Mü’min Yüreğin İki Tecellisi
Nebiler serveri Efendimiz sallallâhu aleyhi ve sellem’in hayatında okunan cemâl ve celâl tecellileri, mü’min yüreğinin iki özelliği olmalıdır.
Bütün peygamberler insanoğluna ilâhî bir nizam içinde nasıl yaşaması gerektiğini beyan için gönderilmiştir. Kâinatta nasıl değişmeyen, aksamayan ilâhî bir nizam varsa insanoğlundan istenen de bu nizama uygun olarak ilâhî ölçüler içinde yaşamaktır. Ancak insan ahsen-i takvim (en güzel kıvam) ile esfel-i sâfilin (en düşük bir hayat) arasında yüceliş ve inişleri de olan bir varlıktır. İnsanlık tarihi bu zaviyeden gerek insanın kendi iç dünyasında gerekse toplumların hayatında yüceliklerin ve sefâletlerin karşılıklı mücâdelesi ile geçmiştir.
Peygamberler bizzat model yaşayışları, tebliğ ve mücâdeleleri ile insanı güzel’e; en güzel’e ulaştırma görevi ile gönderilmiş, Nebiler sultanı Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- de kendinden önceki bütün peygamberlerin özellikle temayüz ettikleri bütün güzellikleri öz şahsiyetinde toplaması itibariyle bu vazifenin zirvesini teşkil etmiştir.
RAHMET PEYGAMBERİ
İnsanlık O’nu -sallallâhu aleyhi ve sellem- en bariz ve öncelikli vasfı olarak “Rahmet peygamberi” olarak tanımıştır. O, insana, hayvanata, nebatata, cemadata görünen ve görünmeyen varlıklara bir rahmettir. Rahmet vasfını tebarüz ettirmek, varlığını devam ettirebilmek için ayrıca bir gücü ve iradeyi de gerektirir. Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem- bu gerçeği ifade için, bizzat kendi vasıflarını beyan etmişlerdir.
Huzeyfe bin Yemân buyuruyor ki:
Bir gün Medine sokaklarından birinde yürüyordum. Baktım ki Resûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz de yürüyorlar. Şöyle buyurdular:
“-Ben Muhammedim, Ahmedim, rahmet peygamberiyim, tevbe peygamberiyim, haşirim (insanları İslâm’a toplayıcıyım), son peygamberim ve melahim peygamberiyim.” Melahim, gerektiğinde harbetmek demektir. Nitekim Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- kendisine karşı savaş açan müşriklere karşı savaşmıştı.
Yüce kitabımız Kur’an-ı Kerîm’in beyanları çerçevesinde cezâ da bir merhametin gereğidir. Merhamet asıl olmakla birlikte ilâhi hadlerin tatbikine de engel olmamalıdır.
“Zina eden kadın ve zina eden erkekden her birine yüz değnek vurun. Allah’a ve âhiret gününe inanıyorsanız, Allah’ın dîni (nin koymuş olduğu hükmü uygulama) konusunda onlara acıyacağınız tutmasın. Müslümanlardan bir topluluk da onların cezâlandırılmasına şâhid olsun.” (Nur, 2)
Âyet-i celile hikmet gözüyle okunduğunda, onlara acımak zinâlarına müsamaha etmek değil, tevbelerine sebep olmak için hadleri (şer’î cezayı) yerine getirmek ve bu sûretle zinanın yayılmasını engelleyerek Hazret-i Âdem ve Havva ile başlayan sahih nikahın çoğalmasına çalışmaktır. Zira zina büyük bir çirkinlik, Allah’ın gadabına sebep olan kötü bir yoldur. (Nisa, 42)
Bütün davranışları ilâhî vahy ile yönlendirilen nebiler Serveri -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz gerçekte muhabbet ile düşmanlık, harb ile sulh, merhamet ile ceza arasındaki dengeyi de bizzat kendi uygulamaları ile göstermiş, ümmetine de bu hususta ikazlarda bulunmuştur.
“Kardeşin mazlum olduğu zaman ona yardım et. Zâlim olduğu zaman da ona yardım et.” buyruğuna karşı bir sahabi;
“-Ya Rasûlallah! Mazluma nasıl yardım edileceğini anladık fakat zâlime nasıl yardımcı olabiliriz?” diye sorduğunda ise “Zalimin o zulmüne engel olursunuz. O da aslında zâlime bir yardımdır.” buyurmuşlardır. Zira zâlim, zulmüne devam ettikçe hem mazlûmiyet bitmeyecek hem de zâlimin günahı artarak devam edecektir. O’nun zulmüne engel olmak ona ayrıca bir merhamettir.
