Mevlanâ Hazretleri’nden İbretlik Nasihatler
Osman Nûri Topbaş Hocaefendi, Sâmi ve Musa Efendilerin hikmetli birkaç sözünden sonra Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleriʼnin nasihat dolu sözlerini anlatıyor...
SAMİ VE MUSA EFENDİ'DEN HİKMETLİ SÖZLER
Mahmud Sâmi Ramazanoğlu -kuddise sirruh- buyurur:
“İstikâmet sahibi…”
Cenâb-ı Hak:
فَاسْتَقِمْ كَمَا اُمِرْتَ
(“Emrolunduğun gibi dosdoğru ol!..” [Hûd, 112]) buyuruyor.
“…Dağ gibi müstakîm olur. Çünkü dağın 4 alâmeti vardır. O müʼminde bu 4 alâmet olacak, benzeri.
Dağ, sıcaktan erimez.
Soğuktan donmaz.
Rüzgârdan devrilmez.
Sel alıp götürmez.”
İşte Kurʼân-ı Kerîmʼde muhtelif misaller veriyor Cenâb-ı Hak. Firavunʼun zulmettiği sihirbazları bildiriyor. Tehdit ediyor:
“‒Ya geriye dönün (diyor), müslüman olmaktan bu tarafa gelin (diyor), benim tanrılığımı kabul edin (diyor), yahut da size azâbın en çetinini tattıracağım.” diyor.
Onlar da diyorlar ki:
“‒Biz bu kadar açık bir îman gördükten sonra, bir şeye şâhit olduktan sonra, Allâhʼın azametine, biz dönmeyiz (diyorlar). Senin yapacağın bize zarar, işkence, dünyaya aittir (diyorlar). Biz nasıl olsa Rabbimizʼe döndürüleceğiz (diyorlar). Keseceğin kollar, bacaklar dünyaya aittir.” diyorlar.
Tabi Firavun büyük bir zulme başlıyor; kolları, bacakları çapraz kestiriyor. Hurma dallarına astırıyor o şekilde. Onlar da:
رَبَّنَا اَفْرِغْ عَلَيْنَا صَبْرًا وَتَوَفَّنَا مُسْلِمِينَ diyorlar.
(“…Ey Rabbimiz! Üzerimize sabır yağdır ve canımızı müslüman olarak al.” [el-A‘râf, 126])
“Yâ Rabbi, üzerimize sabır dök, şu Firavunʼa bir îmânımızdan fire verdirecek bir tâviz vermeyelim…”
İşte; “Sıcaktan erimez. Soğuktan donmaz. Rüzgârdan devrilmez. Sel alıp götürmez.”
Bunun misalleri çok, Kurʼân-ı Kerîmʼde. Demek ki bir müʼmin, îmânından fire vermeyecek, bir tâviz vermeyecek.
Yine Mahmud Sâmi Efendi buyuruyor:
“Şefkatli bir babaya isyân eden evlâda mecnun derler, deli derler. Merhametlilerin merhametlisi olan, en merhametli olan Cenâb-ı Hakk’ın emirlerine muhâlefet eden kişiye ise ne söylense azdır!”
Pederimiz Mûsâ Efendi:
“Çok kimseler zannederler ki mânen terakkî etmek, yalnız fazla ibadetledir. Hayır, hakîkî terakkî, Cenâb-ı Hakk’ın huzûr-i ilâhîsinde olduğunu bilerek, Sünnet-i Seniyye istikâmetinde, hayatını tanzim etmekle olur.”
MEVLÂNA HAZRETLERİ'NİN NASİHATLERİ
Mevlânâ Celâleddîn-i Rûmî Hazretleriʼnden:
“Şems (diyor) -kuddise sirruh- bana bir şey öğretti:
«Dünyada bir tek mü’min üşüyorsa, ısınma hakkına sahip değilsin (Celâleddîn!)» dedi.
Ben de biliyorum ki yeryüzünde üşüyen mü’minler var; artık ben ısınamıyorum!..”
Nasıl bir merhamet ufku!?.
Cenâb-ı Hak rahmân ve rahîm, Efendimiz raûf ve rahîm; kulun da merhamet tevzî etmesi lâzım demek ki. Bunu da bir imtihan olarak düşünecek.
Yine Mevlânâ Hazretleri:
“Gülün dikene katlanması onu güzel kokulu yaptı.”
