Mülk Suresi 30. Ayet Tefsiri
Abdullah Sert Hocaefendi, “De ki: Suyunuz çekiliverse, söyleyin bakalım, size kim bir akarsu getirebilir?” (Mülk sûresi, 30) ayetinin tefsirini okuyor.
MÜLK SURESİ 30. AYET TEFSİRİ (RUHUL BEYAN)
- De ki: Suyunuz çekiliverse, söyleyin bakalım, size kim bir akarsu getirebilir?
Ey yaratıkların en kerîm olanı “De ki:” haber verin bana, söyleyin bakalım “suyunuz çekiliverse, size kim bir akarsu getirebilir?” Mekkelilerin suları o zaman iki kuyudan sağlanıyordu. Bunlar Zemzem ile Meymûn el-Hadramî kuyusu idi.
Âyette yer alan “ğavran” kelimesi, “asbaha” fiilinin haberi olmaktadır.
Bu kelime masdar olup burada ism-i fâil anlamına kullanılmıştır. Buna göre âyetin mânâsı; “De ki söyleyin bakalım, suyunuz tam olarak yere çekilse ve toprağın derinliklerine inse size kim bir akarsu getirebilir” şeklindedir.
Bâzı âlimlere göre âyetin mânâsı şöyledir; de ki söyleyin bakalım suyunuz ellerinizdeki kovalar ulaşamayacak biçimde seviye itibariyle aşağıya inse herhangi bir yolla ulaşmanız mümkün olmasa size kim bir akarsu getirebilir. Nitekim âyette masdarın ism-i fâil olarak getirilmesi bu son anlamı çağrıştırmaktadır.
Arapçada “ğara’l-mâü” ifâdesi “su çekildi” demektir. Müfredat isimli eserde açıklandığına göre “ğavr” çökmüş yeryüzü ve toprak parçası anlamındadır. İşte burada denmiş oluyor ki: De ki söyleyin bakalım, suyunuz çekiliverse bu takdirde, bu zaafınıza karşılık size kim bir akarsu getirebilir. Âyette yer alan “maîn” kelimesi “cârin” yâni “akan” anlamındadır. Arapçada “ane’l-mau” ve “meane” kelimelerinin ikiside “cerâ”/“aktı” mânâsınadır. Ya da “göz önüne çıktı, alınması kolay oldu” demektir.
Bir başka ifâdeyle insan elinin kolayca ulaşabileceği bir durumda demektir. Kelime bu durumda, bey’ kelimesinden mebî’ kelimesinin türetildiği gibi göz anlamına gelen ayn’dan türemiş ve maîn olarak şekil almıştır. Buradaki âyetlerde “de ki” emrinin durmadan tekrar edilmesi, söylenecek olan sözü pekiştirme ve kendisine hitâb edilen kimsenin dikkatinin çekilmesi içindir. Allah’ın bunca nimetleri dururken neden nimet olarak suyu özellikle zikrettiği şeklinde gelebilecek olan bir soruya şu şekilde cevap vermek mümkündür: Su, mevcûd nimetlerin içerisinde -bulunduğunda- en değersizi, ama kaybedildiğinde en değerlisidir. Nitekim el-Es’iletü’lmukhame isimli eserde bu şekilde açıklanmaktadır.
Bâzı eserlerde; bu son âyetin okunmasından sonra “Âlemlerin Rabbi olan Allah” denilmesi gerektiği söylenmiştir. Zâhidî tefsirinde zikredilmiştir ki; bir hoca talebesine “artık size kim bir akarsu getirebilir?” âyetini öğretirken bu âyeti bir zındık işitti ve ona şöyle cevap verdi: “Mi‘vel ve muîn (kazma ve kürek) ile...” Bu zındık geceleyin kör oldu. Hâtiften şöyle bir ses geldi: “Şimdi senin göz pınarlarının suyu batıp kayboldu. Söyle de yâni kazma ve kürekle onu geri getirsinler.”
Allah’a ve O’nun nimetlerine karşı nankörce davranmaktan, Kur’an’a ve Kur’an âyetlerine hürmeti terketmekten O’na sığınırız. Çünkü eğer biz Allah’a ve nimetlerine nankörlük edip Kur’an ve âyetlerine hürmetsizlik edersek iki gözümüzdeki suyun çekilmesi ile cezâlandırılırız. Çünkü cezâ, yapılan günahın cinsinden takdir olunur.
Mesnevî’de şöyle gelmiştir:
Zelîl bir felsefeci, aşağılık bir mantıkçı,
O sırada mektebin yanından geçiyordu.
Bu âyeti duyduğunda hiç hoşuna gitmedi,
“Suyu kazmayla biz getiririz” dedi.
“Kazma ve belin darbesiyle,
Suyu yerin altından biz çıkarırız.”
Gece uyudu ve uykusunda aslan bir adam gördü,
O adam buna bir tokat vurdu ve iki gözünü kör etti.
Dedi ki: “haydi ey şakî eğer doğruysan,
Kazmayla nur çıkar göz pınarlarından.”
Felsefeci sabah kalktığında iki gözünü kör olmuş gördü,
Her iki gözünün feyiz nûru sönüp gitmişti.
