Misafir Medeniyeti

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, misafir ağırlamış, misafirlerine bizzat hizmet ve ikramda bulunmuş, ashâbını da misafirle ilgilenmeye teşvik etmiştir. Buradan anlıyoruz ki bizim medeniyetimiz bir misafir medeniyeti.

Peygamber Efendimiz, bu dünya hayatını bir yolculuk esnasında bir ağacın altında konaklama olarak târif etmiştir. Bu târife göre, bütün insanlar yolcu, o ağaç demek olan dünya hayatı da kısa bir dinlenme yeri ve zamanıdır. Doğumdan önce, ruhlar âleminde başlamış olan seferimiz, kısa bir dünya molasından sonra, ebedî hayat şeklinde devam edecektir. O hâlde her birimiz bu dünya misafirhânesine gelmiş birer misafiriz.

GEÇİCİ OLARAK İKAMET EDEN HERKES MİSAFİR

Misafir, Arapça bir kelime olarak sefere çıkan, yolculuk yapan kimse demektir. Belli bir mesafeyi geçecek şekilde yola çıkan ve çeşitli yerlerde geçici olarak ikamet eden herkes, bu tabire göre “misafir” sayılmıştır.

İslâm Dini, sefere, yani yolculuğa önem vermiş, Müslümanların birbiriyle irtibatını koparmamalarını (sıla-i rahm) tavsiye etmiş, hac, umre, cihad, tebliğ vb. sefer üzerine kurulmuş birtakım ibadetleri tavsiye ve emretmiştir. Ayrıca “ibret almak” maksadıyla yeryüzünün dolaşılmasını, geçmiş kavimlerin hâllerinin araştırılmasını istemiştir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Vedâ Hutbesi’nde yüzbini aşkın sahabîye hitap ettiği hâlde, Mekke-Medine civarında medfun sahabe kabri bu rakamın neredeyse onda biri kadardır. Diğerleri, çeşitli vesilelerle dünyanın dört bir tarafına yayılmış, Allâh’ın dinini yaşamak ve yaymak için yolculuklar yapmışlardır.

Sefer, meşakkattir. İnsanın kurulu bir düzeni bırakarak, sefer meşakkatine girmesi çoğu kere nefsine zor gelir. Ancak insan, yolculuğu terk ederse, durgunlaşmaya ve tabiri caizse kokuşmaya başlar. Bu yüzden insanın farklı zamanlarla hayırlı maksatlar güderek yolculuğa çıkması, onun bir mânâda temizlenmesi demektir.

ÜÇ GÜN ÜÇ GECE SÜREN MİSAFİRLİK

Dinimiz çeşitli şekillerde yolculuğu tavsiye etmekle beraber, yolculuk esnasında güvenlik açısından pek çok tedbir almış, yol kesen eşkiyâlara en büyük cezaların tatbik edilmesini emretmiştir. Aynı şekilde yolculukta malını, mülkünü kaybeden kimselere (ibn-i sebîl), zekât verilecek kimseler olarak bakmış, onların memleketlerindeki mâlî durumlarını göz önünde bulundurmadan rahatlıkla zekât verilmesini tavsiye etmiştir.

Peygamber Efendimiz -sallâllâhu aleyhi ve sellem-, misafir ağırlamış, misafirlerine bizzat hizmet ve ikramda bulunmuş, ashâbını da misafirle ilgilenmeye teşvik etmiştir.

Bu kültür ve medeniyetten gelen ecdâdımız, bir günlük yol mesafesi üzerinde hanlar, kervansaraylar kurmuş ve burada konaklayan kimselerin üç gün üç gece her türlü masrafının karşılanmasını temin etmiştir. Bunun için vakfiyeler düzenlenmiş, gerektiğinde devlet bütçesinden kaynaklar ayrılmıştır. Gerek ilim, gerek ticaret, gerekse tebliğ ve cihat uğrunda gayret gösteren seyyahlar; bu büyük medeniyetin eşsiz cömertliği ile güven içinde ve ücretsizce seyahatler etmişler ve İslâm Dünyası büyük bir barış ve huzur içinde yaşamıştır.

İKRAM ETMENİN GÜZELLİĞİ

İslâm Dünyası’ndaki bu zengin vakıf medeniyeti, şehirlerin içinde bir yerden bir başka yere gidenleri de kuşatmış; yollarda yapılan sebiller, aşevleri, hastaneler; acıkmış, susamış ve hastalanmış bütün varlıkları şefkat kanadının altına almıştır.

Bugünkü imkânlarla aklımızın, havsalamızın almadığı infak ve vakıf medeniyeti, yüzyıllar boyunca bu topraklarda yaşayan müslim- gayr-i müslim bütün insanlara ulaştığı gibi, göçmen kuşlarından sokakta kendi başına gezen bir cümle mahlûkâta kadar cömertliğini sunmaya devam etmiştir.

Bu topraklar, Allah uğrunda verdikçe, Allâh’ın kullarına nasıl ikram ettiğinin tarih boyunca pek çok kez şâhidi olmuştur. Bugün de kapımıza geleni geri çevirmemek, isteyene vermek, gönlümüzü zenginleştirmek zorundayız. Çünkü verdikçe artar; esirgedikçe azalır. Rabbimizin bize ikramını, ihsanını artırmak istiyorsak, biz de sahip olduklarımızdan bütün mahlûkâta ikramımızı artırmalıyız. Neye sahipsek, ondan vermeliyiz. Hiçbir şeye mâlik olmayanlar, güzel söz ve tatlı dille sadaka verebilirler. Bu mânâda fakir müslüman yoktur.

Kaynak: Tûba Şekerci, Şebnem Dergisi, 140. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.