Mevlana Hazretleri Kimleri Uyarıyor?

İbadet Hayatımız

Vazife isteyen sahabilere Peygamber Efendimiz (s.a.v) ne cevap veriyor? Mevlânâ Hazretleri kimleri uyarıyor?

Ebû Musa el-Eş‘arî -radıyallâhu anh- anlatır:

“Amcamın oğullarından ikisiyle Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in huzûruna girmiştim.

Onlardan biri;

«−Yâ Rasûlâllah! İdaresini Cenâb-ı Hakk’ın Sana verdiği vazifelerden birine bizi âmir tayin et!» dedi.

Öteki de benzeri bir şey söyledi.

Bunun üzerine Rasûl-i Ekrem -sallâllâhu aleyhi ve sellem- şöyle buyurdu:

«−Vallâhi biz, tâlip olanı veya vazife hırsı bulunanı yönetici yapmıyoruz!»” (Buhârî, Ahkâm, 7; Müslim, İmâre, 15)

MEVLANA HAZRETLERİ KİMLERİ UYARIYOR?

Mevlânâ Hazretleri de, mes’ûliyet duygusu yeterince gelişmemiş bir kişinin, lâyık olmadığı bir makama yükselmesini şöyle bir teşbih ile ifade eder:

“Aslında lâyık olmadığı yüksek bir mevkie çıkarak maddî yönden mertebesi yükselen kişi, halkın omuzuna yüklenmiş bir cenâzeye benzer.

Yani böyle kişiler, gerçekte yüksek bir mevkide değil, bilâkis herkesin bir an önce üzerinden atmak istediği bir cenâze hâlindedirler.”

Diğer taraftan;

Liyâkat sahibi olup, ümmetin mes’ûliyetini üstlenmesi gereken kişilerin, vazifeye tâlip olmalarının cevâzı hattâ lüzumu husûsunda; Hazret-i Yûsuf’un zindandan çıkınca, rüyasını tabir ettiği hükümdardan, hazine nâzırlığını talep etmesi misal verilir.

Hulefâ-yı râşidîn hazerâtı; hilâfet vazifesini, âdetâ bir mecburiyetin îfâsı ve mes’ûliyet şuuru ile kabul etmişlerdir. Bu vazifeyi yerine getirirken de, dâimâ Peygamberimiz’in hayatını örnek almış; halka adâlet, insaf ve hakkāniyet ile muâmele ederken, şahsî hayatlarında da riyâzat ölçüleri içinde yaşamışlardır.

Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh-; kendisine halîfelik teklif edildiği hâlde, müstağnî kalmak istemişti. Ancak Mekke-Medine ulemâsı Ömer bin Abdülaziz’e;

“–Eğer bu vazifeyi kabul etmezsen kıyâmette bunun hesabını verirsin!” dediler. Bunun üzerine Ömer bin Abdülaziz -rahmetullâhi aleyh-;

“–O hâlde sizler de bana yardımcı olun ve beni îkaz edin!” diyerek vazifeyi kabul etti.

Maddelendirirsek;

  • İnsanda diğer nefsânî arzular gibi, baş olma, riyâset sevdası da vardır. Hattâ bu arzunun, nefis tezkiyesi yolunda en son bertaraf edilebilen ve en zor baş edilen duygu olduğu ifade edilmiştir.

Dolayısıyla;

  • Herhangi bir idarî vazifeye liyâkati olmadığı hâlde, bu nefsânî arzu ile tâlip olmak, büyük bir vebaldir.
  • Ehliyet ve liyâkat sahibi olup, Hakk’a ve halka hizmetin tahakkuku için bu vazifeleri üstlenenlerin, muazzam bir titizlik ve hassâsiyet içerisinde hareket etmeleri lâzımdır.

Makam bir iken, ona tâlip olanlar birden fazla olunca, tarih boyunca siyaset meydanında ihtilâf ve çekişmeler hiç eksik olmamıştır.

Bu sebeple;

Sâlih idareciler, üstlendikleri vazifeleri lâyıkıyla îfâ ettikleri gibi, yeri geldiğinde halkın selâmeti için fedâkârlık göstererek bu emâneti başka ehil kimselere gönül rızâsıyla tevdî etmeyi de bilmişlerdir.

Tarihimiz bu fedâkârlığı gösteren kahramanlarla doludur.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2024 Ay: Mayıs, Sayı: 231