Gülün dikene katlanması. Yani güle bak; çiçeklerin şâhı, sapına bak, dikenler var. İşte;
اِقْرَاْ بِاسْمِ رَبِّكَ الَّذِى خَلَقَ
“Yaratan Rabbinin adıyla oku.” (el-Alak, 1)
Velhâsıl ıztıraplar, gayretler, fedakârlıklar neticesinde mânevî terfiler nasîb olur.
Yine Mevlânâ Hazretleri, namazdaki lezzet, huşû, heyecan, vecdi şöyle ifâde eder:
“Öyle bir abdest al ki, o abdest hiç bozulmasın. (Yani dâimâ ilâhî huzurda olduğunun farkında ol.)
Öyle bir namaz kıl ki hiç bitmesin. (Yani namazın bir mîraç olsun. “Namaz miraçtır.” buyuruyor Rasûlullah Efendimiz.)
Âşığa beş vakit namaz yetmez. Beş yüz bin vakit ister. Gerçek âşık, vuslatın bitmesini hiç ister mi?”
Yani, Mehmed Âkif, bir “…vecd ile bin secde eder varsa taşım” diyor. Burada bir vecd ile bin secde edecek başlar, Mevlânâ onu ifade ediyor.
Mânevî heyecan, ibadetin zevkini bir aşk hâline getirir.
Yine Mevlânâ buyuruyor ki:
“Ne kadar zengin olsan, ancak yiyebileceğin kadar yersin. Denize testiyi daldırsan, alabileceği kadar su alır, gerisi kalır.”
İşte, insanın en büyük zaaflarından biri de hasettir, ihtirastır. Bunlar sahibini harap eder. Doymamak. Ancak toprak doyuruyor.
Yine Mevlânâ Hazretleri buyuruyor:
(Cenâb-ı Hak; وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ (“…Seher vaktinde Allahʼtan bağışlanma dileyenler.” [Âl-i İmrân, 17]) buyuruyor. Seherlere davet ediyor. Ve o seherlere hazırlanabilme…)
Yine Mevlânâ buyuruyor:
“Bir seher benden ilham kesildi. (Bir tuluat, bir sünûhat, kalbime doğmadı.) Anladım ki vücuduma şüpheli birkaç lokma girdi. Bilgi de hikmet de helâl lokmadan doğar. Aşk da merhamet de helâl lokmanın mahsulüdür. Eğer bir lokmadan gaflet meydana geliyorsa, bil ki o lokma, şüpheli veya haramdır.”
İnsan kendini bir tâdâd etmeli…
Yine buyuruyor:
“İnsan bir ormana benzer (insanın içi). Nasıl ki ormanda binlerce domuz, kurt ve güzel, temiz hayvan varsa, insanda da her türlü güzellik ve çirkinlik vardır.”
فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا
(“(Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki.” [eş-Şems, 8])
“Suyun yüzlerce kerem ve ihtişamı vardır ki; kirlileri kabul eder ve kirleri temizler.”
İşte bir müʼmin de öyle olacak. İşte Mevlânâ:
“Gel, gel, neysen de gel…” diyor.
Yani gel burada temizlen diyor. Demek ki bir müʼminin gönlü, dergâh hâline gelecek. Muhâtabı o dergâhta huzur bulacak.
“Kalbi ve hâli bir olmayan kimsenin yüz dili bile olsa, o, yine dilsiz sayılır.”
En güzel ifâde, gözlerde ve sîmâdadır. Kederli ve sevinçli insan, sîmâsından belli olur. Demek ki diliyle sîmâsının bir uyum sağlaması lâzım, tesirli olabilmesi için.
“İyi dostu olanın, aynaya ihtiyacı yoktur.” buyuruyor Mevlânâ.
İnsan dâimâ karakter ve şahsiyete hayrandır. Hayran olduğunu takip eder. Onunla hâllenir.
Yine Mevlânâ:
“Kim demiş gül, dikenin himâyesinde yaşar? Dikenin îtibârı ancak gül sâyesindedir!”
Hiç kimse gülü alıp sapını vazoya koymaz. Yani sapını koyması, gülün sebebiyledir. Demek ki dikene tahammül sayesinde gül, dikenle tezkiye olur. Tezkiye ise nedir? Sabırdır, iptilâlara karşı mukavemettir.
