Modern Zamanda Nasıl Derviş Olunur?

Modern zamanlarda nasıl derviş olunur ve kalınır? Altınoluk dergisi 450. Sayısında tasavvuf alanında temayüz etmiş hocalara modern zamanlarda dervişliğin anlamını sordu.

“Dervişlik olaydı tâc ile hırka/Biz dahî alırdık otuza kırka” diyen Hz. Yunus, dervişliğin bir ruh ve şu’ûr meselesi olduğunu söylerken keskin bir ihsan duygusuna erme niyet ve gayreti diye anlatmaktadır. Bu manada derviş olmak kolay, fakat derviş kalmak daha zordur.

Prof. Dr. Hasan Kamil Yılmaz

Müslüman Müslümanın, Derviş Dervişin Yurdudur

Modern dünyanın Müslüman, gayrimüslim ya da derviş her türlü çağdaş insanı üç önemli putla karşı karşıyadır: Materyalizm, kapitalizm ve sekülerizm. Materyalizm, ruh ve manadan uzak sadece madde ve fizikî hayata ait algıyı önceleyen bir yapıya sahiptir. Kapitalizm ise duygu, ahlak ve etik kaygılardan yoksun paraya yaslanan ve ekonomik gücü öne çıkaran bir sistemi önermektedir. Sekülerizm ise ahiret, hesap ve öte dünyayla ilgili kaygıları görmezden gelen sadece dünya merkezli bir düzeni ön görmektedir.

Genelde Müslüman ve özelde derviş gönüllü insan modern çağın bu üç putuyla mücadele için tasavvufun önerdiği esaslardan yararlanabilir. Şöyle ki Allah ile ilişkilerde ihsan kıvamında bir imanı hayatın merkezine alındığında insanoğlu maddeye kulluktan, dünya peşinde koşmaktan kendisini daha kolay bir biçimde yönetebilir. Çünkü tasavvufî öğretilerin temelinde ihsan, takva ve istikamet ile hayatı farklı gözle görmek ve gönül âleminde uyanık bir kalple hayatı yönetmek vardır.

İnsan hayatının ilişkileri bakımından üç önemli merhale olduğu açıktır. Bunlardan birisi kulun Allah ile ilişkileridir. İkincisi hemcinsleri olan insanlarla ilişkileridir. Üçüncüsü ise dünyadan ve dünya nimetlerinden yararlanma konusundaki durumu ve tavrıdır.

Alemi ve evreni fiziki bir alemden ibaret görmeden metafizik bir yaratıcının varlığına inanan bir mümin derviş, dilini ve kalbini Allah zikriyle meşgul etmek suretiyle materyalist dünyanın baskılarından kendi gönül dünyasına iltica eder. İnsanoğlu fıtratı gereği sığınma ihtiyacı duyan bir varlıktır. Sığınma ihtiyacı da en yüksek şekilde Allah’a iman ve teslimiyetle gerçekleşir. Zihinlere düşürülmek istenen şüphelerden arınmış mutmain bir kalbe sahip olan derviş, ibadet, zikir ve tespihiyle bir yandan gönlünü Allah’a raptederken diğer yandan tasavvuftaki “halvet der encümen” ilkesiyle “el karda gönül yarda” anlayışına uygun bir biçimde sekülerizmin tuzaklarından da materyalizmin tuzaklarından da kurtulma şansı elde eder.

Kulun hemcinsleriyle ilgili münasebetlerinde İslam’ın Müslümana, tasavvufun mürîd ve dervişlere talim ve telkin ettiği merhamet algısı yaratılan her varlığı sevmek ve imkânlarını onlarla paylaşmak şeklinde ganî bir gönle erişmek demektir. Bu yüzden modern çağda ekonomik açıdan “insan insanın kurdudur” gibi bir anlayışı egemen kılan vahşi kapitalizm karşısında “Müslüman Müslümanın, derviş dervişin yurdudur” şeklindeki şefkat anlayışını hâkim kılar.

