Mücâdele Suresi 11. Ayet Meali, Arapça Yazılışı, Anlamı ve Tefsiri

Mücâdele Suresi 11. ayeti ne anlatıyor? Mücâdele Suresi 11. ayetinin meali, Arapçası, anlamı ve tefsiri...

Mücâdele Suresi 11. Ayetinin Arapçası:

يَٓا اَيُّهَا الَّذ۪ينَ اٰمَنُٓوا اِذَا ق۪يلَ لَكُمْ تَفَسَّحُوا فِي الْمَجَالِسِ فَافْسَحُوا يَفْسَحِ اللّٰهُ لَكُمْۚ وَاِذَا ق۪يلَ انْشُزُوا فَانْشُزُوا يَرْفَعِ اللّٰهُ الَّذ۪ينَ اٰمَنُوا مِنْكُمْۙ وَالَّذ۪ينَ اُو۫تُوا الْعِلْمَ دَرَجَاتٍۜ وَاللّٰهُ بِمَا تَعْمَلُونَ خَب۪يرٌ

Mücâdele Suresi 11. Ayetinin Meali (Anlamı):

Ey iman edenler! Topluca oturduğunuz yerlerde size: “Gelen­lere yer açın!” dendiği zaman hemen toparlanıp yer açın ki Allah da size dünyada gönül ve rızık genişliği, cennette de mekan ve nimet genişliği versin. Size “Artık kalkın, dağılın!” dendiği zaman da kalkıp dağılıverin ki, Allah, içinizden gerçekten iman etmiş olanların maka­mını bir derece ve imanla birlikte kendilerine ilim de verilmiş olanların makamlarını ise derecelerle yükseltsin. Allah, yaptığınız her şeyden hakkiyle haberdardır.

Mücâdele Suresi 11. Ayetinin Tefsiri:

Âyet-i kerîmenin nüzûl sebebiyle alakalı olarak Mukâtil (r.h.) şöyle bir hâdise nakletmektedir:

Bir cuma günü Resûlullah (s.a.s.) Suffa’da bulunuyordu. Yer dardı. Resûl-i Ekrem (s.a.s.), adeti olduğu üzere muhâcir ve Ensâr’dan Bedir savaşına katılmış olanlara ikramda bulunurdu. O gün Bedir ehlinden bazıları meclise geldiklerinde biraz geç kalmışlardı. Peygamberimiz (s.a.s.)’in karşısında ayakta durup, birilerinin kendilerine yer açmasını beklediler, ama kimse onlara yer açmadı. Bu durum Resûlullah (s.a.s.)’in hoşuna gitmedi ve etrafındaki Bedir ehlinden olmayan bazılarına: “Sen kalk ey filân, sen kalk ey filân” diyerek bazılarını yerlerinden kaldırdı. Bunlar ayakta bekleyen Bedir ehli sayısınca idi. Ancak Efendimiz’in bu tavrı da yerlerinden kaldırılanlara ağır geldi. Resûlullah (s.a.s.), onların bu hoşnutsuzluklarını yüzlerinden okudu. Bunu fırsat bilen münafıklar müslümanlara: “Hani siz arkadaşınız Muhammed’in adâletli olduğunu iddia etmiyor muydunuz? Vallahi şunlara adâletli davranmamıştır. Onlar, peygamberlerine yakın olmak istiyorlardı ama onları yerlerinden kaldırdı ve onların yerlerine meclise gelmekte gecikenleri oturttu” diye dedikodu ettiler. (Vâhidî, Esbâbu’n-nüzûl, s. 432)

Bir diğer rivayete göre Resûlullah (s.a.s.): “Kardeşi için yer açana Allah rahmet eylesin” diye dua etti. Bunun üzerine hızla yerlerinden kalkıp, gelen kardeşlerine yer açmaya başladılar ve işte bunun üzerine Allah Tealâ o cuma günü bu âyet-i kerîmeyi indirdi. (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân, IV, 325)

Âyet-i kerîme bize toplantı ve sohbet âdabını öğretir. Buna göre mecliste yer açmak, gelenlere yer vermek üzere kalkmak maddi ve manevî olarak pek çok faydalar sağlamaktadır. Çünkü Allah’ın kullarına iyilik ve kolaylık kapılarını olabildiğince açık tutmaya çalışanlara, Cenâb-ı Hak da dünya ve âhiret iyiliklerini bol bol ikram edecektir. Onlara dünyada mekan genişliği, bol rızık ve gönül ferahlığı, ölümden sonra da kabir rahatlığı ve cennete girme saadeti lütfedecektir. Dolayısıyla mecliste yer açmak sadece bir misaldir. Asıl maksat her türlü iyiliğin ve güzelliğin müslümanlara ulaşması için destek olmak ve onların gönüllerini sevinçle doldurmaya çalışmaktır. Nitekim Efendimiz (s.a.s.):

“Kul, müslüman kardeşinin yardımında olduğu müddetçe, Allah da ona yardıma devam eder” (Ahmed b. Hanbel, Müsned, II, 274) müjdesini vermektedir.

