Merhamet ve Şefkatle İlgili Hikayeler

MERHAMET

Merhamet ve şefkat en kıymetli hasletler... İnsan yaratılmışların en kıymetlisi ve değerlisi olmasının yanında eğer merhamet sahibi ise bir o kadar daha kıymetli hale gelir. Rabbinin huzurunda takvaca üstün bir hale gelir. Rabbinin yanında yükselen, kul nazarında değer görmez mi? İsmi dahi geçtiği vakit içleri ısıtan ve huzur veren 'merhamet'...

MERHAMETİ ŞAHANE

“Bir akşamdı. Mâbeynde nöbetçi olarak ben kalmıştım. Gelen mektup, telgraf, rapor ve tezkerelerin listesini tertiplemiştim. Tam huzûra çıkmak üzere iken bir telgraf geldi. İstanbul Lâleli Postahânesi memurlarından birinin Hünkâr’a çektiği bir telgraftı bu…

Bîçâre memur, telgrafında; karısının o gece doğum yapacağını ve doğumun da tehlikeli olacağına dair doktorların kendisini îkāz ettiğini, fakat elinde hiçbir imkân bulunmadığını, bu sebeple merhamet-i şâhâneye sığındığını bildiriyordu.

Ben de bunu pek kayda değer görmeyerek zât-ı şâhâneye vereceğim listenin içerisine almadım. Ancak huzurda Padişah, âdeti üzere her şeyi ayrı ayrı gözden geçirdikten sonra ilâve etti:

«–Başka bir şey var mı?»

«–Kayda değer bir şey yok efendim!” dediysem de Sultan, ısrarla suâlini tekrarladı ve;

«–Sen kayda değer saymadığını da söyle!» dedi.

Bunun üzerine malûm telgraftan bahsettim. Arza değmeyeceğini düşünerek listeye almadığımı bildirdim. Hüzünlenerek tâlimat verdi:

«–Hemen getiriniz!»

Şaşkın bir vaziyette telgrafı getirdim. Sultan, orada yazılanları dikkatle okudu. Ardından düşündüğümün tam aksine hemen saray doktorunu çağırtarak bana döndü;

«–Derhâl beraberce Lâleli’ye gidiniz ve doğum yapacak olan kadıncağıza gerekli müdahaleyi yaptırınız!» diye ferman buyurdu.

Sultan’ın bu emri üzerine saray doktoru ile o memurun evine gittik. Vazifemizi yerine getirip hastahâneden döndüğümüzde ise, vakit sabaha yaklaşmıştı. Saraya girince, kapının sesinden bizi fark eden Sultan, perdeyi araladı ve eliyle; «Gelin!» diye işaret etti. Odasının ışıkları yanıyordu. Demek ki, sabaha kadar ibâdet ve duâ ile meşgul olmuştu.

Hemen huzûruna girdik. Neticeyi sordu. Olduğu gibi anlattım:

«–Sultanım, doğum bir hayli müşkil oldu. Ancak mütehassıs doktorların gayretleri ile hasta kurtuldu elhamdülillâh. Bir erkek çocuk dünyaya getirdi. Adını da «Abdülhamid» koydular. Sabaha kadar gözyaşları içinde zât-ı âlînizin ömür ve devletlerine duâ ettiler.» dedim.

Bizi ayakta dinleyen milletin merhametli babası olan Hünkâr, bu durum üzerine rahatlayarak derinden bir; «Elhamdülillâh!» dedi. Sonra paravananın arkasına geçerek iki rekât şükür namazı kıldı.”

ŞEFKAT VE MERHAMET SAHİBİ ABDÜLHAMİD HAN

Bunlar İslâm medeniyetinin yetiştirdiği merhametli, rakik gönüllü ve hassas insan tipinin mümessilleridir. Bir başka misal olarak Birinci Abdülhamid Han da, Özi Kalesi’nin düşman eline geçmesi üzerine, büyük bir teessür ile;

“Asker evlâtlarım ve masum ahâlim parçalandı!” diyerek ümmet-i Muhammed’in ızdırâbını sînesinde duydu. Bu acıyla felç geçirdi ve kısa süre sonra vefât etti.

O padişahlar ki, kendilerini Hâdimü’l-Harameyn, Mekke ve Medine’nin hizmetkârı addeder, hattâ «Harameyn-i Şerîfeyn»in süpürgecisi olduklarına işaret eden bir sorguç taşır ve mübârek beldenin süpürgecilerinin maaşlarını kendi servetlerinden verirlerdi.

Hiçbir Osmanlı padişahı; Medîne-i Münevvere’den gelen mektubu tahtında oturarak dinlememiş, mutlaka ayağa kalkarak kimden gelirse gelsin o mektubun geldiği mekâna ihtiram göstermiştir.

Öyle ki Abdülaziz Han, bir gün hasta yatağında iken kendisine mektuplar arz ediliyordu. Sıra Medine’den gelen mektuplara gelince, yattığı yerde dinlememek için yardımcılarına;

“Beni kaldırın!” dedi ve iki kişinin kollarında doğrularak mektubu ayakta dinledi.

Sultanların gönül dünyasının bu kıvamda olduğu İslâm toplumunda, halkın da mâneviyâtı çok yüksekti.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Ocak Sayı: 143

KONU İLE İLGİLİ VİDEOLAR