Mekke-i Mükerreme

Mekke-i Mükerreme nerededir? Mekke'nin coğrafi konumu nedir? Mekke'nin İslam'daki yeri ve önemi nedir? Hz. İbrahim (a.s) Mekke'ye gelerek Kabe'yi nasıl inşa etti? Mekke'nin İslam öncesi ve sonrası durumu hakkında bilinmesi gerekenler neler? Günümüz Mekke'sinde hac ve umre ziyaretlerini yerine getiren Müslümanlar için Mekke ve çevresinden gezilmesi ve görülmesi tavsiye edilen yerler...

Mekke, Arap yarımadasının kuzeyinde denizden 280 m. yükseklikte, Batnımekke (Bekke) adı verilen bir vadi üzerinde kurulmuştur. Merkezinde Kâbe’nin yer aldığı bu vadinin ortasındaki çukur alan (Bathâü Mekke), doğuda eteğinde Safâ ile Merve tepelerinin bulunduğu Ebûkubeys, batıda Kuaykıân, güneydoğuda Sevr, kuzeydoğuda Hira ve Sebîr dağlarıyla kuşatılmıştır. Mekke'nin çevresindeki bu dağlar şehrin savunmasını kolaylaştırırken, giriş çıkışı zorlaştırarak belli noktalarla sınırlamış, ayrıca Mekke’nin bir şehir olarak dışa doğru gelişimini engelleyip içe dönük kısıtlı bir alanda gelişme yolları aranmasına sebep olmuştur. Hac ibadetinin yerine getirildiği Arafat, Müzdelife ve Mina Mekke'nin doğusundadır. Kızıldeniz’e 75 km. uzaklıkta olan Mekke'nin deniz ulaşımı bağlantısı Câhiliye döneminde Şuaybe limanı vasıtasıyla sağlanıyordu; İslâmiyet’le birlikte Cidde limanı da ek olarak kullanılmaya başlandı, daha sonra Şuaybe tamamen terkedildi. Kur'ân-ı Kerîm'de "ekin bitmeyen bir vadi" olarak nitelenen (İbrâhim 14/37) Mekke çevresi, çöl karakterli bir araziye ve bunun üzerinde görülen, dikenli bodur ağaç ve çalılıklardan meydana gelen cılız ve seyrek bitki örtüsüne sahiptir. Kurak ve sıcak bir iklimin hâkim olduğu Mekke, düzensiz yağışlar ve konumu dolayısıyla tarih boyunca birçok defa sel baskınına uğramıştır.

  • Mekke'nin İslam'daki yeri ve önemi nedir?

Kâbe'yi barındırması ve kutsal belde olarak kabul edilmesinden dolayı Mekke'ye birçok ad verilmiştir. Kur’ân-ı Kerîm’de Mekke (el-Feth 48/24), Bekke (Âli İmrân 3/96) ve yeryüzündeki bütün yerleşim birimlerinin merkezi ve müslümanların kıblesi sayılması sebebiyle Ümmülkurâ (el-En'âm 6/92; eş-Şûrâ 42/7) adlarının yanında, "güvenli yer” anlamında el-Beledü’l-Emîn (et-Tîn 95/3), "dönüş veya dönüş yeri" anlamında Meâd (el-Kasas 28/85) gibi adlar kullanılmıştır. Bunların dışında Mekke'ye şehrin kutsallığına bağlı olarak "kâdise, makdese, harem, berre, salâh, el-beledü’l-harâm, ümmü'r-rahmân" vb. adlar da verilmiştir.

İlk dönem bazı İslâm coğrafyacılarının eserlerinde dünya, Kur'ân-ı Kerîm'de "şehirlerin anası” olarak vasıflandırılması ve Kâbe'yi barındırmasından dolayı Mekke’yi merkez alacak şekilde tasarlanmıştır. Buna göre dünya, merkezinde Kâbe’nin yer aldığı bir daire şeklindedir; yeryüzündeki ülkelerin her biri Kâbe’nin bir cephesine bakar. Dolayısıyla Kâbe’nin etrafından gerçekleşen tavaf dünyanın kendi etrafında dönüşünü sembolize etmektedir.

