Mazeret Üretmeden Canla Başla Hizmet Ettiler
Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’i sevip O’nun muhabbetine lâyık olabilmemiz için de, dilimizin salevât-ı şerîfe ile ıslak, kalbimizin sürekli O’na râbıta hâlinde olması zarûrîdir. Kalp, Rasûlullah’tan ne kadar in’ikâs alırsa, o derecede kemâle erer.
Cenâb-ı Hak, Rasûl’ünü tekrîm ederek şöyle buyurur:
“Andolsun ki, sizden Allâh’a ve âhiret gününe kavuşacağını uman ve Allâh’ı çok zikredenler için Rasûlullah’ta üsve-i hasene (en mükemmel bir örnek) vardır.” (el-Ahzâb, 21)
“Şüphesiz ki Allah ve melekleri, Peygamber’e çokça salât ederler. Ey mü’minler! Siz de O’na salevât getirin ve tam bir teslîmiyetle selâm verin!” (el-Ahzâb, 56)
Ashâb-ı kirâmda bu iki âyetin tezâhürünü ve muhabbetin nasıl da zirveleştiğini pek çok misal ile müşâhede etmekteyiz. Muhabbetin kaynağına, Allah ve Rasûlü’nde erişenler, kıyâmete kadar ümmet-i Muhammed’in seçkinleri olarak yaşarlar, fânî hayatlarından sonra da hep rahmet ve duâlarla yâd edilirler. Bu hâle erişen sayısız Rasûlullah âşıklarından ikisinin hâli şöyledir:
Adal ve Kare kabîleleri, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’den kendilerine İslâm’ı öğretecek muallimler istemişlerdi. Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- de onlara on kişilik bir heyet gönderdi. Kâfile Recî mevkiine varınca tuzağa düşürüldü, heyettekilerin sekizi şehid edildi, ikisi de esir alınıp Mekkeli müşriklere teslim edildi.
Esir edilen sahâbîler Zeyd ve Hubeyb -radıyallâhu anhumâ- idi. İkisi de zâlim müşrikler tarafından şehid edildi. Şehid edilmeden evvel her birine farklı farklı yerlerde:
“–Hayâtının kurtulmasına mukâbil, senin yerinde Peygamber’inin olmasını ister miydin?” diye soruldu. İkisi de bu tâlihsiz soruyu soran müşriğe acıyarak baktı ve:
“–Benim çoluk-çocuğumun arasında olup Peygamber’imin burada olmasını istemek şöyle dursun, şu an bulunduğu yerde O’nun ayağına diken batmasına bile aslâ gönlüm râzı olmaz.” cevabını verdi.
ASHABIN RESULULLAH'A SEVGİSİ
Bu eşsiz muhabbet manzarası karşısında hayretten donakalan Ebû Süfyan:
“–Hayret doğrusu! Ben, dünyada Muhammed’in ashâbının O’nu sevdiği kadar önderlerini seven başka bir topluluk asla görmedim.” dedi. (Vâkıdî, I, 360-362; İbn-i Sa’d, II, 56)
Müşrikler, Hubeyb -radıyallâhu anh-’ın yanına gittiler. Ona, dîninden vazgeçerse kurtulacağını söylediler. O ise:
“–Dünyayı verseniz bile dînimden dönmem!” dedi.
Şehîd edilmeden evvel bir tek arzusu vardı:
“Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e muhabbet dolu bir selâm gönderebilmek!..”
Lâkin kiminle gönderebilirdi ki! Yanında bir tek müslüman yoktu! Gözlerini mahzun bir şekilde semâya kaldırdı ve ilticâ hâlinde:
“–Allâh’ım! Burada selâmımı Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e ulaştıracak kimse yok. O’na selâmımı Sen ulaştır!” dedi.
O sırada ashâbıyla Medîne’de olan Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in; “Ve aleyhisselâm: Onun üzerine de selâm olsun!” buyurduğunu, etrafındakiler duydular.
Ashâb-ı kirâm hayretle:
“–Yâ Rasûlâllah! Kimin selâmına karşılık verdiniz?” diye sorunca, Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-:
“–Kardeşiniz Hubeyb’in selâmına.” buyurdu.
Nihâyet kâfirler her iki sahâbîyi de ağır işkenceler altında şehid ettiler. Şehid edilirken Hubeyb -radıyallâhu anh-’ın söylediği şu söz çok mânidardır:
“–Müslüman olarak öldükten sonra, şöyle veya böyle ölmek ne gam!..”[1]
MAZERET ÜRETMEDEN CANLA BAŞLA HİZMETE TALİP OLDULAR
Yine Rasûlullah muhabbeti sebebiyledir ki, O’nun mektuplarını taşıma şerefine nâil olabilmek için genç sahâbîler âdeta yarışa girmişlerdi. O’nun arzusunu yerine getirebilme uğruna, her türlü fedâkârlığı göze alıp hiçbir mâzeret üretmeden canla başla hizmete tâlip olmuşlardı. Sarp dağlar ve ıssız çöller aşarak gittikleri diyarlarda, cellâtların arasından geçip kralların huzûrunda Allah Rasûlü’nün mektubunu büyük bir îman cesâretiyle okumaları, onların Rasûlullâh’a duydukları engin muhabbetin müstesnâ tezâhürlerindendir.
İşte sahâbînin îman aşkı ve cesâreti böyleydi. Ashâb-ı kirâmın karşılaştığı bu tablolar yürekleri dehşete düşürürken, Allah ve Rasûlullah âşıkları bu gibi manzaralar karşısında aslâ bir ürküntü duymuyorlardı. Bütün gâyeleri, Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in teveccühüne mazhar olabilmekti. Velhâsıl gönülleri, Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in muhabbetiyle mâmur etmek, Allah yolundaki hizmetlerin en bereketli sermâyesi olacaktır.
[1] Bkz. Buhârî, Megâzî, 10; Vâkıdî, Megâzî, s. 280-281.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hizmet, Erkam Yayınları
YORUMLAR