Meczub Dedenin Duası Kabul Oldu

Rivayete göre zenginin biri Aziz Mahmud Hüdâyî’nin büyüklüğünü yakından görmek ve biraz da sınamak üzere huzuruna gelir ve orada şunları yaşar...

Hüdâyî Hazretlerinin elini öpüp bir müddet oturduktan sonra huzurundan ayrılırken Hüdâyî’nin seccadesinin altına bir kese altın bırakır. Durumu farkeden Hz. Pir şunları söyler:

- Efendi bırakmış olduğunuz akçe ile hem dünya, hem de ukba mamur edilebilir. O deliye de lazımdır, veliye de. Bu sebepten mahalline ve hayra sarfetmek üzere kabulünde bir mahzur görmüyorum.

Cevaptan memnun kalan zengin misafir şu karşılığı verir:

- Efendim, affınıza sığınırım, bendenizin kalbinde tuttuğu niyyet de aynen sizin ifade buyurduğunuzdu. Üstâdımız isabet buyurdular.

Hz. Hüdâyî devrinde çok şiddetli bir veba zuhur eder ve İstanbul’un her tarafında her gün binlerce kişi vebadan ölmektedir. Hastalığın her tarafı tehdid etmesi ahaliyi telaşa sokar. Bu yüzden bir gün toplanarak dua etmesi için Hz. Pir’e başvururlar. O da:

- Bu türlü işlere karışmak bizim meşrebimize uygun değildir. Ancak madem çok ısrar ediyorsunuz öyleyse Karacaahmed kabristanına gidiniz. Orada bir selvi ağacının altında bir hasıra sarılıp yatan “Hasır-pûş” Dede denilen bir zat vardır. O’na başvurun. Eğer müracaatınızı kabul etmeyecek olursa bizim de selâmımızı söyleyin, buyurur.

Halk, Karacaahmed mezarlığında tarif edilen yere gider ve Hasır-pûş Dede’yi bulur. Kendisini kaldırarak meramlarını anlatırlar. Fakat Hasır-pûş Dede öfke ile bağırarak bunları kovar ve hasırın içine geri yatar. İkinci defa uyandırırlar ve bu sefer Hz. Pir’in selâmını tebliğ ederler. Hz. Pir’in selâmını ayakta alan Meczûb Dede hemen duaya başlar:

“Bugün bir kişinin cenaze namazı kılındıktan sonra hastalık bu beldeden mündefi olsun” der ve Hz. Pir başka emri bulunup bulunmadığını sorar. Halk da şeyhin arzusunun bundan ibaret olduğunu söyleyip geri döner. Gerçekten de o gün bu hastalıktan bir kişi daha ölür ve hastalık tamamiyle ortadan kalkar.

Kaynak: Aziz Mahmud Hüdâyi Hayatı ve Menkıbeleri, Prof. Dr. Hasan Kâmil Yılmaz, Aziz Mahmud Hüdâyi Vakfı Yayınları, 2004

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.