Resûlullah (s.a.s.) meclis adabıyla alakalı olarak şu tavsiyelerde bulunur:

“Bir kimse bir kimseyi yerinden kaldırıp onun yerine oturmasın. Daha önceden orada oturanlar da sonradan gelenlere yer versinler.” (Müslim, Selam 28)

“Birinin izin almadan iki kişiyi yarıp geçmesi helâl değildir.” (Ebû Dâvûd, Edeb 21)

Âdâbına dikkat etmek şartıyla ilim ve Kur’an meclislerine katılmanın, sohbet meclislerinden istifade etmenin önemi büyüktür. Ebû Vâ­kıd el-Ley­sî (r.a.)’ın an­la­ttığı şu hâdise ne kadar ibretli ve mânidârdır:

“Birgün mes­citte Peygamber Efendimiz’in hu­zû­run­da bu­lu­nu­yor­duk. O es­nâ­da kapıda üç kişi gö­rün­dü. Bi­ri içe­ri gir­me­den git­ti. Di­ğer iki­si ise içe­ri gi­rip Resûl-i Ekrem (s.a.s.)’in ya­nı­na ka­dar gel­di­ler. İç­le­rin­den bi­ri­si, hal­ka­da gör­dü­ğü bir boş­lu­ğa otur­du. Di­ğe­ri ise, yer kal­ma­dı­ğı için ve kim­se­yi de ra­hat­sız et­me­mek dü­şün­ce­siy­le hal­ka­nın he­men ar­ka­sı­na otu­ru­ver­di. Allah Resûlü (s.a.s.) soh­be­ti­nin bir ye­rin­de şöy­le bu­yur­du:

“Si­ze şu üç ki­şi­nin hâ­li­ni an­la­ta­yım mı? Hal­ka­ya otu­ran, Allah Teâlâ’ya sı­ğın­dı, Allah da onu hi­mâ­ye­si­ne al­dı. İkin­ci­si­ne ge­lin­ce, o kim­se Allah’tan ha­yâ et­ti, ede­be sa­rıl­dı, Allah Teâlâ da o ku­lun­dan ha­yâ et­ti; onu azâ­bın­dan emin kıl­dı. İçe­ri gir­me­yen di­ğe­ri­ne ge­lin­ce, o, bu mec­lis­ten yüz çe­vir­di. Allah da on­dan yüz çe­vir­di.” (Bu­hâ­rî, İlim 8)

Rivayete göre, Peygamberimiz (s.a.s.)’in meclisinde gece geç vakitlere kadar oturulur, Efendimiz (s.a.s.) istirahat edememek, diğer işleriyle uğraşamamak gibi sebeplerden dolayı çok rahatsızlık çekerdi. Bu yüzden âyetin “Size «Artık kalkın, dağılın!» dendiği zaman da kalkıp dağılıverin...” emri nâzil olmuştur. (İbn Kesîr, Tefsîru’l-Kur’ân, IV, 326)

Kişiyi yüceltecek olan oturduğu yer değil, sahip olduğu iman ve ilimdir. Dolayısıyla Peygamberimiz (s.a.s.)’in meclisi bile olsa, ondan uzak bir yerde oturmakla kişi kıymet derecesinin düştüğünü zannetmemeli ve “kalkın artık, sohbet sona erdi” denildiğinde, bunu kendisine bir hakaret kabul etmemelidir. Çünkü gerçek ölçü iman ve ilimdir. İşte insanların dereceleri, mecliste Hz. Peygamber (s.a.s.) veya sohbet eden bir başka birine yakın ya da uzak oturmakla değil, sahip oldukları iman ve ilmin keyfiyetine göre belirlenecektir. O halde kişinin, İslâm’ın her türlü âdap ve ahlâkını öğrenerek yaşamaya çalışması, böylece imanını kemâle erdirip ilmini artırması gerekir. Şâirin ifadesiyle:

“Çeşm-i insâf gibi kâmile mîzân olamaz

Kişi noksanını bilmek gibi irfân olamaz.” (Tâlib, Bursalı Mehmed)

“İlim ve hüner sahibi olan insanlar için âdilâne görüş ve hükmediş nasıl mükemmel bir vasıf ise, insanoğlu için, kendi noksanlarını bilmek ve itiraf etmek de en büyük bir irfân eseridir.”

Bir diğer şâir de şöyle der:

“Ne izz ü câh ü neseble ne kesb-i mâl iledir

Fakat tefâhuru ehl-i dilin kemâl iledir.” (Vehbî, Seyyid Hüseyin)

“Ârif insanlar ne yüksek değerlilikle, ne mevki ve makâm sahibi olmakla, ne de ünvân ve asâletle iftihâr ederler. Onların iftihâr ettikleri biricik şey kemâl sahibi oluşlarıdır.”

Ayrıca bilinmelidir ki, Peygamber (s.a.s.)’in yanında oturan bir kimsenin ona eziyet verebilme ihtimali de vardır. Bu ise büyük bir cehâlet ve manen zarar sebebidir. Bu açıdan bakıldığında Allah indinde, Resûlullah (s.a.s.)’in sohbetinden iman ve ilim elde eden ve müminlere gerekli ahlâkî kaideleri öğretmeye gayret gösteren kimsenin mertebesi, Peygamber (s.a.s.)’in yanında boş oturan kimsenin mertebesinden yücedir.

Peygamberimiz (s.a.s.) ile yapılacak özel görüşmelerdeki gözetilmesi gereken nezâket kaidelerine gelince:

Mücâdele Suresi tefsiri için tıklayınız...

Kaynak: Ömer Çelik Tefsiri

Mücâdele Suresi 11. ayetinin meal karşılaştırması ve diğer ayetler için tıklayınız...

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.