Mâûn Suresi 6. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri
Mâûn Suresi 6. ayeti ne anlatıyor? Mâûn Suresi 6. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...
Mâûn Suresi 6. Ayetinin Arapçası:
اَلَّذ۪ينَ هُمْ يُرَٓاؤُ۫نَۙ
Mâûn Suresi 6. Ayetinin Meali (Anlamı):
Yaptıkları ibâdetleri gösteriş için yaparlar.
Mâûn Suresi 6. Ayetinin Tefsiri:
İkinci
olarak tasvir edilen insan, birincisi gibi açıktan dini, hesap ve cezayı
yalanlamasa da, iman henüz kalbine tam yerleşmemiştir. İbadetlerindeki hal ve
tavrı bunun açık tezâhürüdür. Burada onun namaz ve zekât hususunda sergilediği
gâfil, riyâkâr ve engelleyici tavır üzerinde durulur:
Birincisi;
bu kimseler namaz kılarlar, fakat namazlarından gafildirler. Ona gereken
ehemmiyeti vermezler. Bu gaflet ve dikkatsizliği şöyle izah edebiliriz:
Onlar namazın önemini kavrayamadıkları için onu gereği gibi ciddî
bir vazîfe olarak yapmazlar.
Kılınıp kılınmadığına aldırmazlar.
Vaktine dikkat etmezler, vaktin geçip geçmediğine aldırmayıp geciktirirler.
Namazın terkinden endişe ve rahatsızlık duymazlar.
Kıldıkları vakit de, Allah için hâlis niyetle kılmayıp dünyevî
birtakım maksatlar için kılarlar
İnsanlarla beraber bulunduklarında namaz kıldıkları hâlde, yalnız
kaldıklarında kılmazlar; kılsalar bile Hakk’ın huzûrunda imiş gibi bir huşû ve
tâzim içinde değil, gösterişle kılarlar.” (bk.Elmalılı, Hak Dîni, VIII,
6168)
Onlar
hakkında başka bir âyet-i kerîmede: “Onlar namaza tembel tembel gelirler”
(Tevbe 9/54) buyrulur.
Ağırdan
alarak namazı son vaktine kadar geciktirmek ve zoraki kalkarak vazîfe savar
gibi hemen farzını kılıvermek, Allah muhâfaza buyursun, insanı münafıklığa
götüren kötü bir haslettir.
Alâ
b. Abdurrahmân anlatıyor:
Bir
öğleden sonra Enes bin Mâlik’in yanına gitmiştik. Enes, biz varınca hemen
kalkarak ikindi namazını kıldı. Namazını bitirince kendisine namazı erken
kıldığını söyledik. O da niçin böyle erken kıldığını anlatarak şöyle dedi:
Resûlullah
(s.a.s.)’in şöyle buyurduğunu işittim:
“O münafıkların namazıdır! O münafıkların namazıdır! O münafıkların
namazıdır! Onlardan biri oturur, oturur, tam güneş sararıp batmaya yüz tutunca,
şeytanın iki boynuzu arasına girince kalkar, kuşun yem toplaması gibi hızlıca
dört defâ yatıp kalkar, namazda Allah’ı da pek az zikreder.” (Müslim,
Mesâcid 195; Muvatta, Kur’ân-ı Kerîm 46)
Çünkü
onların niyeti, Allah rızâsı için ibâdet etmek, namaz kılmak değil, gösteriş
yapmaktır. Zâhiren müslümanlarla beraber bulunmaktır. Onlardan gelecek
menfaatin devamını sağlamak, bir zarar ihtimali varsa ona da engel olmaktır.
Nitekim Hz. Mevlânâ, gösteriş için yapılan amellerin bir fayda sağlamayacağını,
Hz. Ömer zamanında Medine’de vuku bulan bir yangın felâketini sözkonusu ederek
şöyle anlatır:
Hz.
Ömer’in halifeliği zamanında Medine’de bir yangın oldu. Ateş taşları bile kuru
odun gibi yakıyordu. Binaları, evleri saran ateş, kuşların yuvalarını, hatta
havada uçarken kanatlarını bile tutuşturuyordu. Şehrin yarısı alevlerle
sarıldı, su bile bu ateşten korktu da şaşırıp kaldı. Bazı akıllı kişiler,
ateşe, kovalarla su ve sirke döküyorlardı. Ateş ise inadına artıyordu. Sanki
ona gayb âleminden, ötelerden yardım geliyordu. Halk koşarak Hz. Ömer’e
geldiler. “Bu yangın su ile sönmüyor” dediler. Hz. Ömer buyurdu ki:
“-
O ateş Allah’ın ayetlerinden, işaretlerindendir. Sizin hasisliklerinizin bir
alevidir. Suyu bırakın, yoksullara ekmek dağıtın, eğer benim soyumdan iseniz,
hasislikten vazgeçin.” Halk, Hz. Ömer’e:
“-
Bizim kapılarımız açıktır. Biz cömert kişileriz, iyilikten, yardım etmekten hoşlanırız”
dediler. Hz. Ömer buyurdu ki:
“-
Siz verdiğiniz ekmeği, Allah rızâsı için değil de, gösteriş için veriyorsunuz.
