Mukaddes Ne Demek?
Mukaddes: Takdîs olunmuş, mübarek, kutlu, kudsî, aziz. Mukaddesât: Mukaddes şeyler, mukaddesler; kudsî, mübârek kavramlar anlamlarına gelmektedir.
MUKADDES KELİMESİNE ÖRNEK CÜMLELER
Dr. A. Brayer:
‘‘Osmanlılar’da öyle yüksek bir ruh vardır ki, bu sâyede onlar, her Hak misâfirine mukaddes bir nîmet nazarıyla bakarlar.
Ev sahibi, misâfirine evinin en güzel dâiresini tahsis ederek her hizmetini canla başla yapar. Hattâ misâfiri hastalandığı zaman hekime parasını dahî verir. Zira misâfire masraf yaptırmayı ayıp saymaktadırlar. Misâfir, evden ayrılırken de orada kalmak sûretiyle gösterdiği lûtufkârlığın bir minnet ve şükran hâtırası olarak ev sahibinden kendisine birkaç hediye de takdîm edilir.’’ der.
*****
Osmanlı pâdişahları, devlet adamları ve diğer hayırsever zenginlerin o mübârek ve mukaddes beldelere tahsis ettikleri vakıflar sâyesinde oralarda yürütülen hizmetler, bütün ehl-i İslâm’ın takdir ve şükrânını kazanmıştır.
*****
Osman Gâzi’nin, misâfir olduğu Şeyh Edebali hânesinde Kur’ân-ı Kerîm bulunan odada ayaklarını uzatıp yatmayarak uykusuz sabahlaması, Yavuz’un mukaddes emânetlerin başında asırlarca kesintisiz bir şekilde devam edecek bir sûrette Kur’ân-ı Kerîm tilâveti an’anesini başlatması, bu hürmetin başlıca numûnelerindendir. Bu bakımdan Osmanlı, müstesnâ bir ilâhî lûtfa ve te’yîde mazhar olmuştur. Osmanlı’yı yücelten bu husus, hadîs-i şerîfte şöyle beyân edilmektedir:
‘‘Şüphesiz ki Allah Teâlâ, bu kitâb (Kur’ân-ı Kerîm) sebebiyle (yani ona îman ve bağlılık bereketiyle) bâzı milletleri yüceltir, (bu istikâmetten uzak olan) diğer milletleri de alçaltır.’’ (Müslim, Müsâfirîn, 269)
Yavuz Sultan Selîm Hân’ın, mukaddes emânetleri büyük bir titizlikle İstanbul’a getirip muhâfazasını üstlenmesi, Osmanlı için mânevî bir bereket olmuştur. İstanbul, bu şeref ve bereketi hâlâ muhâfaza etmektedir.
*****
Benî İsrâîl’de Mûsâ -aleyhisselâm- zamanından beri muhâfaza edilen ve içinde bir kısım mukaddes emânetlerin bulunduğu kıymetli bir sandık vardı. Sandığı ele geçiren Câlût, hakaret olsun diye onu pisliğe attı. Bu sandığa Kur’ân-ı Kerîm’de “Tâbût” denilmektedir.
*****
Rasûlullah (s.a.v), sükûtu ve tefekkürü çok severdi. Nübüvvetine yakın zamanlarda halvet ve uzlete çekilmeyi daha çok arzu eder olmuştu. Mekke-i Mükerreme’ye yaklaşık 5 km mesâfedeki Hirâ Mağarası’na giderek orada günlerce kalırdı. O’nun bu uzletlerindeki ibadeti; tefekkür etmek, atası İbrahim u gibi göklerin ve yerin melekûtundan ibret almak ve Kâbe’yi seyretmekti. Cenâb-ı Hak bu şekilde Efendimiz’i mukaddes vazifeye hazırlıyordu.
YORUMLAR