Müminin Aydınlık Münkirin Karanlık Dünyası

Kat kat ışıklar arasında, Kur’an ve Peygamber rehberliğinde, emniyet ve huzur içinde ebedi saadet yolunda ilerleyen mü’min ve karanlıklar içinde, çaresiz, rehbersiz, korku ve endişe dolu bir yolculuğun şaşkın yolcusu münkir. Kim hangi konumda olmak istiyorsa buyursun tercihini yapsın.

İman nur, inkar karanlık olarak tanımlanır. Peygamberler ve kitapların gönderiliş sebebi insanları inkar karanlığından iman aydınlığına çıkarmaktır. “Bu Kur’an, insanları karanlıktan aydınlığa çıkarman için sana indirdiğimiz bir kitaptır.” (İbrahim, 1)

Mümin aydınlık içindedir. Nereden geldiğini, niçin geldiğini ve nereye gideceğini bilir. Allah’tan gelip yine O’na döneceğinin şuuru ve neşesi içinde yaşar.

Merhum A. Şeref Güzelyazıcı hocamızın edîbane ifadesiyle iman; hem dünya, hem ölüm, hem ebedi alemleri ışıkları altına alan bir hakikat güneşidir. Meçhuller âleminin, ölüm ötesi coğrafyanın nur haritası imandır. İman, ilahi huzura kabul vesikası, ebedi saadete giriş davetiyesi, ölmezlik sırrının hak kalemiyle yazılmış nur şehadetnamesidir.

Hayatı anlamlı kılan, gayesizlik ve çaresizliği ümit ve ulvi hedeflere çeviren, hayat yolculuğunda emin ve tereddütsüz yürümemizi sağlayan ilahi ışık ve pusula imandır.

Hayat yaratanla buluşmak üzere çıkılan bir yolculuk, insan bu yolun yolcusu, Hz. Peygamber bu yolun kılavuzu, Kur’ân-ı Kerim ise yol haritasıdır. Cennet ve Cemâlullahla bitecek bu kutlu yolculuk aşk, neşe ve heyecanla sürer, âşıkla mâşukun buluşması şeklinde neticelenir.

Mümin bu yolculukta külfet ve yorgunluk değil, sevgiliye kavuşmanın sevinç ve heyecanını yaşar. Hani aşığa Bağdat sorulmaz denir. Vuslat sevinci bütün külfetleri nimete çevirir.

Mü’min bu hayatta yalnızlık ve sahipsizlik hissi yaşamaz, çünkü her şeyin sahibi ve Mâliki Rahman ve Rahim bir Mevlâsı vardır. O’na dayanır. O’na güvenir. Bir sıkıntıya uğrarsa sabreder, bir nimete kavuşursa şükreder.

Mümin kainatla bütünleşir, her varlığa onu var edenin eseri olarak bakar, yaratılanları yaratandan ötürü sever, etrafıyla barışık yaşar. Telaşın değil teslimiyetin huzuru içinde yol alır. Ümitsizlik ve karamsarlık yaşamaz. Sonsuz hikmet ve kudret sahibi Rabbine tevekkül eder, böylece işi sağlama bağlar, kul olarak bütün tedbir, gayret ve emeğini ortaya koyduktan sonra neticeyi Mevlâsına havale eder. İbrahim Hakkı hazretlerinin söylediklerini söyler:

Hak şerleri hayreyler

Zannetme ki gayreyler

Mevlâ görelim neyler

Neylerse güzel eyler.

Mümin; ölüm ve yokluk korkusu duymaz, daima var olmanın sevincini yaşar. Ölümü bir karadelik gibi boşluk ve hiçlik olarak görmez. Üstad Necip Fazıl gibi söyler:

Ölüm güzel şey, budur perde ardından haber

Hiç güzel olmasaydı ölür müydü peygamber!

Yunus gibi söyler;

Ölümden ne korkarsın

Korkma ebedi varsın

Erdem Bayazıt gibi söyler:

Ölüm bize ne uzak, ne yakın bize ölüm

Ölümsüzlüğü tattık bize ne yapsın ölüm.

