Meşhur Müfessirler ve Tefsirlerinin Özellikleri

Tefsir ilminin bazı meşhur müfessirleri kimlerdir? Tesfirin özellikleri nelerdir?

Kur'an, indirilmeye başlandığı andan itibaren onu en iyi şekilde anlama ve uygulama Müslü­manlar tarafından ortak bir amaç olarak kabul edilmiştir. Bu amaca yönelik olarak Peygamberimiz zamanından başlayarak Kur'an'ı anlamak için çeşitli çalışmalar yapılmıştır. Bunların başında da Kur'an'ın tefsir edilmesi çabası gelmektedir. Belli bir usul çerçevesinde Kur'an'ı tefsir eden müfes­sirler, yaşadıkları zaman ve mekâna, kültürel birikimlerine, uzman oldukları bilim dallarına ve kav­rayışlarına göre birbirilerinden ayrılmaktadırlar. Bu müfessirlerin bazıları rivayet, bazıları da dirayet yöntemini kullanmışlardır. Bunun sonucunda da çeşitli tefsir kaynakları ortaya çıkmıştır. Kur'an-ı Kerim, Arapça olarak indirildiği için onun tefsiri ile ilgili ilk yazılan eserler de Arap­çadır. Bu çerçevede yazılan çok sayıda Arapça tefsir olmasına rağmen bunlar arasından bir kısmı çeşitli özellikleri nedeniyle Kur'an'ın anlaşılmasında başvuru eseri niteliğindedir.

1. Abdullah b. Abbas ve Tefsirdeki Yeri

Hz. Peygamber efendimizin amcasının oğlu, tefsir ve fıkıh ilimlerinde otorite kabul edilen ve çok hadis rivayet edenler arasında yer alan sahâbîdir. İbn Abbas diye de meşhur olmuştur. Hicretten üç yıl kadar önce, müslümanlar Kureyş'in ablukası altın­dayken Mekke'de doğdu. Doğduğu zaman babası tarafından Hz. Peygamber Efendimize götürüldü ve duasına mazhar ol­du. Sevgili Peygamberimizin zevcelerinden Meymûne (r.a.) teyzesi olduğu için bazı geceler Peygamberimizin evinde ko­nuk edilirdi. Peygamberimize karşı olan sevgisi, bağlılığı ve samimi hizmetleri sebebiyle onun takdirini kazanmıştır. Ayrıca “Allah’ım ona kitabı öğret ve dinde mütehassıs kıl!” tarzındaki duasına na­il olmuştur.

İbn Abbas,  Peygamberimiz vefat ettiğinde on üç yaşında bir gençti. Çok hadis rivayet eden (muksirûn) sahâbîlerdendir. Naklettiği 1660 hadisin bir kısmını biz­zat Peygamberimizden duymuş, çoğunu ise Hz. Ömer, Hz. Ali, Muâz, babası Abbas, Abdurrahman b. Avf, Ebû Süfyân, Ebü Zer, Übey b. Kâ'b. Zeyd b. Sabit ve diğer sahâbîlerden öğrenmiştir. Ha­dis âlimleri onun rivayet ettiği hadisle­re önem vermişlerdir.

Kur'ân-ı Kerîm’in inceliklerini anlayıp yorumlaması için Hz. Peygamberin özel olarak dua ettiği Abdullah b. Abbas'ın tefsir ilmindeki üstünlüğü, daha ilk devirlerden itibaren hemen herkes tarafından kabul edilmiştir. Âyetlerin nüzul sebeplerini, nâsih ve mensuhunu çok iyi bildiği gibi Arap edebiyatına olan vukufu da mükemmeldi. Bu sebeple ashap devrinden itibaren “Tercümânü'l-Kur'ân”, “Bahr “ (deniz-okyanus) ve “Hibr” (bilgin) unvanlarıyla anıla gelmiştir. Nitekim Hali­fe Ömer, Bedir ashabının da katıldığı ilim meclislerinde, yaşı küçük olmasına rağmen onu da bulundurur ve fikirleri­ne değer verirdi.

İbni. Abbas, İslam’ın ilk dönemlerinde ortaya çıkan siyasi çatışmalara katılmamış ve kendisini ilmi çalışmalara adamıştır. Öğrenciler yetiştirerek, Mekke tefsir ekolünün kurucusu olmuştur.

