Muhammed Bin Ebi’l Verd (r.a) Kimdir?

Muhammed bin Ebi’l-Verd, Irak şeyhlerinin ünlülerinden ve sûfîlerin reislerindendir. Künyesi Ebu’l-Hasen. Cüneyd Bağdadî ile çağdaş ve arkadaş.

Seriy es-Sakati, Haris Muhasibi, Bişr el-Hafi ve Ebu’l-Feth el-Hammal’ın sohbetlerinde bulundu. Bişr’in talebesi olduğu için vera konusundaki görüşleri ona benzer. Kendisi gibi sûfî-meşreb Ahmed adında bir kardeşi olduğu rivayet edilir. Hılyetü’l-evliya müellifi, Ahmed’in ayrı bir şahıs olmadığını, aksine bir rivayete göre, Muhammed’in adının Ahmed olduğunu belirtir. İbn Ebi’l-Verd’in vefatı 263/876 yılıdır.

Onun anlayışına göre, dervişin de dünya düşkünü olanları ayıplamaması edebdendi. Böylelerine şefkat gözüyle bakmayı ve dua etmeyi tavsiye etmesi de bu sebeptendi.

İnsanları daima önemli işlerle meşgul görmek isterdi. İnsanların helaki iki şeyden olur, derdi:

  1. Nafilelere dalıp farzları kaçırmak,
  2. Sadece organlarla, gafil bir kalple ibadet etmek.

Vera ehlinden olduğu için hareketlerinde çok ölçülü ve temkinli olmaya çalışırdı, adaba riayet gösterirdi. Bu konudaki kusurları sebebiyle zaman zaman azarlandığını anlatırdı: “Bir akşam, namazdan sonra şöyle ayaklarımı uzatıp da oturayım, dedim. Hemen hatiften bir ses beni uyardı: “Sultanların huzurunda böyle mi oturursun?” Yani sen daima sultanlar sultanının huzurundasın, öyleyse gafletle adab sınırını çiğnemeye kalkışma!

İbadet ile gafleti bileşik kaplar gibi görürdü. Gafleti artanın ibadet sevgisini yükseltmesi lazım geldiğini söylerdi. Çünkü Hakk’ı unutmak anlamına gelen gaflet halini izale için ibadeti artırmak gerekliydi. O’na göre gaflet iki türlüydü: Biri azab-ı ilahiden gaflet, diğeri rahmet-i ilahiyyeden gaflet. Rahmetten gaflet, ibadetsiz azamet-i ilahiyye perdesine yapışmaktı. Çünkü ibadetsiz rahmet perdesi açılmazdı. Azabdan ve cezadan gaflet ise taatten uzak olmak, isyana dalmaktı.

Sordular:

– Velî kimdir? Şu karşılığı verdi:

– Allah dostuyla dost, Allah düşmanıyla düşman olandır.

Nefsinde dünya sevgisine yer vermeyenin yerdekiler tarafından sevildiğini, kalbinde dünya sevgisi bulundurmayanın ise gök ehlinin sevgilisi olduğunu söylerdi.

Onun anlayışına göre, dervişin de dünya düşkünü olanları ayıplamaması edebdendi. Böylelerine şefkat gözüyle bakmayı ve dua etmeyi tavsiye etmesi de bu sebeptendi.

İnsanları daima önemli işlerle meşgul görmek isterdi. İnsanların helaki iki şeyden olur, derdi:

  1. Nafilelere dalıp farzları kaçırmak,
  2. Sadece organlarla, gafil bir kalple ibadet etmek.

Kur’ân’daki “Kötü ameli kendine hoş gösterilen ve onu beğenen kimse” hakkındaki âyetin (Fatır, 40/8) tefsirinden sordular. Şöyle cevap verdi:

– Böyleleri yaptığı kötülüklerde bile iyilik görmeye çalışan, gözleri perdeli gafillerdir.

Akıllı kimselerin dünyaya aldanmayacağı görüşünden hareketle iki şeyi akıllılık sayardı:

  1. Dünyayı, dünyaya meyledene bırakmak,
  2. Dünyadan da, dünyalık kimselerden de uzaklaşmak.

“Gayeye vusülsüzlük usulsüzlüklüktendir” derdi. Yani insanların maksadlarına eremeyişlerini usul ve metod bilmeyişlerine bağlardı.

Kendisi sûfîleri şu beş usulün vuslata götürdüğünü söylerdi:

  1. Hakk’ın kapısına sıkıca sarılmak,
  2. İhtilafı, kavgayı bırakmak,
  3. Hizmete yapışmak,
  4. Musibetlere sabırla göğüs germek,
  5. Kerametler peşine düşmekten kaçınmak.

İnsanlar arasındaki gerçek şükür ehlinin, şükür ehlinden oldukları zehabına kapılmayanlar olduğunu söylerdi.

Derdi ki: Allah Teâlâ, velî kullarına, kendisiyle ün-siyetlerinin artması ve müşahede parıltısının dehşetinin kalkması için makam ve heybet vermiştir. Allah dostlarındaki bu heybet, Allah düşmanlarının gözlerine görünür de onlar, yaptıkları kusurlar sebebiyle onlardan çekinirler. Böylece de Allah dostlarının halk üzerindeki etkinliği artar.

Üç şey artınca Allah dostlarının da üç özelliklerinin arttığını söylerdi:

  1. Huyları güzelleştikçe tevazuları artardı.
  2. Malları çoğaldıkça cömertlikleri ziyadeleşirdi.
  3. Ömürleri uzadıkça Allah yolundaki gayretleri artardı.

- rahmetullahi aleyh -

Kaynaklar Sülemî, Tabakatu’s-sufiyye, s. 249-253; Hılyetü’l-evliya, X, 315-317; Nefehatü’l-üns, (trc. Lamii Çelebi), S. 178-179; Şarani, I, 84; el-Kevakibu’d-dürriyye, I, 261.

Kaynak:  Prof. Dr. H. Kâmil YILMAZ, Gönül Erleri, Erkam Yayınları

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.