Misafire Nasıl Davranmalıyız?

Misafir ne demektir? Misafire nasıl davranmalı? Peygamber (sav.) Efendimiz misafirlerine nasıl davranırdı? İslam’da misafirlik ve misafire davranma adabı...

Türkçemizde yolculuk, davet veya ziyaret sebebiyle, birinin evine uğrayarak hâne halkından olmadığı hâlde geçici bir süre burada ağırlanan kimseye misafir denir.

HZ. İBRAHİM’İN (A.S.) MİSAFİR AĞIRLAMA ADABI

Misafire ikram dinimizin belirlemiş olduğu ahlâkî düsturlardan biridir. Kur’ân-ı Kerîm, Hz. İbrahim’in (a.s.) hiç tanımadığı misafirlerine ikramda bulunuşunu teferruatlı bir şekilde anlatmakta ve bu hususta onu örnek almamız gerektiğine şöyle dikkat çekmektedir:

“İbrahim’in ikram edilen misafirlerinin haberi sana geldi mi? Onlar İbrahim’in yanına girmişler «selâm!» demişlerdi. İbrahim de onlara; «Selâm size» diye mukabelede bulunmuştu. İçinden de: «Bunlar yabancı kimseler» diye geçirmişti. Hemen sezdirmeden ailesinin yanına giderek semiz bir dana kebabı getirmiş, önlerine sürmüş ve «(Buyurun) yemez misiniz?» demişti.” (ez-Zâriyât, 51/24-27)

İbn-i Abbâs’tan (ra.) nakledildiğine göre Hz. İbrahim’e (a.s.) gelen bu misafirler Cebrâil ile birlikte İsrâfil ve Mîkâil (a.s.) idi. (Kurtubî, XVII, 44) Misafir ağırlamayı çok seven Hz. İbrahim (a.s.) ise yakışıklı delikanlılar kıyafetinde gelen konuklarının melek olduklarını önce anlayamamış, onları içeri buyur ettikten sonra bir ara yavaşça dışarı çıkıp karısı Sâre’nin de yardımıyla hemen bir dana kesip kızartmış ve misafirlerine ikram etmişti. Âyetlerin devamından öğrendiğimize göre Hz. İbrahim (a.s.) meleklerin yemeğe el uzatmadığını görünce onlardan şüphelenmiş; onlar da bu azîz Peygamberi daha fazla merakta bırakmamak için kendilerini tanıtmışlardı.

Hz. İbrâhim’in (a.s.) bu davranışı, bize misafire ikrâm usûlünü öğretmektedir. Misafirlerinin selâmını en güzel şekilde alıp onları evine buyur etmesi, yemek hazırlamak için onların yanından yavaşça dışarı çıkması, evindeki en güzel yemeği ikrâm etmesi ve bu ikramı bizzat kendi eliyle yapması örnek alınacak başlıca hususlardır.

“Allah’a ve âhiret gününe îmân eden kimse misafirine ikram etsin!” (Buhârî, Edeb, 85; Müslim, Îmân, 74) buyuran Peygamberimiz, ayrıca misafire ikramda bulunan bir ev halkına hayır ve bereketin çok hızlı bir şekilde ulaştığını bildirmiştir. (İbn-i Mâce, Eti’me, 55) İmkânı bulunduğu halde bu işten içtinap edenleri ise:

“Misafir ağırlamak istemeyen kimsede hayır yoktur” (İbn-i Hanbel, IV, 155) meâlindeki hadisleriyle uyarmıştır.

MİSAFİRİN DUASI KABUL OLUR

Bir hadis-i şerifte de yolcunun (misafirin) duası, kabul edilmesi kesin olan dualar arasında zikredilmektedir. (Ebû Dâvûd, Vitr, 29; Tirmizî, Deavât, 47)

Tabiî ki dua kelimesinin hem lehte hem de aleyhte olan yakarışları içine aldığı unutulmamalıdır. Yani yurdundan yuvasından uzak, kalbi rikkat hâlindeki misafir, gördüğü anlayış ve ikram sebebiyle dua ettiğinde veya beklemediği ilgisizlik karşısında bedduada bulunduğunda, kabul edileceğinde şüphe edilmemelidir. Misafirin gönlünü almak, onu lâyıkıyla ağırlamak gerekir. Aynı şekilde misafir de iyilik ve ikram gördüğü kişiler hakkında güzel dualar yapmakta cimri davranmamalıdır.