İbn Abbas'ın talebeleri arasında bir­çok büyük fakih bulunmaktadır. İkri­me, Mücâhid,   Atâ, Saîd b. Cübeyr, Tâvûs, Saîd b. Müseyyeb bunlardan ba­zılarıdır. Ayrıca İbn Abbas tefsir, fıkıh ve hadisten başka, Arap edebiyatı alan­larında da derin bilgiye sahipti. Aynı zamanda kudretli bir hatipti. Namazlar­dan sonra tesirli konuşmalar yapardı. Dinleyiciler arasında Arapça bilmeyen­ler varsa, sözlerinin onlar tarafından da anlaşılması İçin tercüman kullanırdı.

2. Taberî ve Tefsiri (225-310)

Muhammed b. Cerir et-Taberî, H 225 yılında Hazar Denizi'nin güneyinde bulunan Taberistan'ın Amul şehrinde doğmuştur.  Hicri III. Yüzyılın en önde gelen tarih, fıkıh ve tefsir bilginlerindendir. Genç yaşlarından itibaren ilim alanında çalışmıştır.  İlim elde etmek için Rey, Basra, Küfe, Medine, Suriye ve Mısır gibi beldeleri dolaştıktan sonra Bağdat'a yerleşmiştir. Burada dersler vermiş ve kendi fıkhi görüşlerini öğretmiştir. Çalışmalarının yalnızca bir kısmı günümüze kadar ulaşmıştır. Bu eserler bile, bugünkü tarih ve tefsir çalışmalarına ışık tutacak bir önem ve zenginliğe sahiptir. Onun fıkıh alanında da bir mezhep kurucusu olduğunu biliyoruz. Ancak bu mezhep günümüze ulaşmamıştır. Bağdat'ta H 310 yılında vefat etmiştir.

Kur'an-ı Kerim, kıraat, hadis, tarih ve fıkıh alanlarında çeşitli eserleri vardır. Bunlar arasında en bilinenleri, tarih alanındaki "Tarihu'l-Ümem ve'l-Mülûk" ve tefsir alanındaki "Camiu'l­ Beyan an Te'vili Âyil-Kur'an" adlı eserleridir

Cami’u’l-Beyan an Tek’vili’l-Ku’an adını taşıyan tefsirini 883 yılında bitirmişti. Bazı kütüphanelerde kopyaları bulunmakla birlikte 19. yüzyılın sonlarına kadar basılıp yayınlanamamıştı. Bu büyük eserin kaybolmuş olmasından korkulmuştu. Ancak daha sonra basılarak bilim adamlarının hizmetine sunulmuştur. Taberî, tefsirinin girişinde Kur'an'ın Arapça nazil olmasının nedeni ve ayetlerin yorumlanmasının caiz olup olmadıkları üzerinde durmuştur. Taberi, hadislerden, sahabe ve tabiin sözlerinden, kıraat fark­lılıklarından, dil bilimlerinden, şiirden, fıkıh ilminden, tarihten ve kelami görüş­lerden istifade etmiştir. Bununla birlikte Taberi özellikle bazı kısa ayetleri tefsir et­memiş, ayetlerin anlamlarına işaret etmek­le yetinmiştir.

Taberi, tefsirinde ayetlere açıklama getirecek bütün rivayetleri bir araya toplamaya çaba göstermiştir. Bu bakımdan onun tefsiri, kendisinden sonraki bütün tefsirlere kaynaklık edecek bir eser olmuştur. Taberi rivayetleri aktarmakla kalmamış, kendi görüşlerini de okuyucuya aktarmıştır. Bu bakımdan hem rivayet tefsirinin, hem de dirayet tefsirinin özellikleri bu tefsirde görülmektedir.

3. Zemahşeri ve Tefsiri (467-538)

Carullah Mahmud b. Ömer ez-Zemahşeri, bugün Türkmenistan sınırları içerisinde bulunan Harizm bölgesindeki Zemahşer kasabasında H. 467 yılında doğmuştur. Zemahşeri, Büyük Selçuklu Sultanı Melikşah’n hükümranlığı sırasında ve bilimin gelişmesine büyük önem veren vezir Nizamu’l- Mülk zamanında yaşamıştır. Buhara, Horasan, İsfahan ve Bağdat gibi bilim merkezlerinde değişik âlimlerden dersler aldıktan sonra Mekke’ye yerleşti. Kâbe’de itikâfa çekilerek kendini tamamıyla ilme adadı. Dil çalışmalarını geliştirmek için vaha ve çöllerdeki Arap kabilelerini ziyaret etmiştir. Zemahşeri, H.538 yılında Harizm'in Cürcaniyye kasabasında vefat etmiştir.

