Mezhepsizlik Canlandırılmaya Çalışılıyor
Son zamanlarda ülkemizde de görülmeye başlayan güya “Kur’an Müslümanlığı” ya da “Hadis Müslümanlığı” masum ismi altında mezhepsizlik cereyanı canlandırılmaya çalışılmaktadır. Bu görüş sahiplerinin en bariz vasıfları, geçmiş âlim ve âriflere karşı kimi zaman alaycı ve istihkâr edici saygısız bir üsluba sahip olmalarıdır.
“Görüş” ve “gidilen yol” anlamına gelen “mezheb” gerçeği, dini hayatımızın önemli bir meselesidir. “Dinin inanç esaslarını veya amelî hükümlerini anlama ve yorumlama konusunda kendine özgü yaklaşımlara sahip düşünce sistemine ve bu yaklaşımlar etrafında meydana gelen ekolleşmenin ürünü olan ilmî ve fikrî birikime mezhep diyoruz”1. İman esaslarını konu edinen mezhepler itikadî mezhepler, diğerleri de fıkhî mezhepler diye isimlendirilmiştir.
MEZHEPLER NEDEN VARDIR?
Mezheplerin varlığı ve meşrûiyeti ile ümmetin birliği ve bütünlüğü zarureti bir arada nasıl değerlendirilebilecektir? Mezhepler neden vardır? Olmazsa olmaz mı? İşte bu ve buna benzer soruların zaman zaman gündeme geldiği ya da bilinçli olarak getirildiği bilinen bir gerçektir.
“Kur’ân-ı Kerîm’de içtimâî birlik ve beraberliği bozan ideolojik ayrılıkların, dinin aslını ve temel hükümlerini ortadan kaldırmayı veya etkisiz hale getirmeyi amaçlayan ihtilâfların yasaklandığı kesindir. Bununla birlikte Kur’an, Allah’ın irade hürriyeti verdiği insanlardan oluşan topluluklarda, ihtilâfın vuku bulacağını da açıkça beyan etmiştir. Kur’an’da ayrıca Allah dileseydi bütün insanları aynı inanç ve düşünceye sahip kılacağından söz edilir, fakat onların yaratılış amaçları ve sahip oldukları statü gereği farklı istikametlere yönelecekleri de belirtilir (el-Mâide 5/48; Hûd 11/118-119)2.
Allah Resûlünün hayatında ona kolayca ulaşabilen kimseler için herhangi bir mezheb ihtiyacı söz konusu değildi. Zira dînî bir otorite olarak bu alandaki her sorunun muhatabı O idi ve cevapları da tartışmasız kabul ediliyordu. Fakat Habibullah olan Efendimizin irtihalinden sonra müracaat kaynağı, Kur’ân-ı Kerim ve hadis-i şeriflerden oluşan metinlerden ibaretti. Herkesin Kur’an ve hadis bilgisi ise aynı seviyede değildi. Bir de anlayış seviyeleri tabii olarak birbirinin aynı olamazdı. Özellikle Kur’an âyetlerinin bir kısmı muhkem yani manası kolayca herkes tarafından anlaşılabilirken, diğer bir kısmı da birden çok manaya gelen müteşâbih âyetlerdi. Bu itibarla sahabenin içerisinde kendilerine soru sorulan ve cevapları makbul görülen 20-30 kadar âlim/müçtehit sahabe ortaya çıktı. İşte mezheplerin ilk nüveleri böylece ortaya çıkıyordu.
İSLAM DÜNYASINDAKİ FARKLI EKOLLER
İslâm devletinin sınırlarının genişlemesi, zaman geçtikçe yeni yeni hadiselerin ortaya çıkması, herkesin ilim öğrenme imkân ve fırsatının olmaması gibi daha nice sebepler, mezheplerin ortaya çıkmasına sebep olmuştur.
İlmî derinliği, güvenilirliği, şahsî yaşantısı, ümmetin hüsn-i zannı ve problem çözücülüğü ile bazı âlimler, müracaat insanı haline gelmiş ve zamanla onun problem çözmedeki usul ve üslûbu, diğer bazı âlimler tarafından da kabul görmüştür. Bu durum, zamanla bir ekol hâline gelmiştir ki, mezheplerin teşekkülü böyle gerçekleşmiştir.
