Mekke’nin Fethinden Sonra Genel Af İlan Edilmesi
Mekke’nin fethinden sonra neden genel af ilan edildi? Hz. Muhammed’in (a.s.) Mekke’de genel af ilan etmesi onun hangi yönünü gösterir? Mekke’nin fethi ve genel af...
Peygamber Efendimiz, kendine yönelik olarak işlenen bütün suçları hiç tereddüt etmeden yürekten affederdi. Lakin, umuma karşı işlenen suçlar için hakkı tutup kaldırıncaya ve hak sahibinin hakkını alıncaya kadar, onu kimse sakinleştiremezdi.
Mekke fethedildiğinde Kureyşliler, Mescid-i Harâm’a dolmuş, haklarında verilecek hükmü bekliyorlardı. Allâh Resûlü, sâdece oradakilere değil, bütün insanlığa şâmil olan şu cihanşümûl hutbesini îrâd buyurdu:
“Allâh’tan başka ilâh yoktur. Yalnız O vardır. O’nun hiçbir nazîri ve şerîki yoktur. Allâh, vaadini yerine getirmiş, kuluna yardım etmiş ve bütün düşmanlarımızı dağıtmıştır. Kâbe hizmeti ve hacılara su dağıtma işi dışında bütün eski gelenek ve görenekler, mal ve kan dâvâları, bugün şu iki ayağımın altındadır.
Ey Kureyşliler!
Allâh, sizden câhiliyet gurûrunu, babalarla, soylarla (övünüp) kibirlenmeyi giderdi. Bütün insanlar Âdem’den, Âdem de topraktan yaratılmıştır.
(Efendimiz, bu ifâdelerin ardından şu âyet-i kerîmeyi okudu:)
«Ey insanlar! Doğrusu Biz sizi bir erkekle bir dişiden yarattık. Ve sizi (kibre kapılıp da övünmeniz için değil) birbirinizle tanışasınız diye milletlere ve kabîlelere ayırdık. Allâh katında en üstün olanınız, muhakkak ki O’ndan en çok korkanınızdır. Şüphesiz ki Allâh, bilendir, her şeyden haberdardır.» (el-Hucurât, 13)” (İbn-i Mâce, Diyât, 5; Ahmed, II, 11; Tirmizî, Tefsîr, 49/3270)
TARİHİN EN BÜYÜK AFFI - MEKKE’DE GENEL AF
Artık Mekke-i Mükerreme, Hudeybiye’nin bir müjdesi olarak, af, sulh, emniyet ve hidâyetin içiçe olduğu rûhânî bir fetihle asıl sâhiplerine, yâni ciğerpârelerine sînesini açmıştı. Bin bir ıztırap, zulüm ve meşakkatlerle dolu Mekke hasreti de artık sona ermişti. Yılların hüznü sürûra inkılâb etmişti. İşte bunun büyük bir şükrânesi olarak, târihin en büyük affını sergilemek üzere Allâh Resûlü Mekke halkına:
“–Ey Kureyş topluluğu! Şimdi benim, sizin hakkınızda ne yapacağımı sanırsınız?” diye sordu.
Kureyşliler:
“–Biz Sen’in hayır ve iyilik yapacağını umarak; «Hayır yapacaksın!» deriz. Sen, kerem ve iyilik sâhibi bir kardeşsin! Kerem ve iyilik sâhibi bir kardeş oğlusun!..” dediler.
Bunun üzerine Hazret-i Peygamber:
“–Ben de Hazret-i Yûsuf’un kardeşlerine dediği gibi:
«…Size bugün hiçbir başa kakma ve ayıplama yok! Allâh sizi affetsin! Şüphesiz O, merhametlilerin en merhametlisidir.» (Yûsuf, 92) diyorum. Haydi gidiniz, artık serbestsiniz!” buyurdu.
Bir diğer hitâbında da:
“–Bugün merhamet günüdür. Bugün Allâh’ın, Kureyşlileri İslâmiyet’le güçlendireceği, üstünleştireceği bir gündür.” buyurdu.
TULEKA NEDİR?
