Miraç Hadisesinden Nükteler

Nübüvveti

 İsra ve Miraç hâdisesi, kulunu müstesna bir şekilde yürüten Allah’ın sonsuz kudret ve saltanatını gözler önüne sermektedir. İsra ve Miraç hadisesinden birkaç nükte...

İsra ve Miraç hadisesinden birkaç nükte...

1. Resûlullâh Efendimiz, bu yolculuğa çıkmadan önce “şakk-ı sadır” hâdisesi vukû bulmuştur. Bu da gösteriyor ki, mânevî yükseliş, kalbî sâfiyetle müm­kündür. Öyle bir kalp ki, içinde nûr-i ilâhîden başka bir şeye yer yoktur. Kalp, kesâfetten kurtulunca, esrâr-ı ilâhînin tecellîleri gönlü sarmaya başlar.

2. İsrâ hâdisesi, kulunu müstesnâ bir şekilde yürüten Allâh’ın sonsuz kudret ve saltanatını gözler önüne sermektedir.

3. Diğer bir nükte de Mîrâc’ın, çile, elem ve ıztırap yüklü bir Tâif seferinden sonra lutfedilmesi ve me­şakkatler ardındaki sürûrun müjde dolu habercisi olmasıdır.

4. Kur’ân-ı Kerîm’de bizlere bildirilen farzlar, Cebrâîl (r.a.) vâsıtasıyla vâkî olmuştur. Namaz ise, Mîrâc’da doğrudan doğruya, bizzat Cenâb-ı Hak tarafından emredilmiştir. Bu da namazda ayrı bir sır bulunduğuna ve onun ibâdetler içinde müstesnâ bir ehemmiyet taşıdığına delâlet etmektedir.

KULUN HAKK’A EN YAKIN OLDUĞU AN

Hakîkaten namaz, dînin direğidir. Onunla kazanılacak kemâlât, hiçbir ibâdetle kazanılamaz. İslâmî ibâdetler içinde namazın rütbesi, âhiret nîmetleri içinde zirve teşkil eden ru’yetullâh, yâni Cenâb-ı Hakk’ı müşâhede makâmı gibidir. Zîrâ namaz, mü’minlerin mîrâcıdır. Dünyâda kulların Hakk’a en yakın olduğu an, huşû içinde kıldıkları namaz anlarıdır. Namaz, kulun daha bu dünyâda iken Rabbine mülâkî olmasıdır. Bu yüzden Resûlullâh Efendimiz “Namaz gözümün nûrudur.”[1] buyurmuş ve son nefeslerinde ümmetine, “namaza dikkat etmelerini”[2] vasiyet etmiştir.

5. Miraç’ta Efendimiz’e semâ kapılarının açılması, O’nun nübüvvetinin sâdece Mekke, Kureyş ve Sakîf ile sınırlı olmadığını, O’nun bütün Cihânın Nebîsi ve Âlemlerin Efendisi olduğunu göstermektedir.

6. Miraç ile insânî tekâmülün varabileceği son nokta gösterilmiş, yâni insanın mânevî yükseliş hudûdunun ne olduğu beyân edilmiştir.

7. Resûlullâh’ın Mescid-i Harâm’dan Mescid-i Aksâ’ya götürülmesi, târih boyunca pek çok Peygamberin gönderildiği bu iki dînî merkez arasındaki sağlam bağı, daha da kuvvetli bir şekilde göstermiş olmaktadır. Ayrıca bu hâdise, İslâm’ın, bütün semâvî dinleri şümûlüne alan, Hak katındaki tek dîn olduğunu da ifâde etmektedir. Nitekim Resûlullâh’ın Mescid-i Aksâ’da bütün enbiyâya imâmeti de bunun bir başka tezâhürüdür.

Dipnotlar:

[1] Nesâî, İşretü’n-Nisâ, 1. [2] Bkz. Ebû Dâvûd, Edeb, 123-124.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hz. Muhammed Mustafa 1, Erkam Yayınları