Mukallid Ne Demek?
Mukallid ne demek? Ehl-i Sünnet’e göre mukallidin imanı sahih midir? Mukallidin imanı kısaca...
Delilleri bilmeden, araştırmadan, ana-babasından, hocasından veya başka birinden duyarak inanana “mukallid” denir. Mukallidin târifi her ne kadar böyle yapılıyor ise de îmânının sahih olup olmaması tartışılan mukallid; insanlardan uzak olarak yaşayan, âlem ve yaratıcısı hakkında düşünmeyen; Allah’ın varlığı ve îmân esasları kendisine haber verilince bunları kabul ve tasdik eden kimsedir. Yoksa Müslüman beldelerde doğup büyüyen ve yaratıkları görünce Allah’ı anan ve tesbih eden kişi, taklid sınırından çıkmıştır.[1]
EHL-İ SÜNNETE GÖRE MUKALLİDİN İMANI
Ehl-i Sünnet’e göre ise mukallidin îmânı sahîhtir. Zira îmânda mühim olan, inanılacak hususlara inanmaktır. Delille inanmak tavsiye edilmekle birlikte delilsiz inanan, gerçek mü’min kabul edilir. Hidâyet yoluna taklitle giren, delille giren gibi, cenneti hak eder. Delilini araştırmadan inanan halkın îmânının sahih olduğu icmâ ile sâbittir. Mukallid de İslâmın bütün rükünlerine inandığı için îmânı geçerlidir.[2]
Allah’a ve inanç esaslarına delilsiz inanan kimse, inancında şüpheye düşmedikçe mü’mindir. Ebû Hanîfe (ö.150/767), Şâfiî (ö.204/820), Mâlik (ö.179/795), Ahmed b. Hanbel (ö.241/855), Evzâî (ö.157/774), Sevrî’ye (ö.161/778) vb. göre mukallidin îmânı sahihtir. Ebu’l-Hasan el-Eş’arî (ö.324/936)’ye göre de mukallid, mü’mindir. Ancak âlemin hâdis (sonradan) oluşunu ve dolayısıyla Yaratıcı’nın varlığını aklıyla bulması gerektiğinden bu husustaki ihmali sebebiyle günaha girmiş olur. Esasen bu görüş sadece Eş’arî’nin değil Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğunun görüşüdür. Yani Ehl-i Sünnet âlimlerinin çoğunluğuna göre bir insan Allah’a ve diğer îmân esaslarına inanmaya götürecek delilleri öğrenme imkânı olduğu hâlde öğrenmekten geri kalırsa günaha girer. Günahının bağışlanması için tevbe-istiğfar etmesi gerekir.[3]
Îmânda mühim olan, tasdiktir. Kendisine îmân esasları bildirilen kişi bunları kabul ve tasdik ederse, mü’mindir ve Allah’ın mü’minlere vâdettiklerini hak eder.
Ebu’l-Hasan el-Eş’arî (v. 324/936) ve Fahreddin er-Râzî (v. 606/1210), Seyfeddin el-Âmidî (v. 631/1233) gibi bazı takipçileri, her mü’minin âlemin hâdis oluşunu, Yaratıcının varlığını ve Allah için vâcib ve mümtenî olan şeyleri bilmesinin vâcib (farz) olduğunu, taklidin câiz olmadığını söylemiş iseler de bunlara göre mukallid kâfir değil, günahkâr kabul edildiğine göre, bunların görüşleriyle Mâtürîdîlerin görüşleri arasında büyük bir fark olmadığı görülür.[4] Eş’arîler; “İtikâdî meseleleri delilleriyle bilmek her mükellefe farzdır.” derken bunun icmâlen (topluca) olmasını kasdetmişlerdir. Yoksa inkârcıları susturacak ve irşad olmak isteyenleri irşad edecek derecede itikâdî meselelerin ayrıntılarıyla bilinmesi farz-ı ayn değil, farz-ı kifâyedir. [5]
Mârifet (bilgi), îmân değildir. Kur’ân-ı Kerim bize Ehl-i Kitâbın (Yahûdî ve Hıristiyanların) Hz. Muhammed’in (s.a.v.) hak peygamber olduğunu kesin bildiklerini, fakat hasedlerinden onun peygamberliğini kabul ve tasdik etmediklerini, dolayısıyla mü’min olmadıklarını bildiriyor[6] ki bu, mârifetin îmân olmadığına delildir.
[1] Sâbûnî, Bidâye, 90.
[2] Pezdevî, Usûlu’d-Dîn, 152-153; Nesefî, Tabsıratu’l-Edille, I, 42.
[3] Bağdâdî, Usûlu’d-Dîn, 254-255; Nesefî, a.g.e., I, 42.
[4] Bağdâdî, g.e., s. 255.
[5] Ali el-Kârî, Şerhu’l-Fıkhi’l-Ekber, 264.
[6] Bk. Bakara, 2/146; En’âm, 6/20.
Kaynak: Prof. Dr. Mehmet Bulut, Delilleriyle İslam Akaidi, Erkam Yayınları