Muhammed Bâki Billâh Kimdir?
Muhammed Bâkì Billâh -rahmetullahi aleyh- hicrî 971 senesinde Kâbil’de dünyaya geldi.[1] Küçük yaşta, hocası Mevlânâ Sâdık Halvâî’den ders okumaya başladı. Sonra hocasıyla birlikte Semerkand’a gidip tahsiline oradaki medreselerde devam etti.
İNTİSÂBI
Bâkì Billâh -rahmetullahi aleyh- birçok sûfînin sohbetinden istifâde etti. Kendisini tamamen tasavvufa ve tasavvufî eserleri okumaya verdi. Pek çok tarîkatten icâzet aldı. Rüyasında Bahâüddîn Nakşibend Hazretleri’ne intisâb ettiğini gördü. Bu rüya onun Nakşibendîliğe olan alâkasını daha da artırdı.[2] Bir müddet sonra da yine rüyasında Ubeydullah Ahrâr Hazretleri’ni gördü. Onun tavsiyesi üzerine Hâcegî Muhammed İmkenegî Hazretleri’ne intisâb etti.[3]
HİNDİSTAN'A SEYAHATİ
Hâcegî -rahmetullahi aleyh- onunla üç gün halvet hâlinde sohbet etti. Bu halvetin sonunda onun mânen kemâle ermiş olduğunu gördü. Kendisine icâzet verdi ve Hindistan’a giderek insanları irşâd etmesini tavsiye etti. Muhammed Bâkì Billâh -rahmetullahi aleyh- kendisini bu yüce vazifeye lâyık görmediği için kabûl etmek istemedi. Bunun üzerine şeyhinin tavsiyesi ile istihâre yaptı. Rüyasında, dala konmuş bir papağan gördü ve; “Bu papağan oradan inip elime konarsa bu Hindistan seferi çok hayırlara vesîle olacak!” diye düşündü. Böyle düşünürken papağanın uçup eline konduğunu gördü. Ağzının suyunu papağanın gagasına akıttı, papağan konuşmaya başladı ve Bâkì Billâh Hazretleri’nin ağzına şeker döktü. Sabah uyandığında rüyasını üstâdına anlattı. Hâcegî -rahmetullahi aleyh- :
“–Papağan Hindistan kuşlarındandır, hemen Hindistan’a gidiniz! Orada, sizin varlığınızın bereketiyle, hakîkatleri beyân eden bir azîz zuhûr edecek, bize de onun sâyesinde bir bereket ulaşacak!” buyurdu.[4]
Şeyhinin tavsiyesi ile Hindistan’a doğru yola çıkan Muhammed Bâkì Billâh -rahmetullahi aleyh- bir sene Lahor’da kaldı, sonra Delhi’nin Fîrûzâbâd mahallesine gidip tekke kurdu ve irşâda devam etti.[5]
İmâm-ı Rabbânî Hazretleri o günlerde Delhi’ye gelmişti. Dostu Mevlânâ Hasan Keşmîrî’nin tavsiyesi ile Bâkì Billâh Hazretleri’ni ziyarete gitti. Bâkì Billâh -rahmetullahi aleyh- ondaki yüksek istîdâdı hemen fark etti ve hiç kimseye mürîdi olmasını teklif etmek âdeti olmadığı hâlde, kendisine intisâb edip bir müddet tekkesinde ve sohbetinde kalmasını ricâ etti.
İmâm-ı Rabbânî -rahmetullahi aleyh- bu teklifi kabûl ederek Nakşibendiyye’ye intisâb etti. Bir müddet sonra İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’ne irşâd icâzeti veren Bâkì Billâh -rahmetullahi aleyh- , talebelerini de ona havâle etmeye başladı. Her birini tek tek çağırıp vedâlaştı ve onları İmâm-ı Rabbânî Hazretleri’ne gönderdi.[6]
40 YAŞINDA VEFÂT ETTİ
Muhammed Bâkì Billâh -rahmetullahi aleyh- 40 yaşına geldiğinde hastalandı. Son anlarında bakışları ile herkese vedâ ederken, talebeleri ve dostları ağlamaya başladılar. Muhammed Bâkì Billâh -rahmetullahi aleyh- ise tebessüm buyurup onlara hayretle bakıyor ve sanki:
“Siz nasıl dervişsiniz, kazâya rızâ göstermeyip ağlıyorsunuz.” demek istiyordu.
Bu esnâda talebelerinden biri yanık bir gönülle:
“–Yâ İlâhe’l-Âlemîn!” dedi. Hazret, mübârek yüzünü hemen o tarafa çevirdi. Orada bulunanlardan biri:
“–Üstâdımızın bu hareket ve teveccühü, Hakîkî Mahbûb’un ism-i şerîfini duyma şevkindendir.” deyince, bu sözün tesiriyle mübârek gözleri doldu. İkindi vakti yaklaşmıştı. Sesli olarak “Allah, Allah...” demeye başladı ve azîz rûhunu teslîm etti.[7]
Tarih 25 Cemâziyelâhir 1012 (30 Kasım 1603) idi. Delhi’de Kademgâh denen mevkiye defnedildi.[8] Kademgâh, Rasûlullah -sallâllahu aleyhi ve sellem- Efendimiz’in mübârek ayak izinin bulunduğu bir mevki idi ve Muhammed Bâkì Billâh -rahmetullahi aleyh- oraya defnedilmeyi çok arzu ediyordu. Burası bugün Nebî Kerîm Mahallesi olarak bilinir.[9]
Bâkì Billâh Hazretleri’nin manzum ve mensur eserlerinin çoğu ve müridlerine yazdığı bâzı mektuplar, Külliyât-ı Bâkì Billâh ismiyle neşredilmiştir.
Dipnotlar: 1) Bedreddîn Sirhindî, Hazarâtü’l-Kuds, I, vr. 206b; Muhammed İkrâm, Rûd-i Kevser, Lahor 1996, s. 191-192. 2) Kişmî, Zübdetü’l-Makàmât, s. 10; Bedreddîn Sirhindî, a.g.e, I, vr. 210a. Bu rüyadaki intisâbı sebebiyle Üveysî nisbesiyle anılmıştır. 3) Bedreddîn Sirhindî, a.g.e, I, vr. 208b-209a. 4) Kişmî, a.g.e, s. 140-141; Bedreddîn Sirhindî, a.g.e, II, 43-44; Muhammed Murâd, Nefâisü’s- Sânihât, s. 12. 5) Kişmî, a.g.e, s. 14. 6) Kişmî, Berekât, s. 378. 7) Kişmî, Berekât, s. 43. 8) Rüşdî, Melfûzât, s. 65; Dehlevî, a.g.e, s. 162-3; Kişmî, Zübdetü’l-Makàmât, s. 31-33. 9) Muhammed Murâd, a.g.e, s. 18; Kevserî, İrgâmu’l-Merîd, s. 69; Necdet Tosun, Bahâeddîn Nakşbend, s. 202; Cebecioğlu, “Muhammed Bâkì Billâh-i Kabulî”, Allah Dostları, Şule Yay., İstanbul 1995, VIII, 191.
Kaynak: Osman Nûri Topbaş, Altın Silsile, Erkam Yayınları
YORUMLAR