Mevlid Kandili’nde Peygamberimize Muhabbetimizi Sorgulayalım
Osman Nuri Topbaş Hocaefendi, Veladet (Mevlid) Kandili’nde Peygamber Efendimize olan muhabbetimizi sorgulamamız ve muhabbetimizi arttırmaya gayret etmemiz gerektiğini anlatıyor.
Bu Kandilde Peygamber Efendimiz’e Muhabbetimizi Sorgulayalım
İmam Kastalânî vardır. Bu, meşhur Buhârî şârihidir.
Abbas -radıyallâhu anh-, kâfir olan Ebû Leheb’i rüyasında görüyor. Tebbet Yedâ’nın indiği kişi, Efendimiz’in amcası. Fakat Efendimiz’in, Cenâb-ı Hakk’ın düşmanı. Hattâ Efendimiz’in geçtiği yere dikenler atardı. Hattâ Efendimiz’i yumrukladığı, üzerine toprak attığı da olmuştu.
Abbas -radıyallâhu anh-, kardeşi Ebû Leheb’i rüyada görüyor ölümünden sonra;
“–Hâlin nasıl?” diyor.
O da diyor ki:
“–Cehennem’deyim diyor, acıklı bir azâbın içindeyim diyor. Yalnız diyor, pazartesi günleri azâbım hafifliyor. Çünkü câriyem Süveybe; «–Bugün bir yeğenin dünyaya geldi.» diye müjde getirdi. Ben de sırf akrabalık asabiyeti sebebiyle sevindim; «–Haydi hürsün, âzatsın.» dedim dedi. Sırf dedi, akrabalık asabiyetinden ben sevindim dedi. Onun için pazartesi günleri parmak aralarımdan bir su çıkar, onu ben emiyorum, ferahlıyorum.” (İbn-i Kesîr, el-Bidâye, II, 277; İbn-i Sa’d, I, 108, 125)
Meşhur kıraat âlimi, hadis âlimi İbn-i Cezerî diyor ki:
“Bir Allah ve Rasûlullah düşmanı, sırf akrabalık asabiyetiyle sevindiği için azâbı hafifletilirse mükâfât olarak, bir mü’min, Rabîulevvel ayında Efendimiz’e olan muhabbeti sebebiyle, ümmet-i Muhammed olmanın sevinciyle sadaka verir…”
Nasıl insan bir sınıf geçer, yahut bir şey olur, sevincinden birtakım hediyeler verir; demek ki Cezerî diyor ki:
“Bir kişi diyor, Rasûlullah’a ümmet olmanın sevinciyle diyor, Rabîulevvel ayında sadakalar verir, sohbetler eder, Kur’ân-ı Kerîm, kasîdeler okursa kim bilir Cenâb-ı Hak (ne büyük) ecre nâil eyler buyuruyor.
Öyleyse diyor, mü’minler Allah Rasûlü’nün doğduğu bu ayda bol bol mânevî sohbetlerle feyiz tazelemeli, mübârek ayın rûhâniyetinden istifade etmek için Kâinâtın Fahr-i Ebedîsi aşkına gönüllerini ve sofrasını açarak ümmete ziyafetler vermeli, fakir, garip, yetim, çaresiz kimselere her türlü iyiliği yaparak mahzun gönülleri şâd etmeli, onları sadakalarla sevindirmeli, Kur’ân okuyup okutmalıdır.”
Yani bizim bir sevinç ifadesi… Yani oğlumuz, yahut yakınımız, nasıl seviniyoruz dünyevî bir şey için. Biz de kendimize, hem bunu evlâtlarımıza telkin etmeli, hem de hakîkaten Cenâb-ı Hakk’a duâ edelim, Cenâb-ı Hak bize bu aşkı, Rasûlullah Efendimiz’i yakından tanımayı nasîb eylesin evliyâullâh’ın tanıdığı gibi. İnşâallah bu Rabîulevvel ayının aşkı-vecdi, hayatımızın her safhasına intikal ettirmeye gayret edelim inşâallah.
Tabi bu, nasıl ashâb-ı kirâm en ufak bir şeyde Rasûlullah Efendimiz’den bir hizmet (emri) bekliyordu. Efendimiz buyurunca da; “Canım-malım, her şeyim Sana fedâ olsun yâ Rasûlâllah, emret!” diyordu. Yani bu hizmeti bir nîmet biliyordu.
“–Bunu kim bir krala gidip okuyacak?”
