Molla Kabız Meselesi

Kanuni Sultan Süleyman döneminde İran’dan İstanbul’a gelen Molla Kabız kimdir? İşte Molla Kabız vakası...

Bir gün İran taraflarından Büyük Kavuklu bir Hoca gelir.1 Adı Molla Kabız’dır bu hocanın… Ve bir anda İstanbul’da popüler oluverir. Ancak Halid b. Velid (r.a.) gibi bütün savaşları zaferle taçlandırarak popüler olmak var,2 “Bevvâl-ı Zemzem”3 gibi popüler olmak var. İşte İran’dan gelen bu Büyük Kavuklu Hoca, İstanbul’daki vaazlarında Hz. İsa’nın (a.s.) Hz. Peygamber’den (s.a.v.) üstün olduğunu savunmaktadır.4 Sene 1527, dönem Muhteşem Süleyman dönemidir. Osmanlı orta yol İslam zihniyeti, yüzyıllarca Kur’an ve Sünnetle formatlandığı için, toplum hemen gerilir ve dalgalanır. Çok geçmeden Molla Kâbız bütün İstanbul’da aktüalitenin gündemine oturur.5 Çok güzel konuşmaktadır bu hoca. Ardarda deliller ileri sürerek Ebu’s-Suud Efendi torunu6 gibi müdellel konuşmaktadır. Güçlü mantık bağları kurmakta metod olarak felsefî iknâyı, cedeli ve münazarayı da en üst seviyeden bilmekte ve uygulamaktadır. Özetle ciddi manada bir ilim erbabıdır bu hoca...7

PEYGAMBER EFENDİMİZ’E SAYGISIZLIK

Böylece ahkam kesiyor, yorum yapmakta, nüktelere, lügatlere, hilafiyâta dalmakta, sosyal akılda kaos fırtınaları estirmektedir. O atmosferde, toplumda herkes, bir anda boşluğa düşer. Üzüntü travması her tarafı sarar, sosyal hâkimiyetini kurar. İstanbul’un gündüzü gece olur. Çünkü ortada açıkça Peygamber Efendimize (s.a.v.) saygısızlık söz konusudur.

Tabiî bir insiyakla cümle halk gözünü ulemaya diker. Acaba “bizim yerli hocalar” bu mollaya/vâize ne cevap verecek, bununla nasıl baş edecektir?

MOLLA KABIZ OLAYI

Rakip bulamayan Molla Kâbız’ın, artan şikayetler üzerine muhakeme edilmesi ve hesaba çekilmesi gerekli olmuştu. Nitekim çok geçmeden dönemin Vezir-i A’zamı İbrahim Paşa, bu bî edeb mollayı divanda huzuruna çağırır. Orada Anadolu ve Rumeli Kazaskeri Fenarîzâde Muhyiddin Çelebi ve Kadirî Çelebi tarafından yargılanır. Osmanlı Devleti’nde Kazaskerlik makamı, ilmiye sınıfının en yüksek mertebelerinden biridir.8

Bu iki görevli ilim adamı, Molla Kâbız’ı yargılar ve ileri sürdüğü konuyu tartışır. Ancak Vezir-i A’zam huzurunda yapılan tartışmalarda, bu âlimler, iddiasını bazı âyet ve hadislere dayandıran Molla Kâbız’a cevap veremediler, sadece tehdit ettiler.9 Muhakeme sonunda İbrahim Paşa, ister istemez Molla Kâbız’ı serbest bırakmak zorunda kaldı.10

Serbest kalan Molla Kâbız, İstanbul’da bu iddialarını sürdürmeye devam eder. Konuşmaları bütün İstanbul’a yayılır ve içtimaî huzursuzluk daha da artar. Vicdanlar derinden yaralanır.

Osmanlı’nın her yönden en zirvede olduğu bir dönemde (1527), ilmî zirvede olan kazaskerler bile bu molla karşısında acizlik göstermiş, yenilmişlerdi.

MOLLA KABIZ NEDEN İDAM EDİLDİ?

Olayın devamı rahmetli Yurday­dın’ın (ö. 1999) anlatımıyla şöyledir:

“İstanbul bu minval üzere dedikodularla çalkalanırken, bu konuda söylenenler, sonunda Kanunî Sultan Süleyman’ın da kulağına gider. Bu üzücü sahne karşısında, Padişah da mahzun olmuştur.

Kanunî, Vezir-i A’zam İbrahim Paşa’yı huzura davet eder ve ona;

–Bir mülhid (sapkın) Hz. İsâ’nın (a.s.) Hz. Peygamber (s.a.v.) Efendimiz’den üstün olduğunu iddia etsin ve rahat rahat İstanbul sokaklarında dolaşsın, bu ne iştir, diye sorar.

Sadrazamın cevabı ise;

–Ne yapalım; Kazaskerlerimiz cevaba muktedir değiller ki, şeklinde olur.

Bunun üzerine Kanunî, ilmiye sınıfı temsilcilerinin sadece Kaz­as­kerler’den ibaret olmadığını, Şeyhülislam Kemal Paşazâde (ö. 1536) ve İstanbul Kadısı (müftüsü) Said Çelebi’nin, bu konuda muktedir kimseler olduklarını belirtir, binaenaleyh bunların kendi huzurunda tartışmasını emreder.

Bunun üzerine Molla Kâbız tekrar divana davet edilerek Padişah’ın huzurunda Kemal Paşazâde ve Said Çelebilerle konu tekrar münakaşa ettirilir.

Kemal Paşazâde önce Molla Kâbız’ın iddiasındaki delilleri bir bir ortaya koymasını söyler. O da daha önceki münakaşada naslardan çıkardığı delilleri sunar.