"Kâbe beyti'ş-şeref-i â'zamdır
 Nokta-i dâire-i âlemdir"
(Nâbî)

Şehir hayatı için elverişli bir iklimi olmamasına ve iskanı zor bir vadinin üzerinde yer almasına rağmen, Mekke'nin yerleşim birimi olarak seçilip plânlanmasında belirleyici en önemli unsur merkezinde yer alan Kâbe’dir. Bu bakımdan Mekke Arap yarımadasının en önemli merkezlerinden birisi haline gelmesini doğrudan Kâbe'ye borçludur ve dolayısıyla Mekke ile Kabe'nin tarihi iç içedir.

  • Hz. İbrahim (a.s) Mekke'ye gelerek Kabe'yi nasıl inşa etti?

Mekke'nin Hz. İbrâhim -aleyhisselâm- ve ailesinin buraya gelmesinden önceki tarihi hakkında fazla bilgi yoktur. Sâre ile evlenen Hz. İbrâhim -aleyhisselâm- uzun süre çocuğu olmadığı için zaman zaman Allah'a yalvarmış ve "Rabbim! Bana sâlihlerden olacak bir evlât ver!” (es-Sâffât 37/100) diye dua etmiştir. Eşinin evlât hasreti çekmesine üzülen Sâre, ona Mısır’dan getirdiği câriyesi Hâcer’i ikinci eş olarak takdim etmiştir. Bu evlilikten Hz. İsmâil -aleyhisselâm- dünyaya gelmiş, fakat bir süre sonra Hâcer’i kıskanmaya başlayan Sâre, eşinden onu ve oğlunu evden uzaklaştırmasını istemiştir. Bunun üzerine bir süre tereddüt gösteren Hz. İbrâhim -aleyhisselâm-, Allah’ın emri üzerine Hâcer ile İsmâil'i Mekke'ye Beytülharâm'ın bulunduğu yere götürmüştür. O sırada tamamen ıssız olan Mekke'nin kupkuru vadisine getirilen Hâcer İbrâhim’e, "Bizi hiçbir ekinin bitmediği ve kimsenin yaşamadığı bu vadiye bırakıp gidecek misin?" diye sormuş, Hz. İbrâhim -aleyhisselâm- da bunu Allah'ın emriyle yaptığını ve böyle davranmaya mecbur olduğunu söyledikten sonra, "Ey rabbimiz! Ben soyumdan bir kısmını ekilebilir toprağı olmayan bir vadiye, senin kutsal evinin yanma yerleştirdim ki namazı dosdoğru kıla-bilsinler. Öyleyse insanlardan bir kısmının gönlünü onlara meylettir, kendilerine verimli ve bereketli rızıklar bahşet ki sana şükretsinler” (İbrâhim 14/37) diyerek niyazda bulunmuş, Mekke'nin sâkinleriyle, hac için gelecek ziyaretçilerinin bu kutsal fakat çorak beldede geçinmelerini kolaylaştıracak ve buraya rağbeti sağlayacak imkânları sunmasını dilemiştir. Hz. İbrâhim -aleyhisselâm-’ın duası kabul olmuş; Mekke tarih boyunca tamamı dışarıdan geldiği halde dünya nimetlerinin en bol olduğu yerleşim birimlerinin başında gelmiştir.

Mekke'ye üç defa gelen ve sonuncusunda Kâbe’nin yapımının tamamlanmasının ardından, insanları hac için davet ederek Cebrâil -aleyhisselâm-'ın kendisine öğrettiği şekilde bunu uygulayıp görevini tamamlayan Hz. İbrâhim -aleyhisselâm-, İsmâil'i burada bırakarak Filistin'e döndü. Zemzem suyunun bulunmasından sonra, anayurtları Yemen olan Cürhümlüler Hâcer'den izin alarak Mekke’ye yerleştiler. Hâcer de onlar ve çevreden gelenlerle beraber Mekke'de yaşadı ve doksan yaşında vefat ederek Hicr’e defnedildi. Cürhümlüler'den Arapça öğrenen Hz. İsmâil -aleyhisselâm-, bu kabileden bir kızla evlendi. Babasının vefatından sonra gerek Kâbe ve gerekse hac işlerine dair hizmetleri yürüttü; 137 yaşında vefat etti ve Hicr’e annesinin yanma defnedildi.

