ehl-i dünya, ehl-i gafletten uzak durmak, onlarla bir arada bulunmamak mârifetullaha erebilmek için bir hayat disiplini idi. Kâmil mümin olabilmek için bu terbiyeye girmek zaruri idi.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, 360. Sayı, Şubat 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.