Mecelle'de Yazılı 9 Örnek Kaide

Osmanlı’nın son dönemdeki en büyük alimlerinden olan Ahmet Cevdet Paşa’nın reisliğindeki komisyon tarafından oluşturulan Osmanlı’nın anayasası Mecelle'de yazılı 9 mühim kaide.

Mecelle, öyle muazzam bir hukuk âbidesidir ki, mer’iyyetten kaldırılmış bulunmasına rağmen, birçok kâidesi, yeni kânu­nun metnine aksetmiş olmasa da “hukûkun umûmî prensibi”, yani aklen ve mantıken aksini düşünmenin mümkün olmadığı gerçekler sadedinde tatbik olunagelmiştir. Bilhassa onun başlangıç kısmını teşkil eden ve “ahkâm-ı umûmiyye”, yani umûmî hükümler başlıklı ilk yüz maddesi bu durumdadır.

Mecelle’deki umûmî kâidelerden bir kısmı şöyledir:

  1. ÂDET MUHKEMDİR 

Bu, iki küçük kelimeden teşekkül etmiş bir Mecelle kâidesidir. Fakat hukûkun umûmî bir prensibi olarak büyük bir ihtiyacı hâlâ karşılamaya devam etmektedir. Meselâ bir anlaşmanın taraflar arasında belirtilmemiş olan bir husûsundan ihtilâf çıkarsa, bunun halledilebilmesi için âdeten o mıntıkadaki uygulama esas alınır. Çünkü âdet olarak tatbik edilen hususun, mantıken taraflarca bilindiği kabul olunur.

  1. SÛ-İ MİSAL, MİSAL OLMAZ

Bu da üç kelimeden kurulu bir hukuk ve mantık kâidesidir ki, hâlâ geçerlidir. Bunun mânâsı, bir hareketi mâzur kılmak için o hareket gibi kötü olan veya suç teşkil eden başka hâdiseler emsâl gösterilemez demektir. Meselâ bir hırsıza sorulsa:

“–Niçin çaldın?”

O da

“–Falan adam çaldı, ben de çaldım.” dese, verdiği misâl, onu mâzur göstermez.

  1. BERAET-İ ZİMMET ASILDIR

Yani aksi ispat edilinceye kadar bir kimsenin suçsuz kabul edilmesi îcâb eder.

  1. ŞEK İLE YAKÎN ZAİL OLMAZ 

“Kesin olarak bilinen bir şey, şüphe ile yok sayılamaz.”

Herhangi bir şeyin veya bir işin sübûtu yakînen bilindikten sonra aksine delil olmadıkça o şeyin sübûtu ile hükmolunur. Sonradan ortaya çıkan şüphenin bir tesiri olmaz. Nitekim âyet-i kerîmede «...Zan, gerçek nâmına bir şey ifâde etmez...» (Yûnus, 36) buyrulmuştur. Bu kâide, ibadet, muâmelât ve cezâ hukûku olmak üzere bütün hükümlerde geçerlidir.

Bir kimse abdest aldıktan sonra abdestini bozup bozmadığı konusunda şüpheye düşerse abdestli sayılır. Fakat abdest bozduktan sonra abdest alıp almadığı konusunda şüpheye düşerse abdest almamış kabûl edilir.

Bir kimse alacaklı olduğu kimseyi borcundan ibrâ etse (bana borcun yoktur dese) sonra da bundan şüphe edip borçlu olduğunu söylese, ibrâ geçerli olup borç düşmüş olur.

  1. EHVEN-İ ŞERREYN İHTİYAR OLUNUR 

“Bir kimse iki şerden birisini işlemeye mecbur kalsa, hafif olanını işleyip diğerini terk eder.”

Buradaki şer, meşrû olmayan, yani şer‘-i şerîfe muvâfık olmayan şey demektir.

Osmanlı Devlet geleneği içerisinde çok tartışılan “kardeş katli” meselesi, bu ve benzeri kâidelerle îzâh edilmiştir.

  1. ZARAR-I AMMI DEF İÇİN ZARAR-I HÂS İHTİYAR OLUNUR

“Umûmî bir zararı ortadan kaldırmak için hususî zarar tercih edilir.”

Câhil tabîbin va­zi­fe yapmasına mânî olunur.

Fiyatlar aşırı şekilde yükseldiği zaman, kadı ehl-i vukûf ile istişâre ederek fiyatların belli seviyede tutulması için tedbir alabilir.

  1. DEF-İ MEFASİD CELB-İ MENAFİDEN EVLADIR

“Fesâd ile menfaat (fayda) karşı karşıya geldiğinde, yani fayda getirecek bir işi yapmak aynı zamanda bir fesâdı da işlemeyi gerektiriyorsa, bu fesâdı işlememek için menfaatin terk edilmesi daha iyidir.”

Çünkü mefsedetten (menhiyyât) kaçınmak hususunda dînin îtinâsı, emrolunan (me’mûrât) hususlardaki îtinâsından daha ziyâdedir. Ancak menfaat ciheti daha büyük olursa o zaman mefsedetin vuk¯uuna bakılmaz. Nitekim yalan söylemek büyük bir mefsedet olduğu hâlde, iki kişiyi barıştırmada daha büyük bir menfaat olduğu için, böyle bir yalana cevaz verilmiştir.

Bir kimsenin hânesi civarında bir demirci dükkânı açılsa ve bu dükkan sebebiyle hâneye büyük bir zarar terettüp edecek olsa, bu dükkân kapattırılabilir.

  1. BİR İŞ DIYK OLDUKTA MÜTTESİ OLUR

“Bir işte daralma görülünce ruhsat ve genişlik cihetine gidilir.”

Bu kâide de, bir önceki kâideyle benzer muhtevâya sahiptir.

Bir kimseye veya bir cemaate istisnâî bir darlık ârız olursa, bu darlıktan kurtuluncaya kadar onlara kolaylık tanınır. Meselâ borcunu ödeyemeyen kimseye, borcunu ödemesi için zaman tanınır. Bu darlık ortadan kalktığı zaman, hüküm aslına döner.

  1. MEŞAKKAT TEYSİRİ CELBEDER

“Bir işte zorluk ortaya çıkarsa kolaylaştırılma cihetine gidilir.”

Bu kâide, fıkhın en temel kâidelerinden biridir. Fukahâ-i kirâmın ahkâm-ı şer’iyyede gösterdikleri ruhsatların ve kolaylıkların bir çoğu bu kâideden çıkarılmıştır. Meselâ caddelerde biriken yağmur sularından kaçınmak mümkün olamayacağından, bunların elbiseye sıçraması ma’füv (affedilmiş) kabûl edilmiştir.

Erkeklerin muttalî olamayacakları hususlarda kadınların şehâ­det­le­ri­nin kabûlü, bu kâidenin fer’î hükümlerindendir.

Ancak meşakkatin kolaylığa sebep olabilmesi için, ibadetlerle birlikte normal zamanda bulunan meşakkatten farklı olması gerekir. Meselâ namaz için soğuk günlerde abdest almada ve uzun ve sıcak günlerde oruç tutmada çekilen meşakkatler, herhangi bir kolaylaştırmaya sebep teşkil edemez.

Yine hakkında kesin delil, yani nass bulunan, meselâ yapılmaması kesinlikle haram kılınan bir hususta meşakkat özrüyle o nassın hilâfı işlenemez.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Osmanlı, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

  • Hocam bütün kaideleri anlatabilir misiniz var mı böyle Türkçe kaynak

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.