Müslümanın ve çağdaş dervişin en büyük problemlerinden birisi de dünya nimetlerinden yararlanmadaki ölçüdür. İnsanoğlunun tûl-i emel ve hırs gibi dünyevî arzularını tetikleyen ve ona sürekli nalıncı keseri gibi kendi çıkarlarını kayırma duygusu telkin eden anlayışı, İslam’ın israf karşısındaki tavrı dervişliğin “Bir lokma bir hırka” anlayışıyla buluşunca zühd libasına bürünür. Böylece insan ihtiyaçlarını kontrol altında tutabilme alışkanlığı elde eder. Burada çağdaş hayatın en büyük zulmü olan reklam zulmü devreye girmekte ve insanlara sürekli yeni ihtiyaçlar üretmektedir. Oysaki İslami ve tasavvufi anlayışa göre ihtiyaçlar sınırlandırılmalıdır. Bir şeyin ihtiyaç olduğuna medya araçları değil bizim değerlerimiz yön vermelidir. Dolayısıyla çağdaş dervişin modern hayattaki en büyük çabası gönül âlemini yüceltmek, insani ilişkileri saflaştırarak dost halkasını genişletmek ve insanın kendi değerlerini paylaşan kimselerle bir arada bulunması olmalıdır.

Prof. Dr. İrfan GÜNDÜZ

Olmak Kolay, Kalmak Zor!

Derviş: “muhtaç, yoksul ve dilenci” gibi anlamlarda kullanılan farsça bir kelimedir. Yaygın kabûle göre; “kapı önü” anlamına gelen farsça der-pîş terkîbinin dönüşümünden alınmıştır. “Dervişlik yâr olup bâr olmamak” diye tanımlanır. Herkesin yâr ve yardımcısı olmak, fakat kimseye yük olmamak şeklinde anlatılan ve anlaşılan dervişliği, dilenciliğe indirgemek tasavvuf karşıtlığının farklı bir göstergesidir. “Hristiyanın kötüsü keşiş, Müslümanın kötüsü derviş olur.” gibi algı kokan aykırı ifâdeler, anlı-şanlı pek çok eserde dile getirilmektedir.

Hz. Mevlânâ: “Sarayın kapısını çal ve sabırla bekle. Hemen oradan ayrılma! Mutlaka kapıyı sana açan biri bulunur. Böyle bir kapı kimseye ebediyyen kapalı tutulmaz” dediği gibi, sadece Allah’a el açan ve yalnız O’ndan yardım bekleyen ve O’nun kapısında duran kimseler dervişliğin markası hâline gelmiştir.

Derviş kelimesi, daha sonraları zühdü ve tasavvufu ifâde etmek üzere Arapça fakîr ve fakr kelimelerinin yerine kullanılmış, zamanla daha farklı ve daha geniş bir muhtevâ kazanmıştır. Bu gelişim ve değişime paralel olarak derviş kelimesi; hem yoksul kişi, hem de zengin bile olsa Allah’a muhtaç olduğunun şuuruna sahip sûfî anlamında kullanılır olmuştur.

Derviş: “Sür çıkar ağyârı dilden tâ tecellî ede Hakk/Pâdişah konmaz saraya hâne mamûr olmadan” beytinde anlatılan gönlün ayrık otlardan arındırılması, ahlâkî hasletlerle donatılarak ilâhî feyzin inişine ve yerleşmesine zemin hazırlanması anlamında çalışan tâlip demektir.

Dünyayı bir deniz, insanı da gemiye benzeten Hz. Mevlânâ; gemi denizi ayaklarının altına aldığında yüzer ve istediği yere gider, aksi halde gemi delinip su aldığında nasıl batarsa, derviş te dünyayı sandalye gibi ayaklarının altında kullanan sâlik, dünyâyı cebinde ve cüzdanında taşıyan ve gönlüne asla sokmayan kemal yolcusu demektir.

“Dervişlik olaydı tâc ile hırka/Biz dahî alırdık otuza kırka” diyen Hz. Yunus, dervişliğin bir ruh ve şu’ûr meselesi olduğunu söylerken keskin bir ihsan duygusuna erme niyet ve gayreti diye anlatmaktadır. Bu manada derviş olmak kolay, fakat derviş kalmak daha zordur.

