Ahir Zamanda Peygamberimizi Sevmenin Alameti

İstikamet ehli mutasavvıfların başlıca husûsiyetleri, Sünnet-i Seniyye’ye sarılmaları ve onu emânet bilerek muhafaza etmeleridir. Peki Muhammedî sevdanın en büyük alâmeti nedir?

Hadîs-i şerifte buyurulur:

Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz;

“Size iki emânet bırakıyorum. Onlara sımsıkı sarıldıkça yolunuzu hiç şaşırmazsınız. Bu emânetler, Allâh’ın kitâbı Kur’ân-ı Kerim ve O’nun Peygamberi’nin sünnetidir.” (Hâkim, I, 171/318; Muvatta, Kader, 3)

Hak dostlarının en çok üzerinde durdukları hususlardan biri; bir gölgenin, sahibinin ayrılmaz bir parçası olarak onu takip etmesi gibi, Sünnet-i Seniyye’ye harfiyen ittibâdır.

Nitekim bu hususta İmâm-ı Rabbânî -kuddise sirruhû- şöyle buyurmuştur:

“(Allâh’ın râzı olacağı güzel bir kulluğa) muvaffak olmamızda gayretlerimizin payı ne ki! Ne varsa hepsi Allâh’ın lutfudur. Ama buna mutlaka bir sebep gösterilmesi gerekirse derim ki, bütün lütufların sebebi; gelmiş ve gelecek bütün insanlığın efendisi olan Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz’e bağlanıp O’nun mübârek izinden gitmektir…

İnsana bir şeyin azı veya tamamı nasîb olmamışsa bunun tek sebebi, Rasûlullah -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’e tam olarak uyma husûsunda bir kusurunun olmasıdır.

Bir defasında gaflete düşerek abdesthâneye sağ ayağımla girdim. (Sünnete uymayan bu davranışım sebebiyle) o gün birçok mânevî hâlden mahrum kaldım.”

MUHAMMEDÎ SEVDANIN EN BÜYÜK ALÂMETİ

Muhammedî sevdanın en büyük alâmeti, O’nun Sünnet-i Seniyye’sine tam ittibâdır. Büyük hadis âlimi İmam Nevevî; Allah Rasûlü’nün karpuzu nasıl yediğini tespit edemediği için, karpuz yemek ona tatlı gelmemiş, rivâyete göre hiç karpuz yiyememiştir.

Ahmed Yesevî Hazretleri, 63 yaşını geçince;

“Allah Rasûlü -sallâllâhu aleyhi ve sellem-’in Hakk’a irtihâl ettiği yaşa geldim. Artık yeryüzünde dolaşamam!” demiş, yerin altındaki çilehânesinde ikāmet ederek irşâda devam etmiştir.

Bunlar gönlü saran muhabbetin yanık ve ferdî tezâhürleridir. Başkalarının bunları rastgele taklidi doğru olmaz. Yani o hissiyat içinde olmayanların bu muhabbeti duymadan taklide kalkışması sadece şeklî bir çerçevede kalır ki, doğru değildir.

Sultan Birinci Ahmed Han da Habîbullah Efendimiz’in yanık sevdalılarındandı.

O, Peygamber Efendimiz’in mübârek ayak izlerini bir maket hâlinde sarığında taşımış ve bunu yapma gayesini şöyle dile getirmiştir:

N’ola tâcım gibi bâşımda götürsem dâim,

Kadem-i pâkini ol Hazret-i Şâh-ı Rusül’ün.

Gül-i gülzâr-ı nübüvvet o kadem sâhibidir,

Ahmedâ, durma, yüzün sür kademine o Gül’ün!..

Bu muhabbet dolu davranış;

“Allah Rasûlü’nün her emri, her arzusu ve her sünneti, başımın üstündedir.” mânâsına gelmektedir.

Yine o Peygamber âşığı Sultan;

“Rasûlullâh’ın mescidindeki kandillerde zeytinyağının yanması muvâfık değildir. (Temsilen güllerin şâhı olan Efendimiz’in Ravza’sına gül yağı yakışır!)” diyerek Ravza-i Mutahhara’nın kandillerinde yakılmak üzere gül yağı vakfetmiştir.

Sünnet-i Seniyye’ye ittibâın zarûret ve ehemmiyetini bildiren hakikatlerden biri de; Rabbimiz’in Kur’ânî tâlimatlarında, Rasûlullah Efendimiz’e yüksek bir hürmet ve edebin talep edilmesidir.

“Ey îmân edenler! Seslerinizi Peygamber’in sesinin üstüne yükseltmeyin. Birbirinize bağırdığınız gibi, Peygamber’le yüksek sesle konuşmayın; yoksa siz farkına varmadan amelleriniz boşa gidiverir.” (el-Hucurât, 2)

Hazret-i Ebûbekir ve Hazret-i Ömer -radıyallâhu anhümâ- bu âyetlerin nâzil olmasından sonra Efendimiz’in huzûrunda neredeyse fısıltıyla konuşmaya başladılar.

Hucurât Sûresi’ndeki müteâkip âyetler, Efendimiz’e gösterilmesi gereken edebin bir takvâ imtihanı olduğunu bildirmektedir:

“Seslerini Peygamber’in yanında kısan kimseler, Allâh’ın gönüllerini takvâ ile imtihan ettiği (ve bu imtihandan muvaffakıyetle çıkan) kimselerdir. Onlara mağfiret ve büyük ecir vardır.

(Rasûlüm!) Sana; odaların ötesinden seslenenlerin çoğu, akletmeyen kimselerdir.” (el-Hucurât, 3-4)

Dikkat edilirse; Efendimiz’e edep ve hürmeti idrâk edememek, «akılsızlık» olarak vasfedilmiştir.

Fahr-i Kâinât Efendimiz’e hürmet ve edep emri; O’nun hayatında olduğu gibi, kıyâmete kadar da Ravza’sında dâimîdir. Mânen de O’nun sünneti karşısında edep ve hürmet gereklidir.

Nitekim;

Mescid-i Nebevî’de Peygamber Efendimiz’in hadislerini talebelerine rivâyet eden ve fıkhî mezhebini tâlim eden İmâm-ı Mâlik Hazretleri, bu hürmetin en güzel misallerindendir.

Kaynak: Osman Nuri Topbaş, Yüzakı Dergisi, Yıl: 2019 Ay: Kasım, Sayı: 177

İslam ve İhsan

SAHABENİN PEYGAMBER SEVGİSİNE ÖRNEKLER

Sahabenin Peygamber Sevgisine Örnekler

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.