Yine;
“Hayvan nasıl kabiliyeti ile değer kazanırsa, insan da aklını ve kalbini (sünnet-i seniyye ve Kur’ân’ın muhtevası içinde) kullanmasıyla değer kazanır.”
Yine Mevlânâ buyuruyor:
“Ey menfaat uğruna îman cevherini zâyî eden, (dünyevî menfaatlere kendisini râm edip îman cevherini ziyan eden kimse!) Ey bir arpaya bir hazineyi satan zavallı! (Dünya bir arpa, hazine de sonsuz âlem. Ey bir arpaya bir hazineyi satan zavallı. Yani âhiretini fedâ eden kişi!) Nemrut, gönlünü İbrahim’e kaptırmadı ama canını bir sivrisineğe teslim etti.”
“İnanç azlığından (yani akîde bozukluğundan) meydana gelen derde acımak gerekir (en çok acınacak onlardır); çünkü o derdin dermanı yoktur.”
Yani ahmaklık, damlayı deryaya tercih etme. Dünyayı hedef alıp âhireti unutma.
“Nice balık vardır ki su içinde her şeyden eminken (her türlü yiyeceği varken) boğazının hırsı yüzünden oltaya takılmıştır.”
Yarım bir solucana, oltanın ucundaki yarım bir solucana hayran olmuştur. İşte dünyanın hâli, âhiret karşısında.
Yine buyuruyor:
“İçindeki kiri su değil, ancak gözyaşı temizler.”
Yine bu da çok güzel bir misal:
“Nûh’un gemisi varken yüzmeyi bırak.” diyor. Sana Allah hak dîni gönderdi. Başka yol arama.
“Nûh’un gemisi varken yüzmeyi bırak.”
Onun dördüncü oğlu girmedi, dağa çıkarım dedi, kahroldu gitti. Yani felsefelerin çıkmaz sokakları içinde kendini helâk etme! Kur’ân ve sünnetin istikâmetine gir, selâmet bul!
Yine buyruluyor:
“Karanlık ne kadar zifiri ve güçlü olursa olsun, bir kibrit çakmayı bilebilmek, o karanlığı aydınlatır.”
Ancak bir hak, bir Kurʼân ve Sünnetʼle bir kibrit çakmakla, bir âyetle senin bütün ufkun açılır. Tabi kalbini ne kadar işletebilirsen.
Diğer bir ifadesi:
“Yer, gökyüzüyle düşmanlığa kalkışırsa çoraklaşır, ölür gider.”
Yani insan, kime ihtiyacı olduğunu iyi bilmeli. Ondan yardım talep etmeli. Kadere teslim olursan, selâmet bulursun. Bu da çok mühim, kadere teslim olursan.
Zira âyette buyrulur:
“…Sizin için daha hayırlı olduğu hâlde bir şeyi sevmemeniz mümkündür. Sizin için daha kötü olduğu hâlde bir şeyi sevmeniz de mümkündür. Allah bilir, siz bilemezsiniz.” (el-Bakara, 216)
En mühim burada, teslîmiyet. Gayb(ı bilmek) Allâhʼa ait.
“İnsanlarla dost ol (ehl-i îmanla). Çünkü kervan ne kadar kalabalık ve halkı çok olursa, yol kesenlerin beli o kadar kırılır.”
Yani ne kadar sâlihler içinde bulunursan, o sâlihlerden sana inʼikâs gelir.
Bu da mühim bir şey:
Yusuf -aleyhisselâm-… Kardeşleri kıskandılar. Onu şeye attılar, kuyuya attılar. Bir kervan geçerken su almak için kuyuya kovayı daldırdı. Yusuf da o kovanın içine girdi. Kuyudan çıktı. Fakat o kervan sahipleri; “aman bir şey bulduk!..” Düşünmediler: Bu kuyuya bir, doğum evi değil kuyu, bu çocuk burada nasıl yaşıyor, onu hiç düşünmediler. Nereden geldiğini kimse düşünmedi. Hemen onu alıp satmaya kalktılar. İşte Mevlânâ diyor ki, dünyaya dalanların durumu böyledir diyor, şöyle bir misal veriyor:
“Dünyaya gönül verenler, tıpkı gölge avlayan avcıya benzerler. Gölge nasıl olur da onların malı olabilir? Nitekim budalanın biri, kuşun gölgesini sımsıkı yakalamak istedi. Ama dalın üzerindeki kuş bile buna şaştı kaldı.”