Geleneğe, göreneğe uyarak iyilik elinizi açıyorsunuz. Siz, övünmek için,
gösteriş için verdiniz; Allah’tan çekinerek, korkarak vermediniz.”
Bu
kıssayı nakleden Mevlânâ (k.s.) öğüt olarak der ki:
“Allah’ın
ihsan ettiği malı nefsine uymuş kötü kişilere vermek, yol kesen eşkiyanın
eline kılıç vermek gibidir. Din ehlini, kin ehlinden ayır, Allah’a dost olanı
ara, bul; onunla düş, kalk. Herkes kendi huyunda olanlara iyilik eder, yardımda
bulunur; kötü kişi de, böylece bir iş yaptım sanır.” (Mevlânâ, Mesnevî,
3707-3720. beyitler)
Şâir
Nâbî der ki:
“Ne belâdır bu riyâ bâşına
halkın ki eder
Mübtelâsın iki âlemde safâdan mahrûm.”
Hz.
Ömer, vâlilerine şöyle nasihat ederdi:
“Benim
katımda en mühim işiniz namazdır. Kim onu koruyup vakitlerine dikkat ederse,
dînini korumuş olur, kim de onu yerine getirmeyip yitirirse, dînini de kısa
zamanda yitirir.” (Muvatta, Vukûtu’s-Salât 6)
İkincisi;
o riyâkâr münafık tip zekât, sadaka ve diğer yardımlar hususunda da
ihmâlkârdır. Hesaba ve cezaya inancı olmadığı veya son derece zayıf olduğu için
bu tür emirlere gereken ihtimamı göstermez. Mesuliyetini yerine getirmez. Her
türlü hayra ve iyiliğe mâni olur.
Âyette geçen اَلْمَاعُونَ (mâ‘ûn) kelimesi çok şümullüdür. “Zekât, sadaka, diğer mâlî
mesuliyetler, insanların kendi aralarında ödünç alıp verdikleri eşyalar” gibi
mânalar ifade eder. Dolayısıyla bu kelime farz olan zekâttan başlayarak,
insanın ödünç olarak verdiği elek, kova ve iğneye kadar her şeye şâmildir.
Bundan hareketle “mâûn”u, “kendisinde insanlar için fayda bulunan küçük ve az
bir şey” olarak tarif etmek mümkündür. Bu mânada zekât da “mâûn”dur. Çünkü o da
çok olan maldan, yoksullara verilen küçük bir paydır. Diğer taraftan umûmî
ihtiyaç eşyaları da “mâûn”dur. Bunlar, gerektiğinde alınmasında bir mahzur
olmayan, zengin olsa da fakir olsa da insanın ihtiyaç duyduğu eşyalardır. Bu
tür eşyaları ödünç vermekte bile cimrilik gösteren kişi, gerçekten ahlâken çok
seviyesiz bir davranış yapmış olur. Zira bunlar ödünç verildiğinde onda bir
eksiklik meydana gelmeyeceği âşikârdır. Hâsılı, âhirete inanmayan, yaptığı
iyiliklerin karşılığını orada fazlasıyla bulacağına imanı olmayan bir kimsenin,
bırakalım Allah yolunda candan, maldan geçmeyi, başkalarına böyle en küçük bir
fedakârlığı bile göstermeyecek kadar küçük kalpli olduğu belirtilir. İmansızlık
ve aşırı cimrilik göstergesi olan bu davranışlar kınanır. Böyle yapanlar ikaz
edilir; hesap, ceza ve cehennem azabıyla uyarılırlar.
Bu
sebepledir ki, ashâb-ı kirâm, küçük ve önemsiz gibi görülen yardımlardan bile
müstağnî kalmazlar, dâimâ birbirlerine infâk etmeye çalışırlardı. İbn Mes’ûd (r.a.)
şöyle buyurur:
“Biz,
Resûlullah (s.a.s.) zamanında kova,
tencere gibi eşyâları ödünç olarak vermeyi insanlara yardım cümlesinden
sayardık.” (Ebû Dâvûd, Zekât 32/1657)
Şimdi
Mâûn sûresinde zikredilen yalanlamaya mukabil ispat; merhametsizlik ve
cimriliğe mukabil cömertçe verip çok hayır yapma; namazdan gaflete mukabil
namaza devam; gösterişe mukabil tam bir ihlas ve samiyet; en küçük bir yardımı
bile engellemeye mukabil kurban ve fedakârlıkla sadaka verip yoksulları doyurma
gibi yüksek dinî vazife ve faziletler öğretilip teşvik edilmek üzere Kevser
sûresi geliyor:
Mâûn Suresi tefsiri için tıklayınız...
Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri
Mâûn Suresi 6. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...