Müeyyide Ne Demektir?

Müeyyide ne demektir? Kısaca anlamı nedir?

Sözlükte "kuvvetlendiren" manasına gelen müeyyide, ıstılahta, kanun, ahlâk gibi kurumların buyruklarının yerine getirilmesini sağlayan güç anlamına gelmektedir. Türkçe'de aynı manaya gelen yaptırım kelimesi de kullanılmaktadır.

Din kurallarının müeyyidesi daha çok uhrevi olup, Allah korkusu, Cennet, Cehennem gibi aşkın tasavvurlardır. Bunun yanında, din kurallarına riâyet etmeyenler, inananların sosyal baskısı ile karşılaşırlar. Aynı şekilde, ahlâk kaideleri de devletin maddî müeyyidesinden mahrumdur. Bununla birlikte ahlâk kuralları, sadece bir nasihat, tavsiye olmayıp, cemiyetin manevî müeyyidesi ile desteklenmiştir. Bu kaidelere riâyet etmeyenleri cemiyet hoş görmez, bu gibileri takbih eder, bazen adeta cemiyet dışına atar. Bu gibi müeyyideler tamamen manevî mahiyette olmakla birlikte, bazen bunlar devletin maddî müeyyidesinden daha etkili olmaktadır.

Hukukî müeyyide ise, cebir ve zorlamadan ibaret olup, hukuk kaide ve esaslarının kabul ve tatbik edilmesini zorlamak için kanunlara konulan hükümler şeklinde tarif edilebilir. Hukuk kaidelerinin en önemli özelliklerinden biri, ihlâl edilmesi hâlinde, ihlâl edene fiilî bir karşılığın uygulanmasıdır. İhlal, eden sadece ayıplanmakla, hor görülmekle kalmaz, fiili bir karşılığa maruz kalır.

Hukuka uygunluğu sağlamak amacıyla, genel olarak, devlet otoritesinin elinde bulunan müeyyideler; ceza verme, zorla yaptırma, tazminat ödetme, geçerli saymama, iptalini isteme şeklinde sıralanabilir.

Nitelikleri bakımından müeyyideler, maddî müeyyideler ve manevî müeyyideler olmak üzere ikiye ayrılır. Maddî müeyyideler, fertlerin hukuka uygun davranmalarını sağlamak amacıyla fizikî kuvvetle zorlanmalarıdır. Manevî müeyyideler ise, bireylerin, hukuk kurallarına uymalarını temin etmek maksadıyla, ruhî olarak zorlanmalarıdır. Manevî müeyyideler, maddî müeyyidelerden daha etkili ve daha yaygındır. Hukukî manada, manevî müeyyideden daha çok, maddî müeyyide tehdidi anlaşılmaktadır. Ancak, hukukun kaynakları arasında ahlâkın da bulunması ve hukuka aykırı davranışlar toplumca da hoş karşılanmaması sebebiyle efkar-ı umumiye de müeyyide olarak etkili olmaktadır. Ayrıca kaynağı din olan hukuklarda, Allah ve âhiret inancı da manevî müeyyide olarak karşımıza çıkmaktadır.

Hukuki maksatları bakımından müeyyideler, ikiye ayrılabilirler; caydırıcı müeyyideler ve teşvik edici müeyyideler. Mahiyetleri bakımından ise, medenî ve cezâî müeyyideler olmak üzere ikiye ayrılır.

Medenî müeyyideler; haksız bir durumun ortadan kaldırılarak eski halin iadesi, hukuk kaidelerine aykırı olan muamele ve akitlerin iptali, bu gibi muamelelerden doğan zararın tazmini gibi müeyyidelerdir. Bu tür müeyyideler, ihlâl edilmiş olan bir hakkın telafisini hedefler.

Cezaî müeyyideler ise, hukuka aykırı davranan kişinin tedip edilmesi, gerektiğinde toplumdan tasfiye edilmesi, mağdurun tatmini ve hukuka aykırı davranmak isteyenleri caydırma amacıyla, hukuka aykırı davranışta bulunan kişinin cismine, hürriyetine, hukukuna ve malına yönelik yaptırımlardır.

Eğer fiilin husule getirdiği zarar, toplum düzenini direk olarak etkilemişse, kamunun düzenini ve sükununu muhafaza için cezaî müeyyideye müracaat edilmesi gerekir. Buna karşılık fertler arasındaki muameleleri tanzim eden bir kaidenin, yani medenî hukuk kaidelerinin ihlâli cezalandırılmaz. Zira, bu gibi muhalefetlerden doğan zarar şahsi olduğundan cemiyeti alakadar etmez. Diğer taraftan bu gibi zararların telafisi de mümkündür. Bu nedenle daha ileri gidilerek cezâ tatbik edilmesinde içtimai fayda ve lüzum yoktur.

Kaynak: Diyanet

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.