Molla Kâbız’ın konuşması bitince, Kemal Paşazâde o delilleri tek tek yeniden ele alır ve her birini sırayla çürütür. Öyle ki Molla Kâbız, bu karşı sorulara cevap veremez hale gelir, çaresiz susar.

Kemal Paşazâde, bu iddiasında hala ısrar edip etmediğini sorar, o da inadında ısrar ettiği için şer-i şerife göre idam edilir.” (1527)11

Kemal Paşazâde, bu olaydan sonra Hz. Peygamberimizin (s.a.v.) Hz. İsâ’dan (a.s.) üstünlüğünü savunmak üzere 1527’de “Risâle fi Efdâliyyeti Muhammed Aleyhisselam” adlı eserini yazmıştır.12

Kemal Paşazâde bu eserinde, Molla Kabız’ın delil olarak ileri sürdüğü yirmi civarında ayet ve hadisi ele alıp değerlendirerek ilgili ayet ve hadislerin, aksine Hz. Muhammed’in (sav) üstünlüğüne delalet ettiğini ortaya koymuştur.13

“MÜFTÎ-İ SAKALEYN” LAKABIYLA BİLİNEN ALİM

Tokatlı Kemal Paşazâde, devrin şeyhülislamı olarak tefsir, fıkıh, hadis, tasavvuf, mantık, kelam, ahlak ve fennî ilimler konusunda mütebahhir, ilim sahibi gerçek bir âlimdi. Kendisine Müftî-i Sakaleyn denirdi.14 Yani insanlara ve cinlere fetva verirdi. Örnek olarak Süleymaniye Kütüphanesi’ndeki bir risalesi, onun ne kadar derin bir âlim olduğunu gösterir:

“Darabe Zeydün Amren” cümlesine bugünün uleması, ancak on, on beş irab yapabilirken, o 117 irab yapmıştır. Ve bu eseri ne yazık ki bugün tamamen anlayabilecek bir tek âlimin bile olmadığının birinci elden de şahidiyiz.

SAPKINLIĞI KİM DURDURACAK?

Peki, o olmazsa Molla Kâbız’ın o ilhadını (sapkınlığını) kim susturacaktı?

Osmanlı’nın en şanlı döneminde bile görüldüğü üzere, hâlâ bir çeşit kaht-ı ricâl yaşanıyordu. Günümüzde Peygamberimize (sav) bu çeşit saldırılar şu anda maalesef en kronik dönemini yaşamakta, bir batı-Siyonist projesi olarak İslam’ın, Kur’an’ın, Hz. Peygamber’in (sav) ve imanın altı, yerli gönüllü işbirlikçileriyle hızla oyulmaya çalışılmaktadır. Buna karşılık günümüz ulemasının bunlara doğru dürüst cevap vermemesi veya verememesi, gerçekten çok üzücüdür.

İşte bu durum karşısında sırf bu saldırılara karşı Namık Kemal’in Renan Müdafaanamesi, Mustafa Asım Köksal’ın Ceateni’ye Reddiyesi gibi ferdi savunmalar yerine, çok ciddi enstitülerin kurulması artık kaçınılmaz olmuştur. Bu hassas keyfiyet, himmet ve hamiyyet erbabına arz olunur, efendim.

Ya Rab gönder artık bize

Molla Bâsıt’ları

Gönder ki kabz’a uğratsın Molla Kâbız’ları

Bismillahî

Dipnotlar: 1) Solakzâde Mehmed Hemdemî, Tarih, İstanbul 1927, s. 468. 2) Bkz; Mustafa Fayda, “Halid b. Velid”, DİA, c. 15, s. 289-292. 3) Pala, İskender, Ansiklopedik Divan Şiiri Sözlüğü, Kapı Yayınları, İstanbul 2013, s. 69. 4) Nev’îzâde Ataullah (Atâî), Hadâiku’l-hakâik fi tekmileti’ş-şekâyık.nşr.: Abdülkadir Özcan, c. 2, İstanbul 1989, ss. 88-89. 5) Âlî Mustafa Efendi, Künhü’l-Ahbar, İstanbul Üniversitesi Kütüphanesi, ty, nr: 5959, vr., 238 a. 6) Pakalın, Mehmed Zeki, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, c. I, s. 499. 7) İlyas Üzüm, “Molla Kabız”, DİA, c. 30, s. 254; ayr.bkz.: Celalzâde Mustafa Çelebi, Tabakâtü’l-memâlik ve derecâtü’l-mesâlik, Neşr: P. Kapper, Wiesbaden 1981, vr. 172 b; Solakzâde, Tarih, s. 467. 8) Pakalın, Osmanlı Tarih Deyimleri ve Terimleri Sözlüğü, MEB Yay., İstanbul 1993, c. II, ss. 229-235. 9) İlyas Üzüm, “Molla Kabız”, s. 254. 10) Hüseyin Gazi Yurdaydın, “Türkiye’nin Dini Tarihine Umumi Bir Bakış”, AÜİFD, Ankara 1962, c. 9, s. 116. 11) Yurdaydın, “Türkiye’nin Tarihine Umumi Bir Bakış”, AÜİFD, c. 9, s. 116. 12) Süleymaniye Kütüphanesi, Carullah Efendi, No: 2062. 13) İlyas Üzüm, DİA, “Molla Kâbız”, XXX, s. 258. 14) Bkz.: “Kemal Paşazâde Sempozyumu” Bildirileri, Tokat 1985.

Kaynak: Ethem Cebecioğlu, Altınoluk Dergisi, Sayı: 380

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.