Muhabbetullâh'a Kavuşmanın Yolu...
Kul; Rabb'ine olan muhabbet ve bağlılığını, fânî varlıklara duyduğu sevgi ve bağlılıkların üstüne çıkarmadıkça, kâmil bir îmâna ulaşamaz...
Gönülden gelen en ufak bir davranış, dağlar misâli büyük görünen samîmiyetsiz amellerle mukâyese edilemeyecek kadar üstündür. Bunun en mühim tezâhürü de, muhabbetlerin zirvesi olan muhabbetullâh’ta kendini gösterir. Bir kul için en son ve mükemmel seviye, Allâh muhabbetinin feyzine nâil olabilmektir. Bununla berâber her şeyin olduğu gibi muhabbetin de Hâlık’ı, hiç şüphesiz Cenâb-ı Hak’tır. O dilemedikçe kul, bu makâma yükselemez. Öyleyse bu hususta da kula düşen; Hakk’a tazarrû, niyâz ve ilticâ hâlinde bulunmaktır. Nitekim âyet-i kerîmede:
“(Rasûlüm!) De ki: (Eğer kulluk ve) yalvarmanız olmasa, Rabbim size ne diye değer versin?..” (el-Furkân, 77) buyrulmaktadır.
FARZLARA DEVAM, NAFİLE İBADET, HAYIRLI AMEL
Allâh’ı sevmenin alâmeti ve O’nun muhabbetine kavuşmanın yolu, Allâh’ın farz ve mecbûrî kıldığı asgarî kulluk vazîfelerini büyük bir huşû içinde îfâ ettikten sonra, zarûrî olmadığı hâlde, sırf gönülden gelen aşk ve muhabbet sebebiyle nâfile ibâdetleri ve hayırlı amelleri de kemâl-i edeb, tâzîm ve şevk ile çoğaltmaya çalışmaktır. Bu hâl üzere devâm ederek muhabbetullâh’a ulaşmak, insanoğlunun yaratılış gâyesini gerçekleştirmesi demektir. Zîrâ İslâm’da insana sunulan ilâhî tekliflerin zirvesi ve nihâî hedefi, “vâsıl-ı ilallâh” olmaktır. Bunun da en mühim sermâyesi muhabbettir. Diğer ameller, bu muhabbetin bir tezâhürüdür.
Mü’minin gönlünde Allâh muhabbeti çoğaldıkça, Allâh için yapılan amellerin ziyâdeleşmesi de tabiîdir. Bu sebeple, muhabbetullâh’ta merhale almaya başlayan kimseler, farz ibâdetlerle iktifâ etmeyerek birtakım ilâve ibâdetleri de farz şevk ve heyecânıyla îfâ ederler. Bunun netîcesinde de çölde suya hasret kalan bir insanın suya olan iştiyâkının ziyâdeleşmesi gibi iştihâlarının sonsuzlaşması ile karşılaşırlar. Bu hâle gelenlere, Allâh’a rücû etmekten başka hiçbir şey tesellî sunamaz. O zaman:
“Ey huzûra kavuşmuş nefis! Sen O’ndan hoşnut, O da senden hoşnut olarak Rabbine dön!” (el-Fecr, 27-28) âyet-i kerîmelerinin tecellîsinden başka bir tatmin vâkî olamaz.
TEVAZU İLE TEHECCÜDLERE DEVAM
İlâhî muhabbette bu kıvâma eren mü’minler, şüphesiz ki bu müstesnâ hâle varabilmek için, fânîlerin iltifatlarından uzak, tenhâ mekânlarda ve gece karanlıklarında Allâh’a yakararak, hayâtı ve nefesleri bir ömür tesbîhi hâline getirebilme gayreti içinde olurlar. Dâimî bir kulluk şuuru ile ihsân iklîminde ilâhî muhabbet şerbetiyle sermest olmaya çalışırlar. Böylece, yeri geldiğinde maldan, mevkîden, dünyâdan, hattâ candan vazgeçerler. Hepsinden mühimi de, Allâh’ın muhabbetine ve O’nun rızâsına nâil olabilmek için kalben dâimî bir niyaz hâlinde yaşarlar.
Allâh Teâlâ, kendisini sevmenin kıstaslarını beyân ederek şöyle buyurmaktadır:
“Ey îman edenler! Sizden kim dininden dönerse, bilsin ki Allâh yakında öyle bir toplum getirir ki, Allâh onları sever, onlar da Allâh’ı severler; mü’minlere karşı yumuşak, kâfirlere karşı da onurlu ve şiddetlidirler; Allâh yolunda çalışır, gayret gösterirler, hiçbir kınayıcının kınamasından da korkmazlar. Bu, Allâh’ın bir lutfudur, onu dilediğine verir. Allâh, geniş ihsân sâhibidir, her şeyi çok iyi bilendir.” (el-Mâide, 54)
KÂFİRE KARŞI İZZETLİ, CESUR VE KENDİNDEN EMİN
Yâni, muhabbetullâh nîmetine nâil olabilmek için evvelâ Allâh’ın kulunu sevmesi îcâb etmektedir. Bunun için de ibâdet ve hizmetlerle Cenâb-ı Hakk’a lâyık olmaya çalışmak ve Yüce Rabbimizin elimizden tutması için dâimâ niyâz halinde bulunmak lâzımdır. Daha sonra Allâh’ı seven kimse, mü’minlere karşı tevâzû sâhibi, kâfirlerle karşılaştığı zaman da izzetli, cesûr ve kendinden emîn olmalıdır. Her şeyini fedâ ederek Allâh yolunda gayret etmeli, çalışmalı ve bu esnâda hiçbir şeyden çekinmemeli, insanların kınaması ve ayıplamasına aldırmamalı, hak bildiği yoldan doğruca gitmelidir. Yâni Allâh Teâlâ’yı râzı edebilmek için can dâhil her şeyini fedâ edebilmelidir.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Gönül İkliminden Saadet Damlaları, Erkam Yayınları.
ALLAH'A DOST OLABİLMEK İÇİN