Milletin Ortak Hesabı
Hak dostlarının müstesnâ halleri, birer îsar örneğidir. Öndekiler, böyle zâhidâne bir hayat yaşarlar ise etraflarını hayra teşvik etmeleri hem kolay ve hem de daha etkili olur.
Hiçbir liderlik, “ben kazanayım sen aç kalsan da olur” düşüncesiyle yürütülemez. Özellikle insan yetiştirme konumunda bulunanların, kendileri adına zâhidâne bir hayatı tercih etmeleri, nebevî bir sünnettir.
“Şeyhulislâm Mûsâ Kâzım Efendi, vazife gereği Bediüzzaman Said Nursî hazretlerine “Mahreç” payesi verilmesi için bir layiha hazırlayarak, bunu Sultan Vahdeddin’e arzetmişti. Padişah da bu layihayı tasdik etmiş ve bu resmî vesika, 26 Ağustos 1918 tarihli Ceride-i İlmiye’de neşredilmiştir.
“Mahreç”, Osmanlı geleneğinde ilmiye rütbelerinden birinin adıdır. Askerlik rütbelerinden “Kaymakamlık”a denktir.
Bediüzzaman, dört yıl boyunca bu vazifesinden dolayı aldığı maaşın, çok az kısmını, yiyeceği ve zarurî ihtiyaçları için harcıyor, geri kalan kısmı ile eserlerini bastırarak bu kitapları halka ücretsiz dağıttırıyordu.
Birgün kitaplarını bastırdığı matbaa müdürünü yanına çağırarak, bütün eserlerin üzerine, “Bu kitaplar İslâm milletine meccânen (parasız) tevzi olunacaktır (dağıtılacaktır).” diye yazılmasını istemiştir.
Bediüzzaman, İstanbul’a gelişinden bir müddet sonra, ağabeyi Abdullah’ın oğlu Abdurrahman’ı yanına getirtmişti. Yeğeni bu koca şehirde en mühim yardımcısı olacaktı. İlk önce maaşından arta kalan parayı saklaması için yeğenine veriyordu. Ancak bir sene sonra, yeğeninin paranın mühim kısmını harcamış olduğunu görünce;
“Bu para bize helâl değildi, millet malı idi, niçin sarfettin?” diye kendisini ikaz etmiştir.
Genç Abdurrahman, amcasının parayı biriktirdiğini zannediyordu. Ona göre bu paralarla memlekette, Ruslar ve Ermeniler tarafından yakılıp yıkılan evlerini tamir edeceklerdi. Ancak amcasının o paralarla kitap bastırıp halka dağıttırdığını öğrenince, gençliğin de tesiriyle ağlamaya başlamış ve amcasına şöyle sitemde bulunmuştu:
“Amca, birkaç para biriktiriyordum. Memlekete dönersek düşman istilasından harap olarak kurtulan süknâmızı (evimizi) belki imar ederdik. O ümidimi de öldürdün. Böyle olur mu?”
Bediüzzaman ise tebessüm ederek yeğenine şöyle der:
“Yavrum Abdurrahman! Hükümet bize fazla maaş veriyordu. Kifâf-ı nefsimizden artanı beytülmale (Hazineye) ait olduğundan, bu vesileyle o fazlayı Müslümanlara iâde ediyorum. Senin bu işlere aklın ermez, Allah dilerse mukaddes vatanın her yerinde sana ev verebilir.”
Bediüzzaman işte bu şekilde maaşının büyük ekseriyetini tekrar millete iade ediyordu. Kendisine ancak çok az bir miktar ayırmaktaydı. Niyeti, bu parayla hacca gitmekti. Daha sonraki yıllarda sürgünde iken bu parayı ihtiyaçlarını karşılamak ve eserlerini bastırmak için kullanmak durumunda kalmıştır.”[1]
[1] Burhan Bozgeyik, Çağa İz Bırakan Müslüman Önderler Bediuzzaman Said Nursi, s. 83-84.
Kaynak: Adem Ergül, 365 Lider Davranış, Erkam Yayınları
YORUMLAR