Arap edebiyatı, lügat, belagat, tefsir, hadis ve fıkıh alanlarında altmıştan fazla eseri bulunan Zemahşeri'nin en bilinen eseri "el-Keşşaf' adlı tefsiridir. Tefsirde kıraat farklılıkları dikkate alınır; nasih ve mensuh ayetler belirtilir. Çelişkili görünen ayetlerin tevilleri yapılarak Kur'an'da çelişkili bilgiler bulunmadığı ifade edilir. Akılcılığı nedeniyle eleştirilen Zemahşeri, Kur'an'ın lügat, nahiv, belagat ve icaz yönlerinden incelenmesine büyük önem vermiştir. Kur'an'da geçen kelime ve terkiplerin kökenlerini göstermesi eserinin önemli özelliklerindendir.  Zemahşeri zaman zaman kıraat bilgileri verir. Fıkıh açısından Hanefi mezhebine yakın görüşler yorumlar getirmiştir. Örneğin Fatiha suresinin tefsirinde (el-Hamd) kelimesini açıklarken, bu kelimenin (  mdh )  (methemek, övmek) kelimesinin eş anlamlısı olduğunu ve iyilikler sebebiyle övmek anlamına sahip olduğunu belirtmektedir. Daha sonra Zemahşeri, bu açıklamasını desteklemek için eski Arap şiirinden bir delil getirmektedir. Zemahşeri ayrıca (el-hamd) kelimesinin zıt anlamlısının ez-zem (kötülemek) sözcüğü olduğunu söylemektedir. Son olarak da kelimenin farklı okunuş biçimlerini aktarmaktadır. Zemahşeri tefsirinde itikadi açıdan ise Mutezili görüşleri savunmuştur. Zemahşeri’nin yaklaşımı ve ayetleri yorumlayışı onun tefsir alanındaki otoritesini ortaya koymaktadır. Dil açıklamaları bakımından onun tefsiri, vazgeçilemeyecek derecede önemli bir eserdir.

4. Fahreddin Razi ve Tefsiri (543-606)

Ebu Abdillâh (Ebü'l-Fazl) Fahrüddîn Muhammed b. Ömer b. Hüseyin er-Râzî et-Taberistânî (ö. 606/1210) Kelâm, felsefe, tefsir ve usûl-i fıkıh alanındaki çalışmalarıyla tanınan Eş'arî âlimidir. H. 543 yılında Hazar Denizi'nin güneyinde bulunan Rey şehrinde doğmuştur. İlk eğitimini Rey şehrinin önde gelen âlimlerinden biri olan babasından almıştır

Fahreddin Razi, 6.  yüzyılda yetişmiş önemli bilim adamlarından biridir. Üstün zekâsı, güçlü hafızası, etkili hitabetiyle tanınan ve H. VI. yüzyılın en büyük düşünürlerinden biridir. Tefsir disiplininde oldukça önemli bir eser bırakmış olmakla birlikte kelâm, fı­kıh usulü, tefsir, Arap dili, felsefe, man­tık, astronomi, tıp, matematik gibi ça­ğının hemen bütün ilimlerini öğrenip bu alanlarda eserler vermiş çok yönlü bir âlimdir. Bundan dolayı "allâme" unva­nıyla da anılmıştır. İran, Türkistan, Afganistan ve Hindistan böl­gesindeki bazı şehirleri dolaştıktan son­ra Herat'a yerleşti. Hayatının geri kalan kısmını Herat'ta geçirdi; bir yan­dan eserlerini telif ederken öte yandan sayıları 300'ü aşan talebe yetiştirdi. Râzî 1 Şevval 606'da He­rat'ta vefat etti.

Dinî ilimler içinde Râzî'nin daha çok temayüz ettiği alanlar tefsir ve kelâm ilimleridir.  Tefsir alanındaki en önemli eseri, Mefâtîhu'l-ğayb’ dır.  et-Tef-sîru'l-kebîr diye de bilinir. Râzi’nin tef­sire dair en önemli eseri olup otuz iki cilt halinde yayımlanmıştır. Tefsirinde dirayet metodunu başarıyla uygulamış ve kendisinden son­ra gelen hemen bütün müfessirlere kay­nak olmuştur. Kur'an'ı tefsir ederken döneminde mevcut bütün ilimlerden faydalanıp ilmî tefsir hareketine öncülük yapmıştır. Râzî ge­nellikle dirayet metodunu kullanmakla birlikte âyetlerle ilgili rivayetleri, nüzul sebeplerini ve kıraat farklılıklarını zik­retmeye de önem vermiştir. Ancak bun­lar arasından birini tercih ederken ter­cih edilen anlamın âyetlerin ruhuna uy­gun olmasına dikkat etmiştir. Ona göre en doğru tefsir Kur'an'ın yine Kur'an'la yapılan tefsiridir