Bu kadar azamet-i ilâhiyye, bu kadar saâdet yolu varken, o saâdet yolunu bir tarafa itiyor, nefsinin arzusu istikâmetinde perişan olup gidiyor. Yani bu kadar ilâhî azamet tecellîleri karşısında dünyaya aldananların hâli…
Yine buyuruyor Mevlânâ:
“Kargalar ötmeye başlayınca bülbüller susar.”
Demek ki kaba ve bed ifâdeler, ruhları rencide eder.
Onun için Cenâb-ı Hak:
قَوْلًا بَلِيغًا (en-Nisâ, 63) buyuruyor. Belâgatli lisan.
قَوْلًا سَدِيدًا (en-Nisâ, 9; el-Ahzâb, 70) buyuruyor.
قَوْلًا لَيِّنًا (Bkz. Tâhâ, 44) buyuruyor.
قَوْلًا مَيْسُورًا (el-İsrâ, 28) buyuruyor.
Cenâb-ı Hak bize bir konuşma tâlimi veriyor. Bed sesten kurtulma ve karşımızdakine tesirimizi artırabilme.
Yine Mevlânâ buyuruyor:
“Körler çarşısında ayna satma, sağırlar çarşısında da gazel atma.”
Yani kime ifâdede bulunduğuna dikkat et, kime nasıl hitâb ettiğini de bil.
Yine buyuruyor:
“Hiç buğday ektin de arpa bittiğini gördün mü?”
Yani insan ancak gayretinin ve emeğinin karşılığını bulur.
“İyi ağaçtan talihli dal çıkar.”
Eğer anne-baba iyiyse, sâlih-sâliha ise, oradan tâlihli dal çıkar, sâlih ve sâliha evlâtlar gelir.
Hocanın keyfiyeti, talebesinin inkişâfına veya zayıf kalmasına sebep olur.
Bu da güzel:
“Kuzgun (yani karga), bağda kuzgunca bağırır (kargaca bağırır). Ama bülbül, kuzgun bağırıyor diye güzel sesini keser mi hiç?”
Yani hak yoldakiler, tebliğ etmekte devam ederler. İstediği, şirretler/Allah düşmanları, şirretliğini yapsınlar, onlar ise emr bi'l-mârûf ile, yaşayarak emr bi'l-mârûf ve nehy ani'l-münkerʼde bulunmaya devam ederler.
“İnsana, aradığı şeye bakılarak değer verilir.”
Yani temâyülleri, o insanın aynasıdır.
“Hâl ile öğüt veren, sözle öğüt verenden iyidir.”
Yani hâl ile öğüt veren, enerji tevzî eder, numûne olur.
“Gündüz gibi ışık saçmak istiyorsan, geceye benzeyen nefsini yakmalısın.”
فَاَلْهَمَهَا فُجُورَهَا وَتَقْوٰیهَا
(“(Nefse) iyilik ve kötülüklerini ilham edene yemin ederim ki.” [eş-Şems, 8])
Yine buyuruyor:
“Kalemin rüzgârdan, kâğıdın sudan olursa, ne yazarsan derhal yok olur gider.”
Yani boş şeylerle ömrü ziyan etmek, mânevî bir helâkin eşiğinde olmaktır.
“Kalemin rüzgârdan, kâğıdın sudan olursa, ne yazarsan derhal kaybolur gider.” Gaflet yani.
“Belâların çoğu peygamberlere gelir. Çünkü ham adamları yola getirmek, zaten belâdır.” buyuruyor. Yani en büyük musibetlerin başında ahmağı terbiye etmek gelir. Bu kadar ilâhî azamet karşısında kalbi âmâ oluyor.
“Allâh’ın imtihan tuzağı dünya malıdır; dünya malı bizi sarhoş eder, aldatır. Dünyaya gönül verenlerin can gözü, bu yüzden kördür. Çünkü onlar balçıktaki acı, tuzlu suyu içerler.”
Dünyada kör olanın, tabi kalbi kör olanın, âhirette de kör olarak haşredileceğini Cenâb-ı Hak bildiriyor.
Yine buyuruyor:
“Sen, anılması, bahsedilmesi güzel olan bir söz ol. Çünkü insan, kendi hakkında söylenilen güzel sözlerden ibarettir.”
Yani gerçek saâdet, arkamızda hoş bir sadâ bırakabilmek, o şekilde yolculuğumuza devam edebilmek...
YORUMLAR