Gidiyordu ashâb-ı kirâm, o cellâtların yanında Rasûlullah Efendimiz’in mektubunu… O bir ölüm bile olsa, yeter ki Allah Rasûlü’nün gönlünde bir yeri olsun…
Velhâsıl bize de işte Velâdet Kandili, Efendimiz’e olan muhabbeti sorgulamalıyız. Muhabbetimizi artırmaya gayret etmeliyiz. Nasıl biz Efendimiz gibi…
“Benim kıldığım gibi namaz kılın, bana bakın diyor, beni gördüğünüz gibi olun…” diyor. (Bkz. Buhârî, Ezân, 18)
Her şeyde o misal var.
Evlâtlarımızı nasıl yetiştiriyoruz? Nasıl evlâtlarımızı, kız yavrularımızı Kur’ân Kursu… Muhakkak bir Kur’ân-ı Kerîm tedrisinden geçiriyoruz? Evlâtlarımız, erkekler öyle… Hangi okulda okutuyoruz? Ne kadar takip ediyoruz? Ne kadar dînî bir telkin veriyoruz? Ne kadar onu bir, televizyonun, internetin menfî şeylerinden koruyabiliyoruz? Ki bugün en büyük şey de o; iptilâ!.. İstediği alıyor, istediği dünyayı geziyor orada. Yani ana-babanın da hükmü bitiyor. O internetin çocuğu oluyor. Onun için küçük yaşta ona çok gayret etmemiz lâzım.
Zira insan, sevdiğini unutmaz. Her fırsatta onu yâd eder. Bir kimse, çok büyük bir iyiliğini gördüğü kimseyi ömür boyu kalbinde taşır. Meselâ ecdâdımız da Efendimiz’i hiç unutmamak için, her şeye O’nu bir sembol olarak… Meselâ askerine bile “Mehmetçik” dedi, “küçük Mehmet” dedi.
Efendimiz’i unutmamak…
Ebû Bekir Efendimiz soruyor Âişe Vâlidemiz’e, halîfeyken:
“–Âişe kızım diyor, bugün günlerden ne?” diyor.
“–Baba, pazartesi.” diyor.
“–Aman kızım, ne olursun diyor, bugün diyor ben vefat edebilirim diyor, beni hiç bekletme, doğru Allah Rasûlü’nün yanına götür beni oraya gömün diyor, Allah Rasûlü’ne kavuşayım.” diyor. (Bkz. Ahmed, I, 8)
Vahiy kâtibi Zeyd -radıyallâhu anh- var. Oğlu diyor ki:
“–Baba diyor, Rasûlullah Efendimiz vefat etti.” diyor.
Kaldırıyor (ellerini):
“–Yâ Rabbi diyor, şu gözleri al diyor. Ben O’nu gördüm diyor, O’ndan sonra başka bir şey görmeyeyim.” diyor. (Bkz. Kurtubî, el-Câmî, Beyrut 1985, V, 271)
İmam Nevevî Hazretleri…
(Ahmed Yesevî Hazretleri) 63 yaşında irşâdına yer altında devam ediyor, nasıl bir muhabbet ki, “Ben artık yeryüzüne… 63 yaşında vefat etti…” diyor.
Biz yapsak bunu, şov olur.
İmam Nevevî Hazretleri nasıl diyor, Allah Rasûlü karpuzu nasıl yerdi, nasıl keserdi, hadîs-i şerîflerde rastlamadığı için karpuz yemiyor.
Bunlar, işte muhabbet…
Muhabbet de fedakârlığı meydana getiriyor. Onun için sahâbe, gittikleri o zor şeyde bile, kendilerini bütün insanlıktan mes’ûl gördü, yorulmadılar.
Rasûlullah Efendimiz’e tâbî olma alâmetlerinden biri de “seher vakitleri”. Hakk’a muhabbetin en büyük göstergesi fedakârlıktır. Herhangi bir insan, şahsî bir menfaati için, gecenin bir yarısında uyanıp kalkar. Îcâb eder, meselâ bir uçağa yetişecek, vesâireye yetişecek, bir yere gidecek, çok evvelden kalkar. O saatte muhakkak uykusunu bölüp kalkar. Cenâb-ı Hak biz kullarını seher vakitlerinde kendisiyle buluşmaya davet ediyor. Buluştuğun zaman ne olacak:
وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ
(“…Ve seherlerde istiğfar edenler.” (Âl-i İmrân, 17])
Seni affedecek Cenâb-ı Hak. Orada ilticâ edeceksin. Yine Cenâb-ı Hak:
سَاجِدًا وَقَائِمًا
(“…(Geceleyin) secde ederek ve kıyamda durarak…” [ez-Zümer, 9]) buyuruyor.