Prof. Dr. Ali NAMLI

Gerçek Derviş Zaman ve Mekan Üstüdür

Yol anlamına gelen “tarîk” ve “tarikat” kelimesi aynı zamanda usul ve metot anlamına da gelmektedir. Farklı tasavvufî yollar ve ekollerdeki metot çeşitliliği ve zenginliği zamana, şartlara, insanların meşreb, karakter ve tabiatlarındaki farklılıklara göre değişik uygulamalara imkân vermiştir. Zikrin cehrî ya da hafî olarak yapılması, evrâd ve ezkârın tertîbi, sayısı, yapılacağı vakitler, zühdün maddiyatı tamamen terk etmek ya da dünya sevgisini gönülden çıkarmak olarak anlaşılması ve uygulanması, halvetin halvet der-encümen (halk içinde Hak ile olmak) şeklinde de tatbik edilmesi gibi farklı terbiye usulleri bu konuda verilebilecek pek çok misalden birkaçıdır. Tarih boyunca farklı dönemlerde bazı tasavvuf yollarının ve usullerinin revaç bulup bazılarının gerilemesi, hatta ortadan kalkması zamanın ruhuna göre tasavvufî hayatın şekillenmesi ve kendini yenilemesi olarak değerlendirilebilir.

Tasavvufî konularda ictihâda dayanan uygulamalar ve yorumlar hakkında karar verecek olan mürşid-i kâmiller, hatta ekmellerdir. Modern zamanların bazı problemleriyle ilgili hariçten gelen çözüm teklifleri, mesela büyük şehirlerde yaşanan trafik problemi gibi günlük hayatın zorluklarını tasavvufi anlamda “çile” saymak tasavvufî hayatın mahiyetinden bîhaber olanların öne sürecekleri bir fanteziden ibarettir.

Esas mesele zaman ve mekanın getireceği zorlukları ve engelleri zaman ve mekan üstü prensiplere sarılarak aşmak ve “gerçek derviş” olmaktır. Gerçek derviş, gayesi ve matlûbu sadece Allah olan kimsedir. Nefsini tezkiye ve kalbini tasfiye ederek güzel ahlâkın kemâline ulaşmıştır. Tevhidin hakîkatine erdiğinden masivâ ve ağyâr, yâni Allah dışında ne varsa hepsi gözünden silinmiş, eşyânın ve hâdisâtın tesirinden ve boyunduruğundan âzâd olmuştur. Ezelî ve ebedî olan, belli bir zaman ve mekânla sınırlı olmaktan münezzeh olan Allah ile beraberlik şuuruna ulaşan, hatta daha da ileri giderek Allah’ta fânî olma mertebesine eren, en azından bu yolda bulunan kimse zamânî ve mekânî olmaktan kurtulmuş, zamanı ve mekanı aşmış demektir. Bu idrake ve şuura ulaşan dervişe göre zamanın klasik, modern veya post-modern olması ya da sayılması fazla bir şey ifade etmez. Bilakis ulaştığı olgunluk seviyesine göre onu zamanın fitnelerine, türlü zorluklara ve sınamalara karşı daha metin ve dayanıklı hale getirir.

Prof. Dr. Necdet Tosun

Dervişliğe Her Zamankinden Daha Çok Muhtacız

Dünyanın bin yılda görmediği büyük gelişme ve değişmeleri son kırk yılda görmüş bulunuyoruz. Köyümüze elektrik geldiğinde altı yaşlarındaydım. Eve kablo çekilip prizlerin bağlandığını hatırlıyorum. Oysa şimdi dijital çağı ya da uzay çağını yaşıyoruz. Bu büyük değişim toplumun hayat tarzını ve düşünce biçimlerini de etkiliyor. Mahalle bilincinin, komşuluğun, içtimaî hayatın önde olduğu bir devirden apartman dairelerinin bireysel hayat tarzına doğru bir geçiş dönemi yaşanıyor. Medya ve sosyal medyanın bilgi bombardımanı içinde doğrular ile yanlışlar karışık bir vaziyette insanlara servis ediliyor. Dünyevîleşme her zamankinden daha fazla zihinleri meşgul eder hâle gelmiş durumda. Reklamlarla konfora özendirilen kanaatsiz bir nesil oluşturuluyor.

Böyle bir devirde İslamiyet’in manevî boyutu demek olan tasavvufa ve dervişliğe her zamankinden daha fazla muhtaç olduğumuz açık bir gerçektir. Zaten maneviyatını yitiren Batı dünyasının insanları da çoğunlukla tasavvuf sayesinde İslam’a yönelmektedirler. Yüzlerce yıllık bir geleneğe sahip olan tasavvufî ekoller, maneviyat okulları, akıntıya kapılmış kitleler için âdetâ can simidi görevi yapabilecek durumdadır. Ancak bu maneviyat ocakları da temel prensiplerinden vaz geçmeden dünyanın hızlı değişimine ayak uydurmak zorundadırlar.