Yine Efendimiz -sallallâhu aleyhi ve sellem-: “Şirk karanlık gecede Safâ tepesinde yürüyen kara karıncanın hareketinden daha gizlidir. En küçüğü, zulüm olan bir şeyi sevmek, adâlet üzere olan bir şeye buğzetmektir. Din de zâten muhabbet ve nefretten başka bir şey mi ki? Nitekim Cenâb-ı Hak şöyle buyurmaktadır:
“De ki: Eğer Allah’ı seviyorsanız bana tâbi olunuz ki Allah da sizi sevsin ve günahlarınızı bağışlasın. Allah gafur ve rahimdir. Son derece mağfiret ve merhamet edicidir.” (Âl-i İmran, 31) (Hakim, Müstedrek)
Rasûl-i Ekrem -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimiz, rahmetinin gereği hidâyete davet eder, sulhü temin eder, ancak sulhu temin edemeyip savaşmak zorunda kaldığında belli kâideler çerçevesinde savaşmayı ve insanlığı hiçbir zaman elden bırakmamayı emrederdi. Herhangi bir askerî birliği sefere göndereceği zaman kumandana, Allah’a karşı takvâlı, yanındaki müslümanlara karşı hayırlı olmasını ve iyi davranmasını tavsiye eder, sonra da şöyle buyururdu:
“Allah’ın ismiyle, Allah’ın yolunda gazâ ediniz! Allah’ı inkâr edenlerle çarpışınız! Gazâ ediniz ama ganimet mallarına hıyânette bulunmayınız, zulmetmeyiniz, müsle yapmayınız (kulak, burun gibi âzâları keserek işkence etmeyiniz) ve çocukları öldürmeyiniz!” (Müslim, Cihâd, 3; Ahmed, V, 352, 358)
Diğer rivâyetlerde Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“Çocukları, mabetlerine çekilip ibadetle meşgul olan kişileri, kadınları, yaşlıları ve savaş hârici işler için kiralanan kişileri öldürmeyiniz! Kiliseleri yakıp yıkmayınız, ağaçları köklerinden kesmeyiniz!” buyurmuştur.
Peygamber -sallallâhu aleyhi ve sellem- Efendimize, bir savaşta bazı çocukların öldürüldüğü haber verilince gazaplandı ve:
“-Bazılarına ne oluyor ki bugün öldürmekte aşırı gidiyorlar, işi çocukları öldürmeye kadar vardırıyorlar?” buyurdu. Oradakilerden biri:
“-Yâ Rasûlallah! Onlar, müşriklerin çocukları değil mi?” diye sordu. Bunun üzerine Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“-Sizin en hayırlılarınız da müşriklerin çocukları değil midir?” buyurdu. Sonra da şöyle devam etti:
“-Dikkat ediniz! Çocukları öldürmeyiniz! Dikkat ediniz! Çocukları öldürmeyiniz! Her çocuk, İslâm fıtratı üzerine doğar, dili dönünceye kadar böyle gider. Sonra anne babası onu yahudi veya hristiyan yapar.” (Ahmed, III, 435)
Rebâh b. Rebî (r.a.) şöyle anlatır: Biz Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem- ile bir savaşta idik. Halkı bir şeyin etrafında toplanmış halde görünce;
“-Bak bakalım bunlar neyin etrafında toplanmışlar” diyerek oraya bir adam gönderdi. (Bu adam oraya bakıp) geldi ve;
“-Öldürülmüş bir kadının etrafında (toplanmışlar)” dedi. Bunun üzerine Rasûlullah -sallallâhu aleyhi ve sellem-:
“-Bu kadın savaşmıyordu ki…” buyurdu.
MÜMİN KALBİ
Mü’min kalbi Allah için sevdiği, yaratılan her şeyi Yaratan’dan ötürü hoş gördüğü gibi, din düşmanlarına da Allah için buğz eder. Allah’a ve O’nun dostlarına olan muhabbeti kadar O’nun düşmanlarına da nefret duyar. Bu nefret, gücünü, mü’minin Allah’a olan muhabbetinden alır. Allah’a muhabbeti ne kadarsa O’na âsî gelenlere karşı buğzu da o kadar şiddetli olur. Her şeye merhamet gösteren mü’min yüreği Allah’ın emri karşısında mücrimlere acı duymaz.
Cenâb-ı Hak, habibine “Seni ancak âlemlere bir rahmet olarak gönderdik.” (Enbiyâ, 107) buyururken diğer taraftan da:
“Ey Peygamber! Kâfirlere ve münâfıklara karşı cihad et. Onlara karşı çetin ol. Onların varacakları yer cehennemdir. Ne kötü bir varış yeridir orası.” (Tevbe, 73; Tahrim, 9) buyurmaktadır.
MÜMİNİN YÜREĞİNİN İKİ ÖZELLİĞİ
Nebiler serveri Efendimiz’in -sallallâhu aleyhi ve sellem- hayatında okunan cemâl ve celâl tecellileri, mü’min yüreğinin iki özelliği olmalıdır.
Zira O nebiler sultanı nefsi için asla öfkelenmez ancak bir hak çiğnendiğinde ise o alınıncaya kadar öfkesini hiçbir şey dindiremezdi.
Meded ümmetlerin hep hâli kandır ya Resûllallah
Meded zira zaman âhir zamandır ya Resûlallah.
Kaynak:
Abdullah Sert, Altınoluk Dergisi, Sayı: 456