Fahreddin Razi, tefsirinde vakıf olduğu farklı bilim dallarını kullanmıştır. Bazı alimler onun bu ilimlere ait bilgilere tefsirinde yer vermesini eleştirmişlerdir. Kadir suresinin ilk ayetini tefsir ederken bu ayet ile ilgili olarak yedi ayrı meselenin olduğunu belirtmekte ve üslup, dil bilgisi konularıyla birlikte, Kur’an’ın nasıl indirildiğine ve kadir gecesinin zamanına ilişkin çeşitli görüşleri ele almakta ve aktarmaktadır.

Fahrettin Razi, tefsirinde ayrıca ehl-i sünnetin kelami görüşlerini savunmuştur. Mutezile alimleri Kur’an-ı kerimi tefsir ederken geniş ölçüde Kelam, dil, edebiyat gibi bilimleri kullanarak Sünni alimlerin de takdir ettiği ölçüde güçlü dirayet tefsirleri yazmışlardı. Fahreddin Razi de Mutezili müfessirlerin görüşlerine cevap vermek için tefsirini yazmıştır. Burada onların kullandığı yöntemi kullanmış, kendi düşüncelerini savunmuş ve Mutezile’nin görüşlerinin zayıflığını kendi yaklaşımlarıyla göstermeye çalışmıştır. Razi, tefsirinde fıkhi konulara da, tefsirinde yer vermiştir. Ayetlerin nüzul sebeplerine önem vermiştir.

Kısaca, Fahrettin Razi’nin tefsiri İslam kültürünün önemli miraslarından biridir.

5. Kurtûbî ve Tefsiri (…-671)

 Muhammed b. Ahmed Kurtubi, Endülüs'ün ilim merkezlerinden biri olan Kurtuba'da doğmuştur. Birçok İslam şehrini dolaşmış ve ilim tahsil etmiştir. Daha sonra Mısır'a yerleşmiş ve H 671'de orada vefat etmiştir.

Maliki mezhebine mensup olan Kurtubi, zühd ve takva hayatı yaşayan bir zâhid, aynı zamanda da din ilimlerinde taassuptan uzak bir alimdir.

Kurtubi tefsirine el-Câmi li Ahkâmi’l-Kur’an adını vermiştir. İsminden de anlaşılacağı üzere onun tefsiri ahkâm ayetlerinin açıklamasına özel bir önem vermiştir. Bu bakımdan Kurtubi Tefsiri, bir ahkâm tefsiridir. Kurtubi Maliki mezhebine mensup olmakla birlikte, mezhep taassubu göstermemiş, farklı mezheplerden de doğru gördüğü görüşleri benimsemiştir. Mesela, Bakara, 2/187. ayetini tefsir ederken, Ramazan orucunu unutarak yiyen kişinin Maliki mezhebine göre kaza etmesi gerekmektedir. Ancak o, bu görüşü değil de, “kaza etmek gerekmez” görüşünü tercih etmiştir.

6.Kadı Beydavî (585-685)

Büyük müfessirlerden biri olan Nasıruddin Ebû Said Abdullah b. Ömer b. Muhammed Beydâvî, Şiraz yakınlarındaki “Beyda” kasabasında doğmuştur. Doğum tarihi kesin olarak bilinmemekle birlikte bazı kaynaklarda hicrî 585 (miladî 1189) yılında doğduğu belirtilmektedir.

Şiraz'da kadılar kadılığı (başkadılık) yapmış olan Beydâvî, bu görevinin yanı sıra pek çok kimseye ilim öğretmiştir. Kadılık görevinde çok titiz ve tavizsiz davranan Beydâvî, bu görevinden ayrıldıktan sonra Tebriz'e gitmiş ve ömrünün kalan kısmını ibadetle ve eser yazmakla geçirmiştir. Hicri 685 (1286) yılında Tebriz'de vefat etmiştir.[1] 

Esererinden bazıları şunlardır: Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl, Minhâcu'l-Vusûl ila İlmi'l-Usûl ve Şerhu'l-Mahsûl.         

