Medineli Muhâcir: Abbas İbni Ubâde

Abbas ibni Ubâde radıyallahu anh, Rasulullah sallallahu aleyhi vesellem Efendimize Akabe’de biat eden Medine’li ilk on iki kişiden biri!..

HİTABESİ İLE MEŞHUR SAHABİ

İkinci Akabe’de Efendimizle yapılan biati pekiştirmek için arkadaşlarına yaptığı tarihi hitabesi ile meşhur bir kahraman sahabi!..

Uhud günü dağılan ashâbı toparlamaya çalışan ve tek başına düşman saflarına dalan bir cihad eri!..

O, Medine’li olup Hazrec kabilesine mensuptur. Babası, Ubade bin Nadle’dir. Doğum tarihi bilinmemektedir.

AKABE BİATLARINA KATILDI

Medine’de İslam’ın ilk günlerinde davete icabet edib İslam’la şereflendi. Akabe biatlarına katıldı. İkinci Akabe’de Efendimizle yapılan biati pekiştirmek için Hazrecliler’e hitaben bir konuşma yaptı.

Rasûlullah sallallahu aleyhi ve sellem’e biat etmenin, her ne pahasına olursa olsun onu, düşmanlarına karşı savunmak mânasına geldiğini, bunu yapamayacaklarsa biat etmemeleri gerektiğini arkadaşlarına hatırlattı. O hitabe şöyle idi:

"-Ey Hazrecliler! Peygamber sallallahu aleyhi ve sellem Efendimizi niçin kabul ettiğinizi biliyor musunuz?" Onlar da: “Evet” cevabını verdiler. Bunun üzerine sözlerine şöyle devam etti: 

"-Siz onu, hem sulh, hem de savaş zamanları için kabul edip, ona tâbi oluyorsunuz. Eğer, mallarınıza bir zarar gelince, akraba ve yakınlarınız helak olunca, Peygamberimizi yalnız ve yardımsız bırakacaksanız, bunu şimdiden yapınız! Vallahi, eğer böyle bir şey yaparsanız dünyada ve ahirette helak olursunuz.

Eğer davet ettiği şeyde, mallarınızın gitmesine ve yakın akrabalarınızın öldürülmesine rağmen, Peygamberimize bağlı kalacaksanız onu tutunuz. Vallahi bu, dünyanız ve ahiretiniz için daha hayırlıdır.” (Üsdü’l-ğâbe, III, 162;  İbn-i Hişâm, es-Sîretü’n-Nebeviyye, I, 446)

Abbas ibni Ubâde radıyallahu anh'ın bu uyarıcı sözleri üzerine arkadaşları dediler ki:

"-Biz Peygamberimizi, mallarımız ziyan olsa da, yakınlarımız öldürülse de yine tutarız. Ondan hiçbir zaman ayrılmayız. Ölmek var, dönmek yok diyerek" teslimiyetlerini bildirdiler. Sonra İki Cihan Güneşi Efendimize yönelerek:

“-Ya Rasulallah, biz bu ahdimizi, sözümüzü yerine getirirsek, bize ne vardır?” diye sordular.

Fahr-i Kâinat sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz: “Cennet” buyurdu.

Bunun üzerine sıra ile  Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi vesellem Efendimize biat edip şu hususlarda söz verdiler.

“-Allah Teâlâ’ya hiçbir şeyi ortak koşmamak, hırsızlık etmemek, zina etmemek, çocukları öldürmemek, yalan söylememek, iftira etmemek, hayırlı işlere muhalefet etmemek” üzere teslimiyetlerini arzettiler. Tam bu biat esnasında Akabe tepesinden şöyle bir ses duyuldu:

“- Ey Mina’da konaklayanlar! Peygamber ile Müslüman olan Medineliler, sizlerle savaşmak üzere anlaştılar!”

Rasulullah -sallallahu aleyhi vesellem- Efendimiz bu sesi duyunca:

“- Bu Akabenin şeytanıdır” buyurdular. Sonra sesin geldiği tarafa dönerek:

“- Ey Allah’ın düşmanı! İşimi bitirince, senin hakkından gelirim!” diye cevap verdiler.

Biat eden Medinelilere de: - Siz hemen konak yerlerinize dönün!” buyurdular.