Sözlü beyanlarıyla ashâbını misafir ağırlamaya teşvik eden Efendimiz (sav.), aynı zamanda imkânları nisbetinde misafirlerine izzet ü ikramda bulunarak bize örnek olmuştur. Hatta Resûl-i Ekrem (sav.) bu yüzden karnını doyurmayıp kimi zaman günlerini aç geçirmiştir. (İbn-i Sa’d, I, 409) Öte yandan evinde ikram edilecek bir şeylerin bulunmadığı zamanlarda misafirleri, imkânı olan ashabının ağırlamasını tavsiye etmiştir.

PEYGAMBERİMİZ MİSAFİRE NASIL DAVRANIRDI?

Ebû Hüreyre’nin (ra.) naklettiği şu haber konumuz açısından oldukça dikkat çekicidir: O diyor ki:

Bir adam Hz. Peygamber’e (sav.) geldi ve:

– Ben açım, dedi. Allah’ın Resûlü hanımlarından birine haber salarak yiyecek bir şey göndermesini istedi. O da:

– Seni peygamber olarak gönderen Allah’a yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok, dedi. Fahr-i Kâinât bir başka hanımından yiyecek bir şeyler istedi. O da aynı cevabı verdi. Daha sonra Resûl-i Ekrem’in (sav.) öteki hanımları da:

– Seni peygamber olarak gönderene yemin ederim ki, evde sudan başka bir şey yok, diye haber gönderince, Efendimiz ashâbına dönerek:

“– Bu gece şu şahsı kim misafir etmek ister?” diye sordu. Ensar’dan biri:

– Ben misafir ederim, yâ Resûlallah, diyerek o yoksulu alıp evine götürdü. Eve varınca karısına:

– Resûlullah’ın misafirini ağırla, dedi ve:

– Evde yiyecek bir şey var mı, diye sordu. Hanımı:

– Hayır, sadece çocuklarımızın yiyeceği kadar bir şey var, dedi. Sahâbî:

– Öyleyse çocukları oyala. Sofraya gelmek isterlerse onları uyut. Misafirimiz içeri girince de lambayı söndür. Sofrada biz de yiyormuş gibi yapalım, dedi. Sofraya oturdular. Misafir karnını doyurdu; onlar da aç yattılar. Sabahleyin bu sahâbî Hz. Peygamber’in (sav.) yanına gitti. Onu gören Resûl-i Ekrem (sav.):

“– Bu gece misafirinize yaptıklarınızdan Allah Teâlâ memnun oldu.” buyurdu. (Buhârî, Menâkıbu’l-Ensâr, 10, Tefsîr, 59/6; Müslim, Eşribe, 172)

Görüldüğü üzere bilhassa yokluk durumlarında misafir ağırlamak ve onu memnun etmek bir incelik, bir zerafet gerektirir. Evlerinde sadece bir kişiye yetecek kadar yemek bulunan bu misafir-perver karı koca misafirlerinin rahat bir şekilde karnını doyurması için kazârâ sönmüş gibi lambayı karartmışlar, neticede ona her şeyin tabiî bir şekilde gerçekleştiğini ve yetecek kadar yiyeceklerinin bulunduğu hissini vermişlerdir. Bu tavrın aksi de olabilirdi. Misafirlerine yiyecek sıkıntısı içinde olduklarını söyleyebilirler veya en azından hissettirebilirlerdi. Şayet böyle yapsalardı misafirin yediği lokmalar boğazına dizilir, başkasının nafakasını yemenin tedirginliğiyle huzuru kaçabilirdi. Elbette bundan Allah Teâlâ hoşnut olmazdı. Ancak onların ihlas ve samimiyet dolu tavırları Hak Teâlâ’nın rızasını celbetmiş ve bu olay üzerine şu âyet-i kerîme nazil olmuştur:

“...Onlar ihtiyaç içinde kıvransalar dahi mü’min kardeşlerini kendilerine tercih ederler...” (el-Haşr 59/9) (Buhârî, Tefsîr, 59/6)

İSLAM’DA MİSAFİRLİK ADABI

Ayrıca misafirlik hususunda yine Efendimiz (sav.) tarafından bizlere riayet etmemiz gereken belli ölçüler takdim edilmiştir. Huveylid bin Amr’ın naklettiği bir rivayete göre Resûlullah (sav.) bir gün ashabına şöyle buyurmuştur:

“– Allah’a ve âhiret gününe îmân eden kimse misafirine câizesini versin.” Ashâb-ı kirâm:

– Yâ Resûlallah! Misafirin câizesi nedir, diye sordular. Fahr-i Kâinât (sav.) da:

“– Onu bir gün ve bir gece ağırlamaktır. Misafirlik üç gündür. Misafiri üç günden fazla ağırlamak ise sadakadır.” buyurdular. (Buhârî, Edeb, 31, 85; Müslim, Lukata, 14)[1]

Hadis-i şerifte sözü edilen câize, evi şereflendiren misafiri bir gün bir gece özenle ağırlamak, imkânlar ölçüsünde onu memnun etmek, ikinci ve üçüncü günlerde ise sair zamanlarda ne yenip içiliyorsa, misafire onun aynısını ikram etmek, ayrıca ağırlama telâşına düşmemektir. Misafir üç günden sonra kalmaya devam ediyorsa, o artık misafir sayılmayacak, yiyip içtiği şeyleri Allah Teâlâ ev sahibinin sadakası olarak kabul edecektir. Ev sahibinin misafirini kapıya kadar uğurlaması da sünnettir. (İbn-i Mâce, Eti’me, 55)

Ev sahibinin görevi misafiri ağırlamak olduğu gibi, misafir de kendisine ikram edilen şeyleri memnuniyetle kabul etmeli ve bu ikramları asla küçümsememelidir. Zira misafir umduğunu değil, bulduğunu yer.

Misafir, evinde konuk olduğu kimsenin maddî gücü zayıfsa, gereğinden fazla kalarak onu zor durumda bırakmamalıdır. Bu hususta Efendimiz (sav.) şöyle buyurmuştur:

“– Bir Müslümanın din kardeşinin yanında onu günaha sokacak kadar kalması helâl değildir.” Ashâb-ı kirâm:

– Yâ Resûlallah! İnsan din kardeşini nasıl günaha sokar, diye sorunca:

“– Misafirini ağırlayacak bir şeyi bulunmayan kimsenin yanında oturup kalmakla” buyurdu. (Müslim, Lukata, 15, 16)

TANRI MİSAFİRİ SÖZÜ NASIL ORTAYA ÇIKTI?

Hâsılı, gerek Efendimiz’in (sav.) sözlü beyanlarından gerekse uygulamalarından anlıyoruz ki Müslümanlar için misafire izzet ve ikram çok önemli bir ahlâkî prensiptir. Halkımız arasında yaygın olan “Tanrı misafiri” sözü, aziz milletimizin Resûl-i Ekrem’in (sav.) sünnetine ittibaen misafire verdiği değeri, ona gösterdiği itibarı ortaya koymaktadır.

Dipnot:

[1] İsmail Hâmi Danişmend, “Eski Türk Seciye ve Ahlâkı” adlı eserinde Osmanlı’da yolculara ve misafire gösterilen ilgiye dâir, meşhur batılı seyyah Du Loir’in, Paris’te neşrolunan seyahatnâmesinden şunları nakleder:

“Türk örf ve adetlerinin son husûsiyetlerini de size şöylece hülâsa edeyim:

Onların hayır ve hasenâtı yalnız insanlara değil, hayvanlara bile şâmildir.

Bütün Osmanlı ülkesinde “imâret” denilen misafirhâneler vardır. Buralarda vakfedenin koyduğu şart gereğince, hangi dîne mensub olursa olsun, bütün fakirlere ihtiyaçları nispetinde yardım edilir. Bütün yolcular, imârethânelerde üç gün kalabilir ve kaldıkları müddetçe her öğünde birer tabak pilavla ağırlanırlar.

Şehirlerde yol kenarlarında bu imâretlerden başka her türlü şahsa kapıları dâimâ açık duran ve “kervansaray” denilen umûmî binalar da vardır.

Bazı Türkler de hayrat olarak yol boylarında yolcuları susuzluktan kurtarmak için çeşmeler yaptırırlar. Bazıları da şehirlerde sokaklardan gelip geçenler için sebiller inşâ ettirirler. Buralarda tıpkı resmî dâirelerde olduğu gibi aylıklı memurlar vardır; vazifeleri isteyenlere su vermektir.

Zenginler, hapishaneleri dolaşıp borcunu ödeyemediği için hapsedilmiş olanları kurtarırlar. Zarûretlerini söylemekten utanan fakirlerin ihtiyaçlarını, misli görülmemiş bir hassâsiyet ve gizlilik içerisinde araştırıp onlara yardım ederler.”

Kaynak: Üsve-i Hasene 2, Erkam Yayınları

 

İslam ve İhsan

MİSAFİRLİKTE UYULMASI GEREKEN GÖRGÜ KURALLARI NELERDİR?

Misafirlikte Uyulması Gereken Görgü Kuralları Nelerdir?

İSLAM’DA MİSAFİRLİK ADABI

İslam’da Misafirlik Adabı

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.