İslâmî ilimlerin hemen hepsine dair birçok eser yazarak "allâme" unvanını kazanan Kadı Beydâvî'ye asıl şöhret kazandıran, "Envâru't-Tenzîl ve Esrâru't-Te'vîl" isimli tefsiridir. "vahyin nurları ve yorumun sır­ları" anlamına gelen bu eser, bütün tefsirlerden daha fazla şöhret kazanmıştır. Beydavi bu eserinde kendinden önceki başlıca tefsir kitaplarını ustaca özetlemiş, ayetlere getirdiği yorumlar yanında dil kaidelerine dayanarak yaptığı açıklamalarla da büyük bir müfessir olduğunu göstermiştir. İslam aleminde ve Avrupa'da pek çok defa basılan bu eserin 250'ye yakın şerhi (geniş açıklaması) ve haşiyesi (ilaveleri) bulunmaktadır.

Beydâvî, bu eserini yazarken Zemahşerinin ve Fahreddin Râzî'nin tefsirleriyle Râgıp el-İsfehânî'nin el-Müfredât fî Garîbi'l-Kur'an isimli eserinden fazlasıyla yararlanmıştır. Kendinden önceki müfessirlerin görüşlerine de yer vermiş olan Beydavî bunların bir kısmını tercih ederken bir kısmını da zayıf kabul etmiştir.

7.İbn Kesir (ö. 774/1373)

Ebû'l-Fida İsmail İmadüddin b. Ömer b. Kesîr ed-Dımeşkî, H. 701 (M.1301) yılında Şam yakınlarındaki Busra civarında bulunan Mecdel köyünde doğmuştur. H. 707 yılında ailesiyle birlikte Dımaşk'a göç etti. H. 711’de Kur'ân-ı Kerîm'i ezberledi. İlk bilgileri ağabeyi Abdülvehhab'dan alan İbn Kesîr, daha sonra aralarında İbn Teymiye'nin de bulunduğu ünlü alimlerden tefsir, hadis ve fıkıh öğrenmiştir. Genç yaşta yazdığı Ahkâmü't-tenbîh adlı eserini ho­cası Burhâneddin el-Fezârî’ye arzedip onun takdirini kazandı. Ayrıca hadis, tarih, kıraat, kelâm ve fı­kıh dersleri aldı. Hocaları arasında da­ha çok Burhâneddin el-Fezârî, kayınpe­deri Yûsuf el-Mizzî, Zehebî ve İbnTey­miyye'den etkilendi. Genç yaşta eser yazmaya başlayan İbn Kesîr, Şam'daki medreselerde dersler vermiştir. Ömrünün sonlarına doğru gözleri görmez olan İbn Kesîr, H.774 (M.1373) yılında Şam'da vefat etmiştir.

İbn Kesir "el-Hâfızü'l-muhaddİs" unvanı ile de meşhurdur. Zehebî, hadis ilminin çeşitli alanlarında verdiği eserler dolayısıyla ken­disinden övgü ile söz etmiş ve ona "el-fakîhü'l-müftî" lakabını vermiştir.

Fıkıhta Şâfiî mezhebine mensup olmak­la beraber, diğer mezheplerin görüşlerine de açıktı. İbnTeymiyye'nin et­kisinde kalarak Hanbelî kelâmını benim­semiştir.

İbn Kesîr hükümdarlar, emîrler, ulemâ ve halk nezdinde güvenilir bir şahsiyetti. Önemli dinî ve siyasî meselelerde onun fetvasına başvurulmuş ve verdiği karar­lara uyulmuştur.

Fıkıh, hadis, kelam ve tefsir alanında bir çok eser kaleme almış olan İbn Kesir’in tefsir alanında en önemli eseri "Tefsîru'l-Kur'ani'l-Azîm" dir. Rivayet tefsirleri içinde Taberî'nin tefsirinden sonra en önemli eserdir. Bu tefsirde Taberî, İbn Ebî Hâtim, İbn Atiyye gibi büyük müfessirlerin rivayetleri yer almaktadır.

[1] Türkiye Diyanet Vakfı İslâm Ansiklopedisi, VI, 100.

İslam ve İhsan

TABİÎN DÖNEMİNDE TEFSİR ÇALIŞMALARI

Tabiîn Döneminde Tefsir Çalışmaları

SAHABE DÖNEMİNDE TEFSİR ÇALIŞMALARI

Sahabe Döneminde Tefsir Çalışmaları

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.