Mücadele Edilmesi Gereken Asıl Düşman
Gafil insan, kendi iç dünyasındaki korkunç ahvalden habersizdir. Tezkiye edilmemiş nefs ve tasfiye edilmemiş kalp, çok zehirli hastalıklar ihtivâ eder. Âdetâ içimizdeki bir kanser gibidir. Bu hâliyle mülevves nefs ve hastalıklı kalp, insanın asıl mücadele ve mücâhede etmesi gereken düşmanıdır.
Asr-ı saâdetin en zor ve meşakkatli seferi Tebük’ün dönüşüydü. Ashab bin bir fedâkârlık göstermişti. Saç ve sakallar birbirine karışmış, açlıktan deriler kemiklere yapışmıştı. Peygamberimiz, böyle bir hâlet içinde oldukları hâlde ashâbına;
“–Küçük cihaddan büyük cihâda dönüyoruz.” buyurdu.
Ashâb-ı kiram hayretler içinde;
“–Yâ Rasûlâllah! Hâlimiz meydanda! Bundan daha büyük cihad var mı?” dediklerinde Hazret-i Peygamber -sallâllâhu aleyhi ve sellem-;
“–Şimdi büyük cihâda (nefs cihâdına, nefsin hevâsı ile mücâhedeye) dönüyoruz!” buyurdular. (Süyûtî, II, 73; Münâvî, Feyzü’l-Kadîr, III, 141/2873; Ali el-Müttakî, IV, 430/11260)
Bu sebeple tasavvufa «cihâd-ı ekber» denilmiş ve; “Hiç sulhü olmayan bir cenk.” şeklinde tarif edilmiştir. Son nefese kadar devam eden bu mücadelede düşman, insanın iç dünyasındaki kötü duygulardır.
İnsan; iç dünyasını tezkiye etmedikçe, düşmanı beyhûde yere dışarıda arar. Başkalarına karşı kin ve düşmanlık duyguları besler. Kötü ahlâk ile kendi âkıbetini berbat eder.
FİRAVUN KISSASI
Hazret-i Mevlânâ bu sırrı, Firavun kıssasındaki bir remizle anlatır:
“Firavun, Musa Peygamber’in meydana çıkmaması için binlerce kişiye zulmetti. Binlerce vebal aldı. Binlerce kan döktü. (…)
Hazret-i Musa, Firavun’ın sarayında rahatça yaşadığı hâlde, Firavun boş yere çocukları öldürüyordu.
(Aradığı hasmı sarayında dururken o dışarıda arıyordu. İşârî olarak) Firavun, hislerine uyarak tenini besleyen en büyük düşman nefsini kuvvetlendirdiği hâlde;
«Dışarıda bir kimsenin bana düşmanlığı vardır. Bana haset ediyor.» diye vehme kapılan bir kişiye benziyordu.
«Bu adam benim düşmanımdır, bana haset etmektedir!» der. Hâlbuki; kendisine asıl haset eden, asıl düşman olan, o beslediği bedendir. Yani nefsidir. O benlik, o nefis sahibi olan kişi Firavun’a, bedeni de Musa’ya benzer. Firavun;
«Düşman nerede?» diye dışarılarda dolaşır durur. Duygularının esiri olan kişinin nefsi, beden evinde nazla çeşitli nimetlerle beslenmektedir. Hâlbuki, kendisi başkalarına, kendi dışında bulunan kimselere kin güderek elini ısırmaktadır.”
Âyet-i kerimede, insanın iç dünyasındaki düşmanını tezkiye etmesinin zarûreti şöyle ifade edilmiştir:
“…Nefse ve ona birtakım kabiliyetler verip de ona fücur ve takvâsını (iyilik ve kötülüklerini) ilhâm edene yemin olsun ki;
-Nefsini kötülüklerden arındıran kurtuluşa ermiş,
-Onu kötülüklere gömen de ziyân etmiş, hüsrâna uğramıştır.” (eş-Şems, 7-10)
Kalpten temizlenmesi gereken çirkin huyları, aynı zamanda bâtınî haramlar olarak da isimlendirebiliriz.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2017 Ay: Eylül Sayı: 151
YORUMLAR