Meselâ eskiden tekke hayatında mürid mürşidini daha sık görebilmekte, problemlerini anlatıp çözüm arayabilmekte iken, bugün sayıları yüzbinlere ulaşan müridlerin şeyh efendilere birebir ulaşabilmesi zorlaşmıştır. Öte yandan kitap, dergi ve medya üzerinden şeyhinin yazılarına, sohbetlerine, vaazlarına daha çabuk ulaşabilme imkânı vardır. Dijital çağın imkânları faydalı olmakla birlikte, insanları gerçek manada yetiştiren şey göz göze bakarak, gönül gönüle vakit ayırarak yapılan eğitimdir. Bu sebeple sohbet halkalarının ve dostluk gruplarının ihmal edilmemesi gerekir.

Tarım toplumundan sanayi toplumuna dönüşen dünyada iş hayatının yoğunluğu ve büyük şehirlerin sorunları stresli bir toplum ürettiği için, birçok tasavvuf ekolü eski eğitim usullerini günün şartlarına adapte etme yoluna gitmişler, meselâ zikir sayılarını azaltmışlardır. Ayrıca eğitim seviyesi yükselen ve daha bireysel düşünmeye başlayan nesiller bazı tarikatların intisap ritüelleri ve râbıta gibi uygulamalarını abartılı ve gereksiz bulmaktadırlar. Bu sebeple bazı tasavvuf ekolleri daha sade ve günümüz insanına daha uygun bir tasavvuf anlayışı geliştirmeye başlamışlardır. Öte yandan yeni nesiller arasında yaygınlaştığı anlaşılan Deizm gibi akımlara karşı geleneksel maneviyat ocakları olan tasavvuf ekolleri bir “iman kurtarma” ve “maneviyat aşılama” görevi üstlenmektedirler.

Burada insanların, özellikle gençlerin önündeki en büyük problem hakikî tasavvuf yolları ile sahtelerini ayırma konusunda ortaya çıkmaktadır. Materyalizmden bunalan nesiller tasavvufta huzur bulmak için bir arayışa girdiğinde bu yolun istismarcılarıyla karşılaşıp soğuyabilmektedirler. Ancak unutulmamalıdır ki peygamber efendimizin (a.s) vefatından hemen sonra sahte peygamberler de ortaya çıkmıştır. Sahte peygamberler çıkmış diye hakikî dinden soğumadığımız gibi, sahte tasavvuf ehli çıkmış diye bu büyük maneviyat okulundan uzak kalmak anlamsız olacaktır.

Hulâsa, tasavvufî ekollerin başındaki insanlar temel prensiplerden vaz geçmeden zamanın şartlarına göre tasavvufî eğitim usullerinde bazı değişiklik ve sadeleştirme yoluna gitmeli; tasavvuf yoluna bağlı olan dervişler de moda felsefelerin tesirinde kalmadan İslâmî ve tasavvufî eserleri okuyup sohbet ve zikir halkalarına devam etmeli, ferdiyetçi hayat tarzından kurtulup ümmetle kaynaşma ve topluma faydalı olma derdinde olmalı, muhabbeti diri tutmalıdırlar.

Prof. Dr. Abdurrezzak Tek

Derviş Hak’la konuşur, Hak’la Görür

Günümüz dervişinin miracı dört temel üzerine inşa ettiği tasavvufi terbiye ile mümkündür. Öncelikle kendisine farz kılınan ibadet ve taatini büyük bir hassasiyet ve içtenlikle yerine getirmeli ve beraberinde nefsindeki olumsuz sıfatları güzel ahlâkla değiştirme gayreti içinde olmalıdır. Bu iki aşama daha ziyade dervişliği boyunca göstereceği gayrete dayanır ve bu husustaki samimiyet ve devamlılığı, ilahî muhabbet ve marifetin gönlünde tecelli etmesine vesile olur. Elbette tüm bunların gerçekleşmesi dervişin her şeyden önce farkındalığına bağlıdır. Bu farkındalık Allah için ayağa kalkmayı, gaflet uykusundan uyanmayı ve her türlü ihmalkarlığa son vermeyi ifade eden bir yakaza hâlidir. Yakaza onu gaflet halinde geçirdiği önceki hayatına dair tüm bağlarını koparıp kararlı bir tövbe ile dikkatini bütünüyle çıktığı bu yeni yola vermeye sevk eder. Dervişliğinin anahtarı mesabesinde olan tövbe Allah’ın kuluna, kulun da Allah’a dönmesi demektir; Allah’ın kuluna yönelmesi ona tövbe imkânını bahşetmesi, kulun Rabbine dönmesi ise işlediği günahlardan dolayı O’ndan af dilemesidir.