Mekke'de kısa sürede çoğalan ve önceleri Hz. İsmâil -aleyhisselâm-'in tebliğ ettiği dini benimseyen Cürhümlüler, zamanla tevhid inancından saptılar ve hâkim oldukları Mekke'ye gelenlere işkence yapıp zarar vermeye başladılar. Arim selinden sonra Mekke ve çevresine Güney Arabistan’dan gelen Huzâa ve Kinâne kabileleri şehre saldırarak Amâlika'nın kolları İyâd ve Katûrâ ile Cürhümlüler'i yenilgiye uğratıp Mekke üzerinde hükümranlık kurdular.

Huzâa kabilesinden Amr b. Luhay, Mekke ve Kâbe idaresini eline alınca tevhid geleneğini tamamen bozup şehirde putperestliği yaygınlaştırdı. V. yüzyılın ilk yarısında Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in baba tarafından dördüncü dedesi olan Kusay b. Kilâb Mekke’ye hâkim oldu. Böylece Mekke ve Kâbe’nin yönetimi Kureyş’e geçti. Kusay’dan sonra bu görevi oğlu Abdüddâr devraldı. Ancak Kureyş'in diğer kolları bu durumdan hoşnut olmadı ve varılan anlaşma so-nunda Kâbe ile ilgili bazı görevlerle Dârünnedve yöneticiliği Abdüddâr'da kaldı; diğer bazı görevler Abdümenâf'a verildi. Bu durum Mekke'nin fethine kadar devam etti.

Mekkeliler, şehirleri tarıma elverişli olmadığından geçimlerini yakın çevreleriyle sınırlı olan ticarî faaliyetlerle sağlıyorlardı. Abdümenâf b. Kusay tarafından başlatılan şehrin ekonomisini geliştirme faaliyetleri, oğlu ve Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in büyük dedesi Hâşim tarafından sürdürüldü. Hâşim, Kureyş'in Mekke ve çevresiyle sınırlı olan ticaretini daha geniş alanlara yaydı ve Kureyş sûresinde beyan edilen yaz ve kış ticaret seferlerini (Kureyş 106/2) gelenek hâline getirdi. Mekkeliler, kışın Yemen ve Habeşistan'a, yazın Suriye ve Anadolu'ya giden ticaret kervanlarıyla bir yandan Bizans-Sâsânî rekabetinden faydalanmaya çalışırken, bir yandan da Kâbe’ye bağlı olarak düzenlenen hac merasimlerinden daha çok gelir elde etmeye gayret gösteriyorlardı.

  • Mekke'nin İslâmiyet öncesindeki durumu nedir?

Mekke İslâmiyet öncesinde coğrafî konumu, ayrıca dinî ve ticarî bir merkez olmasından dolayı zaman zaman çeşitli devletlerin dikkatini çekmiş, bunlar şehri hâkimiyetleri altına almak için teşebbüslerde bulunmuşlardır. Çünkü Arap yarımadasını kontrol etmenin yolu büyük ölçüde Mekke’ye hâkim olmaktan geçiyordu. Habeş Krallığı'nın müstakil Yemen Valisi Ebrehe el-Eşrem, Araplar'ın Kâbe'yi ziyaret etmelerini önlemek üzere San'a'da bir kilise yaptırmış, ancak amacına ulaşamayınca Kâbe'yi yıkmaya, Mekke'nin dinî ve ticarî bir merkez olma özelliğini ortadan kaldırmaya ve San'a'yı Arabistan'ın merkezi haline getirmeye karar vermişti. Bu amaçla yola çıkan Ebrehe, ordusuyla Mekke yakınındaki Mugammes vadisinde konakladı. Bu arada küçük bir müfreze gönderip çevrede otlayan develeri ordugâha getirtti. Bunlar arasında Kureyş’in reisi ve Hz. Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in dedesi Abdülmuttalib'in 200 devesi vardı. Ebrehe daha sonra Abdülmuttalib'e elçi göndererek onlarla savaşmaya gelmediğini ve yalnızca Kâbe'yi yıkmak istediğini, eğer engel olmaya kalkışmazlarsa kendilerine dokunmayacağını bildirdi. Abdülmuttalib, ordugâha gelerek sadece develerini isteyip Kâbe’nin yıkılmamasına dair bir istekte bulunmayınca şaşıran Ebrehe’ye, kendisinin develeriyle ilgilendiğini, Kâbe'yi merak etmediğini, onu sahibinin koruyacağını söylemişti. Ertesi gün harekete geçen Ebrehe ordusunun önündeki fil, Mekke’ye doğru hareket ettirilmek istendiğinde yerinden kımıldatılamadığı gibi askerler de üzerlerine taş yağdıran ebâbil kuşları tarafından yerle bir edildiler. Böylece Müzdelife ve Mina arasındaki Muhassir vadisinde ordusu helâk olan Ebrehe, kendisi gibi kurtulabilen bir kısım askeriyle birlikte Yemen'e dönmek zorunda kaldı. Kureyş kabilesi Mekke ve Kâbe için büyük önem taşıyan Fil Vak'ası'm tarih başlangıcı olarak kabul etmiştir.