Mü’min, iç dünyasıyla aydınlık içinde olduğu gibi dış dünyası itibariyle de temiz ve nezih bir hayat yaşar. Haram-helal ölçülerine riayet eder. Kimseye haksızlık yapmaz. Hırsızlık, rüşvet, faiz, kumar, alkol, gıybet, iftira, yalan, riya, vefasızlık gibi kötü hasletlerden uzak durur. Ahiretteki hesabı kitabı düşünür. Yapılan en ufak bir iyilik ve kötülüğün karşılıksız kalmayacağına inanır. Böylece içiyle dışıyla örnek bir insan kimliğine sahip olur.

MÜNKİRİN KARANLIK DÜNYASI

Mü’minin bu aydınlık hayatı yanında gelelim münkirin karanlık dünyasına:

İmansızlık anlamsızlık demektir. Küfür örtmek anlamındadır. Bu itibarla kâfir, gerçekleri örten, hakikatleri görmeyen veya görmek istemeyen kimsedir. İnkar bir başkaldırıdır. Münkir, Allah’ın koyduğu sisteme karşı koyan, külli hiyerarşiye isyan eden, aykırılığı meslek edinen bir anarşisttir. Fıtratla savaş halindedir. Ebediyyen var olmanın neşesinden mahrum, metafizik ürpertiden yoksun, dünyanın dar kalıpları içine sıkışmış zavallı bir mahkumdur.

Şeref Güzelyazıcı merhumun ifadesiyle münkir; insanî, nuranî, vicdani ince neşelerden, kutsallardan tamamen mahrum, başını fanilik duvarına çala çala parçalayan, gâyesiz, dengesiz bir mahluktur.

Dinsizlik, maddecilik üzerine bina edilen bir yapıdır. Yıkılmak için ecel fırtınasını, ölüm zelzelesini bekler. İmana dayanmayan yapı temelsiz hükmündedir. Mevla, böyle temelsiz ev edinenleri şöyle tanımlıyor:

“Allah’tan başka dostlar edinenlerin durumu, kendisine bir ev edinen örümceğin durumuna benzer. Şüphesiz ki evlerin en dayanıksızı örümcek evidir.” (Ankebut, 41)

Münkire göre hayat, maddi menfaat ve çıkardan ibarettir. Bütün gayesi; yemek, içmek, eğlenmek, hayvani arzularını tatmin etmektir. Dünyevi çıkarlar için feda etmeyeceği değer yoktur. Allah’a kul olup gerçek hürriyete sahip olmak yerine nefsine köle olmayı tercih eder. Bu, azad kabul etmez bir köleliktir.

Münkir nazarında bütün kutsallar anlamsızdır. Ona göre muhabbet hile, doğruluk aptallık, utanma hastalık, kanaat miskinlik, ahlakî kurallar zincirdir. Sorumsuz, kuralsız ve başıboş yaşamayı benimser. Hayvani hayatı insani hayata tercih eder.

“Münkirler nimetlerden yararlanır. Tıpkı hayvanlar gibi yeyip içerler.” (Muhammed, 12) önlerine serilen dünya sofrasından, kimin davetlisi olduğunu düşünmeden habire atıştırmaya bakar. Ne besmele bilir ne şükür. Bu besmelesiz beslemelerin varacağı yer cehennemdir. Bunlar, akıbetlerini bilmedikleri için mezbahaya giderken bile sadece otu-samanı gözleyen davarlar gibidirler. Gayba açılan bütün pencereleri kapamışlardır. Keyifleri bozulmasın diye ölümü hazırlamak istemezler. Mezarlardan ürkerler, düşünmemek, kendilerine gelip ciddi bir hayat muhasebesi yapmamak için kendilerini oyuna, eğlenceye alkole, kumara verirler. İç dünyalarına değil hep dışa doğru bakarlar.

MÜNKİRİN HAYATTA YAŞADIĞI ŞEYLER

Münkir bu fani hayatı yaşarken: Sahipsiz, desteksiz, ümitsizdir. Günlük, anlık yaşar. İstikbali karanlıktır.