Kim biliyor, kim bilmiyor? Bilenler “سَاجِدًا وَقَائِمًا” secde ve kıyam hâlinde olanlar.
Furkan Sûresi’nde, Allah dostları nasıl, ibâdurrahmân “سُجَّدًا وَقِيَامًا” buyruluyor. Yine seher vaktinde “secde ve kıyam hâlinde olanlar”. (Bkz. el-Furkân, 64)
Demek ki Cenâb-ı Hakk’a yaklaşmanın bir vasfı da seherleri ihyâ etmek.
Efendimiz, seherlerde Cenâb-ı Hak’la beraber olmanın büyük aşkını, heyecanını yaşardı. Normal zaman, meselâ namaz kıldıracak; dönüp arkasına bakardı. Cemaatte ihtiyar var mı, çocuk var mı, ağlayan var mı; kısa sûre okurdu. Fakat kendisi… Âişe Vâlidemiz;
“Teheccüdde öyle bir uzun kılardı ki, ayakları şişerdi.” buyuruyor. (Bkz. İbn-i Hibbân, II, 386; Âlûsî, Rûhu’l-Meânî, IV, 157)
“–Yâ Rasûlâllah kâfî, Allah senin geçmiş her şeyini affetti.” Dediğim zaman da diyor Âişe Vâlidemiz;
“–Âişe, ben şükreden bir kul olmayayım mı?” (Bkz. Buhârî, Teheccüd, 16)
Demek ki burada bir de şükrü idrâk edebilmek…
Bu şükür, mühim kardeşler!
Gözümüzün şükrü: Nerede kullanıyoruz gözümüzü? Allah bu gözü niye verdi?
Kulağımızın şükrü, bedenimizin şükrü, hepsi ayrı ayrı şükür bunların. Cenâb-ı Hakk’a teşekkür…
Nasıl Kitap ve Sünnet’in muhtevası içinde yaşayacağız?
Efendimiz’e ümmet olmanın şükrü.
“Kitap ve Sünnet’imi emânet bırakıyorum.” buyuruyor. (Bkz. Muvatta’, Kader, 3)
Fânî bir dost emânet verse ne kadar dikkat ederiz, bir ahbâbımız. Rasûlullah Efendimiz’i ne kadar seviyorsak, O’nun emanetine de o kadar sahip oluruz.
Velhâsıl bu seherler çok mühim.
“(O müttakî kimseler, geceleri namaz kılmak için, istiğfar etmek için) yanlarını tatlı yataklarından kaldırırlar. Rab’lerinin azâbından korkarak, rahmetini umarak ilticâ ederler…” (es-Secde, 16) buyruluyor.
Benzer çok âyet-i kerîme var.
Bir kimse İbrahim Edhem Hazretleri’ne geldi, dedi ki:
“–Gece kalkamıyorum ben dedi, bana bir çare bul.”d.
O da dedi ki:
“–Gündüzleri Allâh’a isyan etme dedi, geceleri O seni huzûrunda bulundurur.”
Yani gözünü yanlış ekranlardan, yanlış manzaralardan koru; dilini yanlış sözlerden koru; geceleri O seni huzûrunda bulundurur.
Yine bir hadîs-i şerîfte buyruluyor:
“Mü’minin şerefi geceleri kāim olmasında…” (Hâkim, IV, 360-361/7921) buyuruyor Efendimiz. İşte bu şerefi günahkârlar hak etmezler buyruluyor.
Onun için seherler şundan da çok mühim: Seherler… Nasıl bir bedenimizin açlığını bertaraf ediyoruz; rûhumuzun da bir açlığı var. Rûhumuzun açlığını seherlerde doyuracağız ki gündüzlerde karşılaştığımız musîbetler ve nefsânî arzulara karşı mukâvemet göstereceğiz.
Bunun için o şekilde rûhânî bir gündüzümüz olacak, yine o şekilde geceye hazırlanacağız. Gece yine seherlerde hazırlık yaparak rûhâniyetle dolacağız, yine gündüze hazırlık yapacağız.
