Muhabbetin ve Nefretin Allah İçin Olsun!
Nefsâniyetin sultası altındaki nice gâfil insan, hayatın med-cezirleri ve fırtınaları karşısında, selde sürüklenen kütükler misâli bir şuursuzlukla, sefâletini saâdet zannetmektedir. Devrilen devrildiğinin, eğrilen eğrildiğinin farkında olmadığı için de, düzelip doğrulma yolunda bir gayret göstermeye lüzum duymamaktadır.
Allah Rasûlü -sallallahu aleyhi ve sellem- buyurur: “…Ya siz de birbirinize iyilikleri tavsiye eder, kötülüklerden sakındırır, zâlimin zulmüne mânî olursunuz, yâhut Allah Teâlâ kalplerinizi (fâsıklarla) birbirine benzetir...” (Ebû Dâvud, Melâhim, 17/4336)
MUHABBET ve BUĞZDA SAMİMİYET
Allâh’ı ve O’nun sevdiklerini sevmek kadar, O’nun sevmediklerinden kalben uzaklaşmak da îmânın bir sıhhat şartıdır. Hakka ve hayra duyulan muhabbet nisbetinde onun zıddı olan bâtıl ve şerre nefret ve muhâlefet hissi taşımamak, îmandaki zaaf ve kusurun bir göstergesidir. Hadîs-i şerîfte buyrulur:
“Her kim Allah için sever, Allah için buğzeder, Allah için verir ve Allah için vermekten uzak durursa îmânını kemâle erdirmiş olur.” (Tirmizî, Sıfatü’l-Kıyâme, 60)
Bu itibarla kâmil bir mü’min, bütün fikriyâtı gibi hissiyâtını da rızâ-yı ilâhîye göre tanzîm eder. Sevdiğini Allah için sever, nefret ettiğinden de Allah için nefret eder. Bütün hislerinin temelindeki ölçü; “Allah rızâsına uygunluk”tur.
Abdullah ibn-i Abbas -radiyallahu anh- asırlar evvelinden buyurur ki:
“Sevdiğini Allah için sev! Terk ettiğini de Allah için terk et! Bilmiş ol ki, Allâh’ın rızâsı böylelikle kazanılacak. Yoksa insan, oruç tutmuş, namaz kılmış, hacca gitmiş... Bunlardan gereken faydayı göremeyecek. İnsanlar maalesef bugün iyice dünyalık oldular. Muhabbet ve nefretleri sırf dünya menfaatleri içindir...”
TÂVİZ ZAAFI
Dünyevî menfaat düşünceleriyle verilen tâvizler, îmânı zaafa uğratır. Günümüzde, din ve dünya işlerini Kur’ân ve Sünnet ile mîzân etmeden, îmânı tehlikeye sokan nice tâvizler verilmektedir. Fakat daha da kötüsü şu ki; bu karmaşa içinde nice insan, selde sürüklenen kütükler misâli bir şuursuzlukla, sefâletini saâdet zannetmektedir. Devrilen devrildiğinin, eğrilen eğrildiğinin farkında olmadığı için de, düzelip doğrulma yolunda bir gayret göstermeye lüzum duymamaktadır.
Toplumumuzda global kültür istîlâsı sebebiyle yaşanan yozlaşmalar, maalesef İslâm’ın rûhuna zıt bâzı uygulamaları da beraberinde getirmiştir. Öyle ki, hayâtın en mühim safhalarına gayr-i İslâmî mâhiyetler karıştırılarak âdeta şeytan da onlara ortak edilmektedir. Hâlbuki Allah Teâlâ’nın, huzûrundan kovduğu şeytana söylediği şu gazap ifâdeleri, insan için ne mühim bir îkazdır:
“Onlardan gücünün yettiği kimseleri dâvetinle şaşırt; süvârilerinle, yayalarınla onları yaygaraya boğ; mallarına, evlâtlarına ortak ol!..” (el-İsrâ, 64)
Hakîkaten nice müslüman; düğün, sünnet ve cenaze merâsimleri gibi, hayâtın en mühim safhalarında dîni unutabiliyor. Hâlbuki bunlar, dînin asıl hatırlanması ve İslâm kimliğine göre yaşanması gereken mühim anlardır. Zira dîn; belli zamanlara has bir merâsim değil, ömrün her ânını tanzîm eden bir hayat tarzıdır. Dolayısıyla kimi zaman yaşanıp kimi zaman rafa kaldırılamaz. Hayâtın her ânını son derece nezih bir İslâmî tavırla yaşamak gerekirken, aksine onun en mühim safhalarını Allah Teâlâ’yı gazaplandıracak bir muhtevâya büründürmek, tıpkı bir bardak menbâ suyuna bir miktar necâset damlatarak onun tümünü içilmez hâle getirmek gibi çirkin bir iştir.
Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Hak Dostlarının Örnek Ahlakından 1, Erkam Yayınları