Muayyen Ne Demek?
Muayyen: Tâyin edilmiş, belli, belirli. Kararlaştırılan anlamına gelmektedir.
MUAYYEN KELİMESİNE ÖRNEK CÜMLELER
“…Hayvanlar, hayatlarının muhâfazasına ve nesillerinin devamına lâzım olan şeyleri, kendilerine faydalı olan gıdâları hiç öğretilmeksizin bu vâsıta ile bilirler. Kuşlar güzel yuvalar yapıyorlar. Göçmen kuşlar yolculuk için muayyen bir günde toplanıyorlar. Bâzı böcekler ölmezden evvel yumurtadan çıkacak yavrularının yiyecekleri diğer böcekleri öldürmeyip onların bâzı guddelerini sakatlayarak yürüyemeyecek bir hâle getirerek yanlarına koyuyorlar. Lâkin ne garip tecellî ki; bu böceklerin büyüdükten sonraki yiyecekleri başka gıdâlardır. Arılar, kurtçuklarının gıdâlarını değiştirmek sûretiyle onları erkek veya dişi yapmak istîdâdına sahiptirler. Kovan, bir kazâdan dolayı beyden mahrum kaldığı vakit, kurtçuğu bu vechile yeni bir kraliçeye tebdil edebiliyorlar…”
*****
Târihte hayâtının tamâmı en ince teferruâtına kadar tespit edilebilen tek Peygamber ve hattâ tek insan da, Hazret-i Muhammed Mustafâ -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’dir. Peygamberler silsilesinin, insanlığı Hakk’a ve hayra tevcih husûsunda birer emsâl teşkil edebilecek davranış mükemmelliklerinden günümüze ancak muayyen miktarda hâtıra intikâl edebilmiştir. Hâlbuki Âhir Zaman Nebîsi -aleyhissalâtü vesselâm- Efendimiz’in en basitinden en girift ve mükemmeline kadar bütün fiilleri, sözleri ve ifâdeye aksettiği kadarıyla gönül âlemi, anbean tâkib edilmiş ve târihe bir şeref levhası hâlinde kaydedilmiştir. Üstelik bunlar, Allâh’ın büyük bir lutfu olarak, asırlar ötesinden kıyâmete kadar gelecek bütün insanlığa intikâl etme mazhariyetine erdirilmiştir.
*****
Mekke’nin kırk yaşını doldurmuş bütün sâkinleri, meclis toplantılarına iştirâk edebilirlerdi. Ancak bir teâmül olarak muayyen âile başkanları ve kabîle reislerinden başkasının bu toplantılara iştirâki görülmezdi. Ne gariptir ki, bu Dâru’n-Nedve uzun zaman sonra, Rasûlullâh -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in dâvetine mânî olmak için yapılan toplantılara sahne olmuştur.
*****
Âyet-i kerîmede:
“Sâilin (muhtâcın) ve mahrumun (iffeti dolayısıyla isteyemeyenin), onların (zenginlerin) mallarında muayyen bir hakkı vardır.” (ez-Zâriyât, 19)
buyrulur.
Bu düstur, hem parayı kullanma eğitimidir, hem de gönülleri kaynaştırma vesîlesidir.