Abbas ibni Ubâde radıyallahu anh’ın kahramanlık duyguları galeyana geldi. Verdiği sözü hatırladı ve hemen ortaya atılarak gönlündeki iman çoşkusunu şöyle dile getirdi:

“-Ya Rasulallah, yemin ederim ki, istediğiniz takdirde yarın sabah, Minada bulunan kâfirlerin üzerine kılıçlarımızla eğilir, onların hepsini kılıçtan geçiririz” dedi. (Üsdü’l-ğâbe, III, 162)

Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, onun bu kahramanca davranışından, imani heyecanından ve verdiği sözüne sadık kalmasından çok memnun oldu. Ona sabır ve sukûnet tavsiye etti ve şu hayati ölçüyü öğretti:

“Bize, henüz bu şekilde hareket etmemiz emrolunmadı. Şimdilik siz yerlerinize dönünüz” buyurdu.

ENSÂR'IN MUHÂCİRİ

Abbas ibni Ubâde -radıyallahu anh- biattan sonra hemen Medine’ye dönmedi. İslam’ı öğrenmek ve İki Cihan Güneşi Efendimizden istifade etmek niyetiyle bir müddet Mekke’de kaldı. O, Efendimizden kısa bir süre önce hicret etti. Bu sebeple “Ensar’ın muhaciri veya Medineli muhacir diye anıldı.(Fâkihî, Ahbâru Mekke, IV, 2;17 İsâbe, III, 510)

O, hicretten sonra yapılan muahatta, Efendimiz tarafından muhacirlerden Osman ibni Maz‘ûn -radıyallahu anh- ile kardeş ilân edildi. (Üsdü’l-ğâbe, III, 162)

UHUD SAVAŞI'NDAKİ MEŞHUR HİTABI

O, Bedir Savaşı’na iştirak etmedi. Uhud Savaşı’na katıldı. Bu savaşta İslâm ordusu bozguna uğradığı sırada, dağılan orduyu tesirli konuşması ile toplamaya çalıştı. Miğferini ve zırhını çıkarıp ashaba şöyle seslendi:

“Eğer Peygamberimize bir şey olur da biz sağ kalırsak, Rabbimize karşı ileriye süreceğimiz hiçbir mâzeretimiz yoktur!

“- Ey kardeşlerim! Bu uğradığımız musibet, Peygamberimize karşı isyanımızın neticesidir. O, sabır ve sebat ederseniz, yardıma kavuşacağınızı size vaad etmişti. Dağılmayınız! Peygamberimizin etrafına geliniz! Eğer bizler, koruyucuların yanında yer almaz da, Rasûlullah sallallahu aleyhi ve selleme bir zarar gelmesıne sebep olursak, artık Rabbimizin katında bizim için ileri sürülecek bir mazeret bulunmaz!” diye haykırarak ashabın toparlanmasına vesile oldu.

Bu ikaz ve uyarılardan sonra tek başına kahramanca düşman saflarına daldı. “Allah Allah” nidalarıyla, önüne gelenle çarpışmaya başladı.

PEYGAMBER EFENDİMİZ'E SİPER OLDU

Bedenini Fahr-i Kâinat -sallallahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e siper etti. Ona bir zarar gelmemesi için önünde, arkasında, sağında ve solunda şehit oluncaya kadar korkusuzca çarpıştı. Sonunda çok özlediği şehadete nail oldu. Savaş meydanında kanlar içinde eli, yüzü kesilmiş bir hâlde şehit olarak bulundu.

Allah ondan razı olsun.

O gün, Rasûl-i Ekrem sallallahu aleyhi ve sellem Efendimiz, Uhud’da şehit olan ashabı için şu müjdeyi vermiş ve şöyle buyurmuşdur:

“- Vallahi, ashabımla birlikte ben de şehit olup, Uhud dağının bağrında gecelemeyi ne kadar isterdim. Ben, bunların, Allah Teâlâ’nın yolunda hakiki şehit olduklarına kıyamet gününde şahitlik edeceğim.”

Cenab-ı Hak cümlemize Abbas ibni Ubâde radıyallahu anh’ın teslimiyet muhabbet ve kahramanlığından hisseler nasib etsin. O aziz şehidin şefaatlerine nail eylesin. Âmin.

Kaynak: Mustafa Eriş, Altınoluk Dergisi, Sayı: 356, Ekim 2015

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.