Medine'nin En Zengini Nice Günler Aç Uyudu

Dinimize göre bu dünya hayatı ahiretin tarlası olup, akıllı müslüman için maddi imkânlar ahiret sermayesidir. Son dönemde ülkemiz maddî olarak zenginleşmiş diğer insanlar gibi dini camialarda bu refahtan paylarını almışlardır. Dünyevileşmenin tehlikelerine en çok dikkat çeken sufi kesimler olduğu için onların bu husustaki uyarıları bizim için her zaman göz açıcı olmuştur.

Bu yazımızda Kuran, sünnet ve ariflerin uyarılarını dikkate alarak maddi imkânlarımızı nasıl kullandığımızın muhasebesini yapmaya çalışacağız. Öncelikle şunu belirtelim ki dünyevi imkanlar ancak Allah yolunda hizmete sarfedilirse iyidir, şahsi keyiflere harcandığı ölçüde de hesabı hatta ikabı gerektirir. İmam Rabbani nimetleri dine hizmet hususunda kullanma yolunda müritlerini teşvik eder, bunun aksine, dünyayı elde edince ahireti unutanları bir mektubunda şöyle uyarıyor:

“Şüphesiz, dünya lezzetleri ve fâni nimetler şerîat-ı Muhammediyye yolunda hizmet etmek için kullanılırsa ancak o zaman bunlardan âfiyetle ve güzellikle istifade edilmiş olunur, bu takdirde dünyevî nimetler âhiret nimetleriyle birleşir. Aksi takdirde bu nimetler, şekere bulanmış olan öldürücü zehir gibi ahmakları aldatırlar. Eğer Hakîm-i Mutlak’ın (c.c.) sunduğu tiryak ile bunlar tedavi edilmez, nimetlerin tatlılığı da şer’î emir ve yasakların acılığıyla dengelenmez ise kula yazık olur!” (Mektubat, c. III: 54)

İMKANLARA KAVUŞAN ÜÇ ADAMIN ÜÇ AYRI TAVRI

İmam’ın ifadesi ile Allah yolunda kullanılan dünyevi imkânlar salik için ebedi nimete dönüşür aksi takdirde bu nimetler insan için ebedi zehir olur. Dünyanın ahiret için nasıl kullanılacağının en müşahhas örneğini İmam Gazali’nin İhya’sında görürüz. Gazali dünya imkânlarını, padişah tarafından kendilerine birer güzel at, yol azığı, kıyafet ve yol harçlığı gönderilen üç insan örneği ile açıklar. Padişah bu üç zata birer de mektup gönderir, der ki ata binin, kıyafetleri ve kılıcı kuşanın ve hemen huzuruma gelin, size huzurumda daha fazla makam mevki vereceğim der. Sözü geçen imkânlara kavuşan üç adamın üç ayrı tavrı olur. Birisi ata hayranlıkla bakar, her sabah onu kaşağılayıp onunla övünür ama padişahın huzuruna yol almak için onu kullanmaz. Oturup kavuştuğu nimetlere sevinir, onlarla başkalarına karşı övünür. İkincisi ise daha da kötüsünü yapar, atı silahı ve paraları alıp düşman ordusuna katılır. Kendi padişahına isyan eder, düşmanla beraber olup kendi milletini öldürür.

Ancak üçüncüsü bunların aksine atın ve diğer imkanların veriliş nedenini idrak eder de vakit kaybetmeden ata atlar, kılıcını kuşanır, kendine verilen altınları da Padişaha vasıl olmak için yol harçlığı eder. Bu örnekte açık olarak görüldüğü üzere kötülük atta ve diğer imkânlarda değil, bunları yanlış kullanan sahiplerindedir.

AHİRET İÇİN BÜYÜK TEHLİKE!

İmam Rabbaniye göre de dünya malı ve onunla yapılan hizmetler şeriatın hedeflerine ve kurallarına uygun şekilde kullanılmadıkça israf edilmiş sayılır. Bugün bazı devlet kurumları hatta  dini kurumlar yaptıkları hizmetlerde bu önemli kurallara uymamakta, insanların edep ve ahlakını örseleyen şüpheli işlere destek vermektedirler. İmam bu tür boş vermişlik tutumlarını müminin ahireti için büyük bir tehlike olarak görür ve şöyle der:

Netice olarak, kolaylık üzerine bina olunan şerîata muvafık en ufak bir hareketi yerine getirmek ve bu yolda küçük bir gayrette bile bulunmak insana ebedî ahiret mülkünü kazandırır. Aynı şekilde bu sonsuz nimet az bir gaflet ve boş vermişlik ile elden de gidebilir. O halde insan aklının nurunu kullanmalı, çocuklar gibi davranarak ebedî mülkü bu dünyanın cevizle muzu gibi, basit şeyleriyle değişmemelidir. Eğer yaptığınız hizmeti, şerî hükümleri uygulama işiyle birleştirirseniz peygamberlerin (s.a.v.) vazifesini yerine getirmiş ve bu sağlam dîne hizmet etmiş ve onu yüceltmiş olursunuz. Biz sûfîler ise yıllarca çalışıp ruhumuza azap etsek mücâhede de bulunsak bu konuda size yetişemeyiz. (Mektubat, c. III: 54)

İmam’ın yukarıdaki uyarıları maddi imkânları dikkatsiz ve yetersiz olarak Allah yolunda kullananlara hitap etmektedir. Bundan daha kötüsü ise kavuştuğu veya kavuşacağı nimetler hatırına dindaşlarını ihmal eden hatta onlara hıyanet edenlerdir ki yukarıda İmam Gazali’nin verdiği örnekte bu tür şahıslar açıklanmıştı. Aynı tehlikeye dikkat çeken İmam Rabbani Miyân Memrîz adlı müridine şöyle yazmıştır:

Miyân Memrîz Hân kardeşimiz fakirliğin sıkıntılarından kaçarak zenginlere iltica etmiş, böylece dünyanın nimetlerini ve lezzetlerini istemiştir. “İnnâ lillâhi ve innâ ileyhi râci’ûn (Biz Allah içiniz ve O’na döneceğiz)”. (Mektubat, c. III: 55)

DİNİ HAYATI DÜNYEVİ MENFAATLER UĞRUNA TERK EDENLER MANEN ÖLÜDÜR

İmam Rabbani’ye göre dini hayatı dünyevi menfaatler uğruna terk edenler manen ölü sayılırlar. Onun için mektubunda bu eski müridine ölüm haberinde okunan (Bakara, 2/156) ayetini bilinçli bir şekilde bedeni diri, kalbi ölü sözkonusu zat için de kullanmıştır. İmam yaptığı tercihin yanlışlığını ona anlatmaya devam eder:

Bu nasıl bir anlayışsızlıktır! Zenginlerin arasında dünyadaki en son noktaya ulaşsanız bile elinize ne geçecek? İyi düşün ki (mânevîyâtı bırakmakla) ne tür bir ihtişama ulaşacaksınız? Karnınızı doyuracak ekmeğiniz fakirken de size ulaşıyordu. Şimdi daha yağlı lokma yiyorsunuz, ancak fakirlikteki lokmanız sona erdiği gibi bu yağlı lokma da bir gün elden gidecek. İyi düşününce anlarsınız ki müflisliğe doğru gidiyorsunuz.

İmam Rabbani yakinen hakikati gördükten sonra yoldan çıkanların kendilerine zulmettiklerini, bu tür insanların tekrar hak kapısına dönmelerinin zor olduğunu ifade eder. Ona göre bilerek ihanet eden ve zulmedenler acınmaya layık değildir, merhamete layık olanlar ancak yaptığı kötülüğün farkında olmayan kimselerdir:

“Zarara râzı olan, ilgiye layık değildir.” Sözü tam sizin halinizi açıklıyor. Kendi eliyle zarara râzı olan şefkate layık değildir. Bâtınî terbiye işlerinde gevşeklik çukuruna düşmemek ve belalara uğramamak için istikâmetten ayrılmamalı, şerîati elden bırakmamalısınız. Bütün bunları dünya ile bir arada yürütmek zordur zira bu zıtları birleştirmek mânâsına gelir. Bu durumu kendiniz seçtiğiniz için size kapı bekçiliği hizmeti düşmektedir. Eğer niyetiniz düzelirse bu sizin için çok iyi bir iştir ama niyeti düzeltmek çok zordur. (Mektubat, c. III: 55)

MEDİNE'NİN EN ZENGİNİ NİCE GÜNLER AÇ UYUDU

Netice olarak dünya eğer onun sahibi olan Rabbimiz yolunda kullanılırsa ne güzel bir nimettir. Nitekim Peygamber Efendimiz yeri geldiğinde Medine’nin en zengini olmuş, ama o imkânlarını çoğu zaman fakirlere harcadığından kendisi ve ailesi nice günler aç uyumuştur. Peygamberimiz’in aç kalması mecburiyetten değil onun Müslümanlara hizmeti her şeyin önüne koymasından kaynaklanan bir tercihtir. Biz zayıf kullar, yıldızlardaki ölçüye ulaşamasak ta en azından elimizden geldiğince mal ve canı Allah yolunda seferber etmeliyiz. İmam Rabbani yukarda sözü geçen müridin zıddına varlığını Allah yoluna adayan başka bir müridini de şöyle övmüştür:

Allah Teala itidal çizgisinde ve adaletin merkezinde istikâmet üzere olmayı lütfetsin. Her türlü nimeti gerçekte bağışlayan Allah Teâlâ’nın bir kuluna bir takım fazîletler ve meziyetler verip, kullarından bazılarının ihtiyaçlarının anahtarını onun eline vermesi ne büyük bir devlettir. Allah bu kulunu muhtaçlar için bir sığınak ve barınak yapmıştır. Allah Teâlâ’nın iyâlim dediği mahlûkatından bir topluluğu bir kuluna bağlaması, terbiyelerini ona havale etmesi ne büyük bir nimettir. Ahirette kurtulacak olanlar bu nimete hamd eden, nimetin şükrünü eda eden, Efendisinin malı ile hizmeti kendine şeref bilen, Mevlâ’sının kullarını terbiye etmeyi en büyük vazife bilen akıllı kimsedir. (Mektubat, 115)

Netice olarak Allah’ın bizlere bahşettiği maddi ve manevi imkânları ne kadar onun yolunda kullandığımızı muhasebe etmeliyiz. Bilelim ki sahip olduğumuz devlet makamları, askeri güçler, her şey bizim değildir, hepsi Rabbimizin ihsanıdır, bize düşen Efendinin malından onun aile efradına harcama yapan bir köle gibi benliğe kapılmadan elimizdekileri Allah yolunda sarfetmektir. Rabbimizden niyazımız dünya imtihanından tüm müminleri muvaffak kılmasıdır. Âmin.

Kaynak: Prof. Dr. Süleyman Derin, Altınoluk Dergisi, 366. Sayı, Ağustos 2016

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.