Bir hadis-i şerifte şu ifâdeler yer alır: Allah’ın kitabından otuz âyetlik bir sûre vardır. Bu sûre bir kişiye şefâat etmiş ve kıyâmet günü o insanı cehennemden çıkarıp cennete sokmuştur. Bu sûre “tebâreke” sûresidir.” (Ebû Davud, Ramazan 10; Tirmizi, Sevabu’l-Kuran 9; İbn Mace, Edeb 52.)
et-Teysir isimli eserde şu ifâdeleri görüyoruz; Tebâreke sûresi otuz âyet, üç yüz otuz üç kelime, bin üç yüz yirmi bir harften ibârettir.
Bir başka hadis-i şerifte şöyle ifâde buyrulmaktadır: “Ben her müminin kalbinde Mülk Sûresinin bulunmasını isterdim.” (Müstedrek I, 565; İbn Hacer, Metalib, III, 391; Münziri; Terğib, III, 37.)
Peygamber Efendimiz (s.a.) her gece uyumak üzere yatağına girdiğin[1]de Tebâreke sûresi ile Secde sûresini okumadan uykuya geçmezdi. (Tirmizi, Sevabu’l-Kuran 9; Darimi, Fezailu’l-Kuran 19.)
Hazret-i Ali (r.a.) şöyle buyurmuştur: “Kim Tebâreke sûresini okursa kıyâmet günü meleklerin kanatları üzerinde gelecektir ve yüzü Yusuf (a.s.)’ın yüzü gibi güzel olacaktır.”
İbn Abbas (r.anhümâ)’dan şöyle rivâyet olunuyor: Sahâbeden birisi kıl çadırını bir kabrin üzerine kurar, ancak buranın bir mezar olduğunu bilmemektedir. Bir de ne duysun, kabrin içindeki kişi Mülk sûresini okumaktadır.
Çadırı kuran sahâbe Peygamber Efendimiz’e gelir. Ona: “Ey Allah’ın elçisi ben bilmeden çadırımı bir kabir üstüne kurmuşum, bir de ne göreyim, kabrin içindeki kişi Mülk sûresini okumuyor mu?” der. Peygamber Efendimiz ona: “Mülk sûresi mâniadır yâni Allah’ın azâbına engel olan sûredir.
Bu sûre munciyedir yâni Allah’ın azâbından insanı korur” buyurur. (Tirmizi, Sevabu’l-Kuran 9.)
İnsanlar Peygamberimiz (s.a.) döneminde bu sûreye “münciye” derlerdi. Sûrenin Tevrat’taki adı “mânia” yâni engelleyen ve İncil’deki adı da “vâkiye” yâni koruyandır.
İbn Mes’ud (r.a.) der ki: Kişinin kabirde iken baş tarafından kendisine birileri gelir ve o kişiye “sizin bu kabirde yatana ulaşmanıza imkân yoktur.
Çünkü o geceleyin kalkar ve Mülk sûresini okurdu” denir. Sonra aynı kişiye kabrin içinden gelmeye çalışırlar gelmek isteyenlere; “bu kabirde yatana ulaşmanıza imkân yoktur. Çünkü o mülk sûresini ezberlemiş ve içine doldurmuştu” denir. Kim geceleyin veya gündüzün bu sûreyi okursa çok amel ve hoş bir hareket yapmış olur.
Fakir (Bursevi)’nin kanaâtine göre hakîkat ehli nazarında Mülk sûresi kutbun sol tarafında olan ve şehâdet âlemine bakan imamın sûresidir. Bu gerçeğe “melikun nasi” ifâdesiyle işâret olunmuştur. Bu sûrenin baş tarafındaki sır, Yâsîn sûresinin sonundaki sır gibidir. Bu sır Allah’ın “her şeyin mülkü kendi elinde olan Allah’ın şanı ne kadar yücedir” (Yasin, 36/83) âyet-i kerîmesidir. Tebâreke sûresi işte bu sırrı taşıdığı için ölmek üzere olan kimseye okunur. Çünkü ölüm ânında mülk kabzolunur. Bu mülk ruhtan ibârettir ve o da Allah’ın elindedir.
Şimdi bir parça ölülerin kabirlerinde Kur’an okuyup okumadıklarından, namaz kılıp kılmadıklarından, ölümün ardından ilim öğrenip öğrenmediklerinden söz edelim.
İbn Abbas hadisi ölülerin kabirlerinde Kur’an okuduklarını bize gösteriyor. Bir başka rivâyet de Süyûtî (rh.)’nin İkrime (r.a.)’dan rivâyet etmiş olduğu şu ifâdedir. İkrime diyor ki: Mümine kabrinde okumak üzere bir mushaf verilir. Said b. Cübeyr (rh.)’den tahric edilen bir rivâyette o Sâbit el Benânî’nin kabrinden bir kerpiç tanesi düştüğünde onun kabrinde namaz kıldığını iki gözleriyle gördüğünü rivâyet ediyor. O zaman insanlar Sâbit el Benânî’nin kabrinden gelen Kur’an seslerini çok dinliyorlardı.