İtikadda yani inanç alanlarımıza dair ümmetin hüsn-i zannına ve itimadına şayan olan ehl-i sünnet mezhepleri olarak Selefiyye, Maturidiyye ve Eş’ariyye ekolleri genel kabul görmüştür. İbâdette, muamelatta, hukukta ve hayatın diğer alanlarına dair amelî mezhepler olarak da Hanefî, Şafi, Malikî ve Hanbelî mezhepleri öne çıkmıştır. Elbette bunların dışında da bazı müctehidler gelmiş ise de ümmet içerisinde yaygınlık ve devamlılık bakımından böyle bir berekete nail olamamışlardır.
Yaklaşık 12 asırlık bir özgeçmişe ve birikime sahip bu ekollerin usulleri takip edilerek, bugün bile nice meseleler çözüme kavuşturulmaya devam etmektedir. Elbette zaman ve mekânın doğurduğu ihtiyaçlar neticesinde yeni bazı meseleler de ortaya çıkmakta ve günümüz âlimleri tarafından bu geleneğin esasları da gözetilerek ve yeni içtihatlar da yapılarak çözümler ortaya konulmaktadır.
SAHİH İLİM VE İRFAN GELENEĞİ
Sahih bir ilim ve irfan geleneği içinde doğup büyümüş olan mezhep, tarikat ve meşreplerin, ümmet birliğine bir zararı olmadığı gibi çoğu zaman da bir rahmet tecellisidir. Ancak kimi zaman siyâsî ve kimi zaman da kötü niyetli ve belki İslâm düşmanlarının bilinçli bir projesi olarak ortaya çıkarılan mezhep ve tarikatler de tarih boyunca hep olagelmiştir. Siyâsî, ilmî ve irfânî basiretin zaafa uğradığı kimi zaman ve coğrafyalarda, bu nevi oluşumlar ümmet bütünlüğüne ciddi zarar vermişlerdir. İslâm âlimlerimiz, yaşadıkları dönemler itibariyle ortaya çıkan bu çeşit akımlara gerekli cevapları da vermişlerdir. Bu gruplar içerisinde kimi akımları “sapık fırkalar” olarak ilan etmiş ve kimilerini de artık dinle irtibatı kalmamış dindışı oluşumlar olarak tarif etmişlerdir.
Son zamanlarda ülkemizde de görülmeye başlayan güya “Kur’an Müslümanlığı” ya da “Hadis Müslümanlığı” masum ismi altında mezhepsizlik cereyanı canlandırılmaya çalışılmaktadır. Bu görüş sahiplerinin en bariz vasıfları, geçmiş âlim ve âriflere karşı kimi zaman alaycı ve istihkâr edici saygısız bir üsluba sahip olmalarıdır. Sanki mezhep imamları Kur’an ve sünneti nazar-ı itibara almayan kimselermiş gibi bir algı oluşturma çabasındadırlar. Bu güruhta bulunan kimseler, zamanla kendi arzu ve heveslerine göre Kur’an âyetlerini tahrif etme, hadisleri görmezden gelme ve kendi bilgi ve idrak seviyelerini putlaştırma gibi bir çizgide ilerlemektedirler. Böylelerinden uzak durmalıdır.
İslâmî ilimlerde ictihad edebilecek yüksek bir ilmî seviyeye erişemeyen herkesin ehliyetli âlimlere sorarak dini hayatını sürdürmesi en sâlim yoldur. İlme ve âlime saygısı olmayan, hayatı itibariyle amel, ahlâk ve davranışlarında İslâmî bir fazilet hissedilmeyen, edeb ve nezâketten yana nasipsizlik illetine müptelâ olmuş kimselerin fesahat ve belağatine aldanmamalıdır.
Kaynak: Dr. Adem Ergül, Altınoluk Dergisi, 371. Sayı
YORUMLAR