Yani Güneş’le Ay’ın birbiriyle vardiya değiştirmesi gibi, demek ki gündüzümüzü geceye hazırlayacağız, gecemizi gündüze hazırlayacağız.
Cenâb-ı Hak:
وَالْمُسْتَغْفِرِينَ بِالْاَسْحَارِ buyuruyor.
“…Seherlerde istiğfar ederler.” (Âl-i İmrân, 17) buyuruyor.
Yine Mevlânâ’nın güzel bir şeyi var, mısrâları:
Ey dost (diyor) gönlünü aşk-ı ilâhî ile doldur.
Mestâneye (yani dervişe) ekmek sözü etmekten uzak dur
Sun kevseri kansın suya hep teşne gönüller
Deryada yüzen canlı sudan başka ne ister?
Doldur o (aşk-ı ilâhiyle) yine doldur yine bir sun,
Dursun gece ey dost onu durdur ne olursun!
Vur uykumu zincirlere vur geçmesin anlar;
Varmaz gecenin farkına varmaz uyuyanlar…
Cenâb-ı Hak -inşâallah- her bakımdan uyandırsın: Seherlerde uyandırsın, haramlara karşı uyandırsın. İbadetlere karşı, muâmelât, ahlâk, hak-hukuk vs… Onlara karşı -inşâallah- teyakkuz hâlinde olmayı Cenâb-ı Hak ihsân eylesin -inşâallah-.
Bilhassa kardeşler, gençler çok mühim. Bugün birçok, internetin getirdiği menfî telkinler, evlâtlarımız başka yerlere gidiyor. Babanın-ananın evlâdı olmuyor, internetin evlâdı oluyor. Onun için onu küçük yaşta onlara telkin etmemiz, telkin, meşgul olmamız çok mühim. Aksi hâlde “uydum kalabalığa” diyor, selde sürüklenen kütükler gibi kaybolup gidiyor.
Onun için yine, tekrar, muhakkak kıyamet günü zor gün! O gün Cennetlikler bir tarafa, Cehennemlikler bir tarafa gidecek. Belki o zaman en yakın, birbirinden ayrılacak.
Bugün meselâ bir kişinin en yakını ölür; bir hüzün başlar evde, mâtem başlar. Zaman zaman azalır, bir hâtıra olarak kalır o hüzün. Fakat en büyük hüzün şurada olacak:
Cenâb-ı Hak Cennetliklere:
سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ
(“Onlara merhametli Rabbʼin söylediği selâm vardır.” [Yâsîn, 58])
Büyük bir selâmla, büyük bir ikramla “buyrun Cennet’e” diyecek.
Mücrimlere ise:
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ
(“Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!” [Yâsîn, 59])
Siz mücrimler, siz bu tarafa, Cehennem tarafına diyecek.
Orada, en fecî ayrılık orada olacak. Biri Cennet’e, biri Cehennem’e. Dönüş de yok! Ana bir tarafa gidecek, baba bir tarafa gidecek, belki evlât bir tarafa, akraba bir tarafa gidecek.
Bilhassa Yâsîn-i Şerîf’te çok okuyoruz hepimiz -elhamdülillâh- fakat o;
سَلَامٌ قَوْلًا مِنْ رَبٍّ رَحِيمٍ
(“Onlara merhametli Rabbʼin söylediği selâm vardır.” [Yâsîn, 58])
Onu iyi düşünmemiz lâzım. Cenâb-ı Hak büyük bir lûtuf, büyük bir ihsân-ı ilâhî, selâmla, merasimle karşılanacak buyuruyor. En yakını olsun, eğer hak yolunda değilse:
وَامْتَازُوا الْيَوْمَ اَيُّهَا الْمُجْرِمُونَ
(“Ayrılın bir tarafa bugün, ey günahkârlar!” [Yâsîn, 59])
Siz Cehennem yolcuları, siz bu tarafa denilecek.
Cenâb-ı Hak kendimizi, evlâtlarımızı, ümmet-i Muhammed’i böyle bir fecî âkıbetin manzarasını seyretmekten cümlemizi korusun -inşâallah-.
Efendim, Allah râzı olsun. İnşâallah Rabîulevvel ayını tekrar tebrik ediyoruz. Bir ay zarfında -inşâallah- Efendimiz’e -inşâallah- muhabbetini Cenâb-ı Hak gönlümüzde artırır. Bol bol -inşâallah- sohbetlerdi, hediyelerdi vs… Rasûlullah Efendimiz’e olan sevincimizi aksettiririz -inşâallah-…