Hasan Basrî (k.s.) yine Said b. Cübeyir’den tahric ettiği bir rivâyette Said şöyle diyor: Bana gelen haberlere göre bir mümin öldüğünde Kur’an’ı ezberlememişse, onu korumakla görevli hafaza meleklerine bu kişiye kabrinde Allah kendisini âile fertleriyle birlikte yeniden diriltinceye kadar Kur’an okutması emredilir.
Yâfiî “Mâlik b. Dînâr’ın bir iki yaşında bir kızının daha Mâlik tevbe etmeden öldüğünü” rivâyet eder. Mâlik b. Dînâr vefat eden kızını rüyasında görür. Çocuk babaya: Ey babacığım “Îman edenlerin Allah’ı anma ve O’ndan inen Kur’an sebebiyle kalplerinin ürpermesi zamanı daha gelmedi mi?” (Hadid, 57/16) der. Bu duyduklarına karşılık Mâlik b. Dînâr ağlamaya başlar ve ona: Ey kızcağızım! Sizler Kur’anı biliyorsunuz öyle mi? der. Kız: Ey baba! Bizler sizlerden daha bilgiliyiz, deyince bu görülen rüya ve ifâdeler Mâlik b. Dînâr’ın tevbe etmesine sebep olur.
İmam Şârânî, el-Cevâhir’de naklediyor. Allah ehli olan birisi şöyle der: Berzah âleminde bulunanlar arasında bâzı kimseler vardır ki Allah onların himmetlerinden kabirlerinde, dünyada iken en çok yaptıkları amellerini aynısıyla yapan bir kimse yaratır ve Allah o kulu hesabına yapılan bu ameli berzah âleminin sonuna kadar yazıp kaydeder. Nitekim Sâbit el-Benânî için gerçekleşen de budur. Çünkü onlar kabirlerinde kendi biçimlerinde namaz kılan bir şahısla karşılaşırlar ve zannederlerki bu şahıs kendileridir. Oysa gördükleri bu kişi kendi himmetlerinden yaratılmış olan bir yaratıktır.
Nitekim dünyada yaşayan insanlar için uyku ve yakaza hâlinde iken berzah ehli sûretinde görmüş oldukları şeyler de böylesi hayal edilen semboller ve misallerdir. Berzah âleminde bulunan herhangi bir kimsenin misali, rüyada görüldüğünde bu görülen şey ya o kişinin ve velinin himmetinden yaratılmış olan bir melektir ya da Allah’ın insanların ihtiyaçlarından ve başka şeylerden dilediklerini yerine getirmek için yaratıp dikmiş olduğu bir sûretten ibârettir. Berzah âleminde evliyânın ruhlarının o âlemden dışarı çıkmaları imkânsızdır. Peygamberlerin ruhlarına gelince; onların ruhları dünyanın ve âhiretin varlığına yönlerini çevirmişlerdir.
Süyûtî (rh.) bâzı tahkik ehli kişilerden naklederek diyor ki: Peygamber Efendimiz (s.a.) miraç gecesi Mûsa (a.s.)’ı kabrinde kalkmış namaz kılarken göğün altıncı katında gördü. Orada Mûsa (a.s.)’ın ruhu bir beden sûretinde idi. Onun ruhunun bedeni ile irtibatı vardı. Bu bağ öylesine bir bağ idi ki o kabrinde namaz kılıyordu. (Buhari, Cenaiz 69; Enbiya 31; Müslim, Fedail 157-158; Ahmed b. Hanbel, el-Müsned, III, 120, 148, 248; V, 59, 362, 365.)
Müminin ruhu da kendisi Refik-ı A’la’da iken bedenine iâde olunabilir.
Bu iki durum arasında herhangi bir çelişki yoktur. Çünkü ruhların durumu bedenlerden farklıdır. Bâzı âlimler buna gökyüzündeki güneşi ve güneşin yeryüzündeki ışınlarını örnek gösterirler. Bu tıpkı Peygamber Efendimiz’in ruhunda olduğu gibidir. Çünkü herhangi bir kimse Peygamberimiz (s.a.)’e salât u selam getirdiğinde onun kabrinde ruhu cesedine geri verilir ve bu kesin biçimde devamlı olarak yapılır. Oysa Peygamberimiz’in ruhu ala-i illiyyinde yâni yücelerin yücesindedir. Cesedi ise kabrinden ayrılmamaktadır. Nitekim kendisinden bu meâlde hadisler vârid olmuştur.
İmam Gazali (rh.) der ki: Peygamber Efendimiz’in sahâbelerin ruhları ile birlikte âlemleri dolaşma özgürlüğü vardır. Birçok evliyâ peygamber Efendimiz’i görmüştür.
Sadreddin Konevi (k.s.) der ki: Kim ki peygamberlerin ve evliyâların ruhları olan kâmil ruhlarla münâsebet ve iletişim kurarsa dilediği zaman onlarla bir arada olabilir ve ister uyanık ister uykuda vicdâni ve içten bir biçimde onlara yönelebilir.
Kaynak: İsmail Hakkı Bursevî Hz., Ruhul Beyan Tefsiri
YORUMLAR