Bunun netîcesinde, fetihten önce birçok Müslümanın malına ve cânına kıymış olan kimseler bile, hidâyet şerefine erdiler. Allâh Teâlâ, Kureyş müşriklerini Resûlü’nün eline düşürmüş, ona boyun eğdirmişti. Resûlullâh da onları affetmiş ve serbest bırakmıştı. Bu sebeple Mekkelilere “Tulekâ”, yâni “âzâd edilenler” adı verildi.[1]
Fahr-i Kâinât Efendimiz’in en büyük arzusu, hiçbir fert hâriçte kalmamak şartıyla bütün insanların Müslüman olmalarıydı. Mekke’nin fethinden sonra güç ve kuvvetin zirvesinde olduğu bir anda, vaktiyle kendisine her türlü zulüm ve işkenceyi revâ gören insanlardan intikâm alabilecek durumda olmasına rağmen bunu yapmayıp umûmî af îlân etmesi, Hakk’ın nazarıyla mahlûkâta bakış tarzının hârikulâde bir tezâhürüdür.
Yıllardır alay, hakâret, zulüm ve düşmanlıktan başka bir şeye şâhid olmayan Mekke, o gün sergilenen büyük bir af bayramıyla târifsiz bir muhabbet ve merhamet tecellîsi yaşıyordu.
İSLAM DÜŞMANLARINA AF
Uhud Harbi’nde Hazret-i Peygamber’in amcası Hazret-i Hamza’nın ciğerini hırsla dişleyen Hind de Mekke’nin Fethi günü îmân ederek umûmî affa mazhar oldu. Allâh Resûlü, kelime-i tevhîdin şânı hürmetine onu da bağışladı.[2]
Ebû Cehl’in oğlu İkrime, sayılı İslâm düşmanlarındandı. Mekke’nin fethinden sonra Yemen’e kaçmıştı. Hanımı, Müslüman olarak onu Hazret-i Peygamber’in yanına getirdi. Âlemlere rahmet olarak gönderilen Allâh Resûlü, İkrime’yi memnûniyetle karşılayarak:
“–Ey göçmen süvârî, hoş geldin!” buyurdu ve Müslümanlara karşı yaptığı zulmü yüzüne vurmayıp onu da affetti. (Hâkim, III, 271/5059; Vâkıdî, II, 851-852)
Hebbâr bin Esved de İslâm düşmanlarının önde gelenlerinden idi. Mekke’den Medîne’ye devenin üzerinde hicret ederken kasten Hazret-i Peygamber’in kızı Zeyneb’i mızrağıyla vurarak deveden aşağı itmişti. Hazret-i Zeyneb hâmile olduğundan çocuğunu düşürmüş ve ağır bir şekilde yaralanmıştı. Bu yara daha sonra vefâtına sebep olmuştu. Hebbâr, bunun gibi daha birçok suç işlemişti. Mekke’nin fethinden sonra kaçtı ve ele geçirilemedi. Resûlullâh Medîne’de ashâbıyla oturduğu bir esnâda huzûr-i saâdete gelerek Müslüman olduğunu bildirdi. Hazret-i Peygamber onu da affetti. Ona hakâret edilmesini ve târizde bulunulmasını yasakladı.[3] Çünkü Kur’ân-ı Kerîm’de:
“(Ey Resûlüm!) Sen af yolunu tut, bağışla, uygun olanı emret, câhillere aldırış etme, onlardan yüz çevir!” buyruluyordu. (el-A’râf, 199)
Hazret-i Peygamber, canlı bir Kur’ân idi. Kur’ân ahlâkı da en güzel bir şekilde O’nda sergileniyordu. Kendine yönelik olarak işlenen bütün suçları hiç tereddüt etmeden yürekten affederdi. Lâkin, umûma karşı işlenen suçlar için hakkı tutup kaldırıncaya ve hak sâhibinin hakkını alıncaya kadar, onu kimse sâkinleştiremezdi.
Nitekim Mekke’de kâbına varılmaz, cihânşümûl bir affın sergilenmesi yanında, bâzı ıslâh olmaz hâin müşriklerin de görüldükleri yerde ümmetin menfaati için öldürülmeleri husûsunda emr-i Peygamberî sâdır olmuştur.[4]
Dipnotlar:
[1] Bkz. İbn-i Hişâm, IV, 32; Vâkıdî, II, 835; İbn-i Sa’d, II, 142-143.
[2] Vâkıdî, II, 850.
[3] Vâkıdî, II, 857-858.
[4] Ebû Dâvûd, Cihâd, 117/2683; Nesâî, Tahrîmü’d-Dem, 14.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 2, Erkam Yayınları