Miras Malı Üzerindeki Haklar

Miras malı üzerindeki haklar nelerdir?

Miras hukukuna göre miras malı üzerindeki haklar.

MİRAS MALI ÜZERİNDEKİ HAKLAR

1) Techiz ve tekfin harcamaları: Terekeden önce mûrisin kefenlenme ve gömülme masrafları çıkarılır. Bunlar israf ve kısıntı yapmaksızın İslâmî ölçülere göre yerine getirilir. Techiz ve tekfin, hayattaki tesettürün devamı niteliğinde olduğu için diğer haklardan önde gelir.[1] Nitekim Rasûlüllah (s.a.v.) hac sırasında devesinden düşerek vefat eden sahabe için şöyle buyurmuştur: “Onu iki kumaş parçasıyla kefenleyiniz.” [2]

Allah elçisi bu sahabenin borcu olup olmadığını sormamıştır. Tereke bu masrafları karşılamazsa, sağlığında iken mûrisin nafakası kimin üzerine vâcipse, bu masraflar da ona ait olur. Hiç kimsesi yoksa defin işi beytülmal’den karşılanır.

2) Borçların ödenmesi: Techiz ve tekfin masrafları çıkarıldıktan sonra, terekenin tamamından murisin borçları ödenir. Vasiyetin yerine getirilmesi bundan sonra gelir. Çünkü Hz. Ali, Rasûlüllah’ın (s.a.v.) miras taksimine, vasiyetin ifasından önce, borcu ödemekle başladığını nakletmiştir.[3] Ayette şöyle buyurulur: “(Bütün miras hükümleri, mûrisin) yapacağı vasiyetin uygulanmasından veya borcun ödenmesinden sonradır.”[4] Burada vasiyetin önce zikredilmesi dikkati çekmek içindir. Çünkü vasiyetin uygulaması mirasçılara daha ağır gelir. Borçlar Allah hakkı ve insanlara ait olmak üzere ikiye ayrılır.

a) Allah hakkı olan borçlar: Zekât, kefaret ve adak gibi Allah ve Rasûlü’nün emriyle sabit olan borçlar, Hanefîlere göre, dünya hukuku bakımından düşer. Ödenmesi gerekmez. Çünkü bunlar mükellefin niyetle bizzat veya vekil aracılığı ile yerine getireceği borçlardır. Hâlbuki ölen kimse ne niyet edebilir ve ne de vekâlet verecek durumdadır. Ancak murisin vasiyet etmesi hâlinde bunlar terekenin üçte birinden ödenir.

Şâfiî, Maliki ve Hanbelî mezheplerine göre ise bu çeşit zekât, kefaret ve adak gibi borçların terekeden ödenmesi gerekir. Çünkü bunlar ölenin borçları olup, niyete muhtaç değildir ve nimetin külfeti niteliğindedir.

b) İnsanlara olan borçlar: Murisin sağlıklı olduğu veya hastalığı sırasında doğmuş olup da, sağlam delillerle sabit olmuş bulunan borçlar terekeden ödenir. Hastalık hâlinde, hastanın ikrarı ile sabit olan borçlar, diğer borçlardan sonra ödenir.

Kul borçlarına tereke yeterli oluyorsa, tamamı ödenir. Yeterli olmazsa, oranlarına göre ödeme yapılır. Ödenemeyen borçlar dünya bakımından düşer. Mirasçılar bunu ödemek zorunda değildir.

Şâfiîlere göre, zekât, kefâret gibi Allah hakkı olan borçların önce ödenmesi gerekir. Çünkü Allâh’ın hakkı ödenmeye daha lâyıktır.[5] Mâlikîler ise, kul borçlarına öncelik tanır. Onlara göre, Allah müstağnî, kul ise muhtaçtır. Ayrıca Allâh’ın mağfireti umulur. Hanbeliler, her iki çeşit borcu ödeme bakımından eşit kabul ederler.[6]

c) Vasiyetlerin yerine getirilmesi: Yukarıda belirtilen haklar ödendikten sonra geri kalan malın üçte birinden vasiyetlerin yerine getirilmesi gerekir. Çünkü miras hükümlerinin sonunda, “yapılan vasiyetin ifasından veya borçların ödenmesinden sonra” buyurulmuştur.[7] Ölenin vasiyetle başkasına bırakabileceği mal, borçlar düşüldükten sonraki kısmın üçte biri kadardır. Bunu aşan vasiyet mirasçıların icazeti bulunmadıkça yürürlük kazanmaz. Lehine vasiyet yapılan mirasçı olsun, yabancı bulunsun hüküm değişmez. Eğer icazet verirlerse vasiyet uygulanır. Mirasçılardan bazısı icazet verir, bazısı vermezse, icazet verenlerin hissesi oranında uygulanır.

Mûris ölmeden önce, zekât, kefaret, adak gibi Allah hakkı olan borçlarını vasiyet etse, bu arada insanlara da bir takım borçları bulunsa, kul hakkı olan borçlar önde gelir. Çünkü bunlar daha kuvvetlidir. Kul borçlarından mal artarsa, bunun üçte birinden Allah hakkı olan borçlar ödenir.

Muris kaçırdığı namazlar için fidye vasiyet etse, vitir namazı dahil her namaz için, mirasın üçte birinden fakirlere yarım sâ’ buğday veya bunun bedelini (bir sâ’, şer’î dirheme göre 2,917 kg., örfî dirheme göre 3,333 kg. lık bir ağırlık ölçüsü) vermek gerekir. Yolculuk veya hastalık nedeniyle kaçırdığı ramazan oruçlarını, kaza etmeye gücü yettiği hâlde kaza edemeden ölse ve yoksulların doyurulmasını vasiyet etse, mirasçıların malın üçte birinden her gün için yarım sâ’ buğday veya bedelini fakirlere vermeleri gerekir. Hac vasiyet edilse bunun da üçte bir malla edası gerekli olur.[8]

d) Mirasçıların hakkı: Yukarıda belirtilen haklar yerine getirildikten sonra, geri kalan terike, mirasçılar arasında derecelerine göre paylaştırılır. Mûris, hiç bir mirasçısını mirastan düşüremeyeceği gibi, miras engellerinden birisi bulunmadıkça diğer varisler de birbirini mirastan düşüremez.

Böylece techiz ve tekfin masrafları ve borçlar ödenip, vasiyet de ifa edildikten sonra kalan miras kitap, sünnet ve icma hükümleri uyarınca mirasçılar arasında bölüştürülür.

Dipnotlar:

[1]. bk. Furkan, 25/27. [2]. ez-Zühaylî age, VIII, 269 vd. [3]. Zühaylî, age, VIII, 273. [4]. Nisâ, 4/11. [5]. bk. Buhârî, Savm, 42. [6]. Zühaylî, age, VIII, 274 vd.; Cürcânî, Şerhu’s-Sirâciyye, s. 3, 4. [7]. Nisâ, 4/11. [8]. Kâsânî, age, VII, 370; İbnü’l-Hümâm, age, VIII, 415 vd.; Sibâî, Ahvâlü’ş-Şahsiyye, II, 91; Zühaylî age, VIII, 276, 277; Döndüren, age, s. 429 vd.

Kaynak: Prof. Dr. Hamdi Döndüren, Delilleriyle Aile İlmihali, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

TEREKE NEDİR?

Tereke Nedir?

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.