Meryem Suresi 15. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Meryem Suresi 15. ayeti ne anlatıyor? Meryem Suresi 15. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Meryem Suresi 15. Ayetinin Arapçası:

وَسَلَامٌ عَلَيْهِ يَوْمَ وُلِدَ وَيَوْمَ يَمُوتُ وَيَوْمَ يُبْعَثُ حَيًّا۟

Meryem Suresi 15. Ayetinin Meali (Anlamı):

Selâm olsun ona doğduğu gün, öleceği gün ve öldükten sonra diriltileceği gün!

Meryem Suresi 15. Ayetinin Tefsiri:

 اَلْكِتَابُ (kitap)tan maksat, Hz. Musâ’dan beri İsrâiloğulları’nın mukaddes kaynağı olan Tevrat’tır. Hz. Mûsâ’dan sonra İsrâiloğulları’na gelen bütün peygamberler bu kitaba dayanmışlar, insanlara onu öğretmişler, onun hükümlerini tatbik etmişlerdir. Görüldüğü üzere Hz. Yahyâ da babası Zekeriyâ (a.s.)’dan bu mirası devralmakta, bu ulvî vazifeyi yüklenmeye, bütün azmi ve kuvvetiyle bu emaneti omuzlamaya çağrılmakta; bu mirasın sorumluluğunu yerine getirirken zayıflık ve ihmalkârlık göstermemesi istenmektedir.

Yahyâ(a.s.)’ın, bu büyük emâneti taşıyabilmek için şu üstün meziyetlerle donatıldığı haber verilir:

    Çocukken hüküm verilmesi: اَلْحُكْمُ (hüküm) kelimesi “karar vermek, doğru fikirler oluşturmak, İlahî kanunu tefsir etmek, meseleleri tahlil edip çözüme kavuşturmak, Allah’ın karar ve hüküm verme konusunda verdiği yetki yani peygamberlik” gibi mânalar ihtiva eder. (Taberî, Câmi‘u’l-beyân, XVI, 69; Mevdûdî, Tefhîmu’l-Kur’ân, III, 231) Her şeyden önce ona daha küçük bir çocukken ilim ve hikmet ihsan edilmiştir. Onun ismi müstesnâ ve doğumu harikulade olduğu gibi, sahip olduğu vasıflar da normal insanlarınkine benzemeyen müstesnâ vasıflardır. Diğer insanlar, ancak ileri yaşlarında ve çalışarak sahip olabilirlerken, ona bu seçkinlik ve üstünlük daha çocukken ikram edilmişti. Burada ona peygamberlik vazifesinin verildiği de anlaşılmaktadır. Bu vazife, Tevrat’a her bakımdan tâbi olup İsrâiloğulları’nı da buna teşvik etmekti.

    Allah katından bir اَلْحَنَانُ (hanân): Ona yüce Allah’ın bir lütfu olarak kalp yumuşaklığı, şefkat, merhamet ve muhabbet bağışlanmıştı. Bunun için özel bir çaba harcamamış, hususi bir terbiye görmemişti. Adeta yaratılış hamuru muhabbet mayasıyla yoğrulmuş, bu onun tabii vasfı olmuştu. Başka bir deyişle Yahyâ (a.s.) kalbinde Rabbine karşı, bir çocuğun annesine duyduğu derin sevgiye benzer bir muhabbet taşıyordu. Bu çok önemli bir özellikti. Zira muhabbet, şefkat ve merhamet, insanların gönül dünyalarını ve orada kaynaşan duygularını gözetmek mecburiyetinde olan, gönülleri kazanarak onları yumuşak bir üslupla iyiliğe davetle vazifeli bulunan bir peygamber için vazgeçilmez ve yeri doldurulmaz bir ahlâkî meziyettir.

    Allah katından bir اَلزَّكٰوةُ (zekât): Yüce Allah’ın, Yahyâ (a.s.)’a bahşettiği diğer mümtaz vasıflar kalp temizliği, gönül arınmışlığı, duygu saflığı ve ahlâk yüceliği idi. Allah onu insanların faydasına olmak ve onları hidâyete davet etmek üzere mübârek kılmıştı. O, bu ulvî ahlâkî vasıflar sayesinde kalplerin kirlerine, vicdanların pisliklerine karşı koymuş, onları temizleyip arındırmaya çalışmıştır.

    Müttakî bir kişi: O, küçük büyük her türlü günahtan ve kötülüklerden sakınan bir insandı. Yüce Allah’a karşı daimî bir kulluk hali içindeydi. Rabbini hiç hatırından çıkarmıyor, O’ndan korkuyor, gizli açık her hal ve hareketinde O’nun murâkabesi altında olduğu şuurunu taşıyordu.

Yahyâ (a.s.), aynı zamanda ana-babasına karşı iyilik, ihsan ve itaat hissiyâtıyla doluydu. Dik kafalı, serkeş, zorba ve huysuz biri değildi. Doğduğu gün, öleceği gün ve tekrar diriltileceği gün onun üzerine selam, selamet ve emniyet vardır. Allah onu dünyada inanç ve amel bakımından her türlü eğrilik ve sapmalardan koruduğu gibi, dehşetli zamanlar olan ölüm anında da mahşerde dirilirken de emniyet içinde olacaktır. O, dünyada günahlardan ve afetlerden korunduğu gibi, âhirette de her türlü belâ ve sıkıntılardan muhafaza olunacaktır.

İşte Yüce Allah, kendisini bu ağır emaneti taşımakla vazifelendirirken, onu bu güzel sıfatlarla tezyin etmiştir. Bunlar sayesinde o, babasının yerini dolduracak ve babasının gizli gizli niyazlarında dile getirdiği hasretini tahakkuk ettirecekti.

Şimdi de kadınlara bir hayâ, iffet ve fazilet örneği olarak Hz. Meryem kıssası anlatılıyor:

Meryem Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Meryem Suresi 15. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.