Derviş yaratılış amacının farkındalığına dair kavuştuğu bu yeni şuurla dünyevî yaşamını düzenlemeye ihtiyaç duyar. Allah’ı ve âhiret gününü unutacak derecede dünya hayatına bağlanmaması ve dünya nimetlerinden meşru şekilde faydalanırken ebedî hayatını ihmal etmemesi gerektiğini idrak eder. Zühd adı verilen bu idrak onu dünya malına, makam ve mevkiye, şan ve şöhrete önem vermemeye, nefsin arzu ve isteklerine uymamaya, âhirete yönelip korku ve ümit içinde mümkün olduğunca ibadet, taat ve kulluğa sarılmaya sevk eder. Gönlünde bir taraftan Allah’ın gazabına ve cezalandırmasına yahut kulluktan uzaklaşıp nefsiyle yeniden baş başa kalmasına dair bir korku (havf) oluşurken diğer yandan ilahî lütuf ve rahmetin genişliğini (recâ) hisseder.

Artık seyrinin temel aşamalarını gerçekleştirerek nefsânî arzu ve isteklerine kapılmama ve dünyevî olanı gönlüne sokmama hususunda belirli bir bilinç düzeyine ulaşmıştır. Bu nedenle sadece haramlardan uzaklaşmakla kalmayıp şüpheli şeylerden kaçınmayla (verâ) ilgili bir hassasiyet de kazanır. Bu hassasiyet malayani her husustan tam anlamıyla bedenen ve kalben sakınmasının yanı sıra nefsini daima muhasebe altında tutmasına vesile olur. Halini gözden geçirdiğinde kulluk görevinin Allah’ın onun üzerindeki hakkı olduğunu ve bundan dolayı da herhangi bir karşılık beklentisi içine girmeden tümüyle Allah’a tevekkül edip teslim olması gerektiğini idrak eder. Yarının endişesinden kurtularak her hususta Allah’a güvenme duygusunu geliştirir. Hakk’ın hükmüne razı olarak kaderin tecellilerini gönül hoşluğuyla kabullenir. Kalbinde oluşan bu güven ve itminan dervişte tarif edilemez bir sükûn, huzur ve şevk hali meydana getirir. Allah’a karşı duyduğu özlem ve iştiyak giderek artar öyle ki O’na yakın olma ve kavuşma isteğiyle kalbi yanıp tutuşur. Tek avuntusu vuslat ümidiyle sabır ve rıza hırkasına bürünmektir. Bu nedenle yürüdüğü yolda duçar olduğu her türlü elem, sıkıntı ve belalar karşısında sızlanmayı ve şikâyet etmeyi bırakır (sabır). Aksine layık olmadığı halde kendisine verilen lütuflar karşısında nimetin sahibini görerek O’na olan hürmetini (şükür) muhafaza eder. Tam bir hoşnutlukla Cenâb-ı Hakk’ı över, aşk ve şevkle kulluğa yönelir.

Böylece kalbinde mâsivâyla ilgili bağları koparan ve yalnızca Rabbiyle meşgul olan derviş manevî seyrinde fiillerini görmeme, benliğini unutma, kendine varlık atfetmeme (fenâ), bunun yerine Hakk’ın sıfatlarıyla donanıp O’nunla kâim olma (bekâ) şuuruna ulaşır. İşte o vakit hadiste belirtildiği üzere Hak’la konuşur, Hak’la görür ve Hak’la alıp verir. Burası artık her türlü ikiliğin ortadan kalktığı ve tam bir tevhid hâlinin meydana geldiği mertebedir. Derviş miracını tamamlamış, vuslatı elde etmiş ve susamış gönüllere kendi içtiği pınardan sunmak için Hakk’ın halifesi sıfatıyla yeni bir yolculuğa koyulmuştur.

Kaynak: Altınoluk Dergisi, Sayı: 450

İslam ve İhsan

DERVİŞ NE DEMEK?

Derviş Ne Demek?

DERVİŞLİK ALÂMETLERİ

Dervişlik Alâmetleri

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.