  • Efendimizle (s.a.v) Şereflenen "Mekke"

Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Fil Vak'ası’ndan elli veya elli beş gün sonra 12 Rebîülevvel'de (17 Haziran 569; bir başka hesaplamaya göre 9 Rebîülewel/20 Nisan 571'de) Mekke'de dünyaya geldi. Hz. Peygamberin dedesi Abdülmuttalib, torunun şerefine bir yemek vermiş ve ona, gökyüzünde Allah’ın, yeryü-zünde de insanların hayırla yâdetmesi için Muhammed adını verdiğini söylemiştir. Hz. Muhammed -sallâllâhu aleyhi ve sellem- çocukluğunu ve gençliğini Mekke’de geçirdi; 25 yaşında Hz. Hatice -radıyallâhu anhâ- ile evlendi, İbrâhim dışındaki çocukları burada dünyaya geldi. 610 yılı Ramazan ayında kendisine ilk vahiy nâzil olduktan sonra, on üç yıl boyunca Mekke'de İslâmiyet’i yaymaya çalıştı. Ancak Mekke müşriklerinin karşı koyması ve müslüman olanlara baskı uygulamaları sebebiyle Medine'ye hicret etmek zorunda kaldı. Müslümanlar burada her gün giderek güçlendiler ve hicretten sekiz yıl sonra Mekke'nin fethi nasip oldu; tevhid inancının sembolü olan Kâbe putlardan temizlendi, bundan sonra İslâmiyet bütün Arabistan’da süratle yayıldı.

MEKKE VE ÇEVRESİNDE GEZİLECEK, ZİYARET EDİLEBİLECEK YERLER

  • HAREM
  • KÂBE
    • Kâbe Kapısı
    • Hâcerülesved
    • Makam-ı İbrâhim
    • Altın Oluk
    • Mültezem
    • Şâzervân
    • Hicr
    • Kâbe’nin Örtüsü
    • Kâbe Hizmetleri
    • Surre
  • MESCİD-İ HARÂM
  • ZEMZEM
  • SAFÂ ve MERVE
  • PEYGAMBER -SALLÂLLÂHU ALEYHİ VE SELLEM-’İN DOĞDUĞU EV
  • HATİCE’NİN EVİ
  • DÂRÜNNEDVE
  • DÂRÜLERKÂM
  • ÜMMÜ HÂNÎ’NİN EVİ
  • EBÛKUBEYS
  • KUAYKIÂN
  • ÖMER DAĞI
  • EBÛ TÂLİB MAHALLESİ
  • ECYÂD
  • MESFELE veMATÂT
  • CENNETÜ’l-MUALLÂ
  • Bİ’RİTÛVÂ
  • MESCİD-İ CİN
  • MESCİD-İ RÂYE
  • MESCİD-İ İCÂBE
  • MESCİD-İ EBÛ BEKİR
  • ARAFAT
  • MESCİD-İ NEMİRE
  • MÜZDELİFE
  • MİNA
  • MESCİD-İ HAYF
  • CEMERÂT
  • AKABE
  • MUGAMMES VADİSİ MUHASSİR VADİSİ HİRA
  • SEVR
  • HUDEYBİYE
  • HUNEYN
  • Cİ‘RÂNE
  • ÂMİNE’NİN KABRİ
  • HALÎME’NİN EVİ
  • MEYMÛNE’NİN KABRİ
  • ABDULLAH B. ÖMER’İN KABRİ
  • MÎKAT YERLERİ
  • PANAYIRLAR
  • Mİ‘RAC
  • TÂİF
  • MESCİD-İ ADDÂS
  • MESCİD-İ KUU‘
  • NAHLE VADİSİ
  • ŞUAYBE
  • RECΑ VAKASI
  • GAMIM
  • USFÂN
  • MERRÜZZAHRÂN

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.