Sahipsizdir: Çünkü Allah’ı tanımaz. Yaşlandıkça, zaaf ve sıkıntılar arttıkça içten içe kanayan bir yaranın sızıları gibi acılar duymaya başlar. Güç devşireceği, sırtını dayayacağı bir merci ve destek bulamaz. Rüzgarın savurduğu bir yaprak gibi hadiselerin önünde sürüklenir.

Ümitsizdir: Allaha inanıp dayanmadığı ve bütün maddi destekleri tükettiği için çaresizdir. Çalacak bir kapısı yoktur. Her türlü manevi sığınak, barınak ve tutamaktan mahrumdur. Dünyası boş, istikbali karanlıktır. Uyuşturucularla teselli bulmaya çalışır. Kendini kendi omuzlarında taşıyamaz hale gelir. Bu çalkantılı, fırtınalı hayat denizinin dalgaları arasında yüzen hayat teknesinin hangi rıhtıma yanaşacağını kestiremez. Değer verdiği bütün amellerin, neticede yok hükmünde olduğunu görür, ümitler boşa çıkar, hayaller nedamete döner. Onların bu acıklı hallerini Mevlâmızdan dinleyelim:

“Münkirlerin amelleri engin bir çöldeki serap gibidir. Susayan kimse onu su zanneder. Nihayet ona geldiğinde hiçbir şey bulamaz.” (Nur, 39)

“Rablerini inkar edenlerin amellerinin hali fırtınalı bir günde rüzgarın şiddetle savurduğu bir kül gibidir. Onlar kazandıklarından hiçbir şeyi elde edemezler.” (İbrahim, 18)

“Yahut da onların halleri, engin bir denizdeki karanlıklar gibidir. O denizi üst üste dalgalar örtüyor. Ve yukarıda kara bulutlar, üst üste zifiri karanlıklar... İnsan elini çıkarıp uzatsa nerede ise onu bile göremez. Allah her kime nur vermezse artık onun hiçbir ışığı yoktur.” (Nur, 40)

İnkar karanlığı içinde bocalayan, ışıksız, pusulasız, rehbersiz, nereye nasıl gideceğini bilemeyen, korku, dehşet ve hayret içindeki bir zavallının aç hali... Üstelik kendisine uzatılan eli, atılan can simidini de görüp tutunmuyor. Peygamber elini, Kur’an ışığını reddediyor.

Kat kat ışıklar arasında, Kur’an ve Peygamber rehberliğinde, emniyet ve huzur içinde ebedi saadet yolunda ilerleyen mü’min ve karanlıklar içinde, çaresiz, rehbersiz, korku ve endişe dolu bir yolculuğun şaşkın yolcusu münkir. Kim hangi konumda olmak istiyorsa buyursun tercihini yapsın.

Kaynak: Ali Rıza Temel, Altınoluk Dergisi, 377. Sayı

İslam ve İhsan

PAYLAŞ:                

YORUMLAR

İlk yorumu yapan siz olun!

Yorum Ekle

İslam ve İhsan

İslam, Hz. Adem’den Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen tüm dinlerin ortak adıdır. Bu gerçeği ifâde için Kur’ân-ı Kerîm’de: “Allâh katında dîn İslâm’dır …” (Âl-i İmrân, 19) buyurulmaktadır. Bu hakîkat, bir başka âyet-i kerîmede şöyle buyurulur: “Kim İslâm’dan başka bir dîn ararsa bilsin ki, ondan (böyle bir dîn) aslâ kabul edilmeyecek ve o âhırette de zarar edenlerden olacaktır.” (Âl-i İmrân, 85)

...

Peygamber Efendimiz (s.a.v) Cibril hadisinde “İslam Nedir?” sorusuna “–İslâm, Allah’tan başka ilâh olmadığına ve Muhammed’in Allah’ın Rasûlü olduğuna şehâdet etmen, namazı dosdoğru kılman, zekâtı vermen, Ramazan orucunu tutman, yoluna güç yetirip imkân bulduğun zaman Kâ’be’yi ziyâret (hac) etmendir” buyurdular.

“İman Nedir?” sorusuna “–Allah’a, meleklerine, kitaplarına, peygamberlerine, âhiret gününe inanmandır. Yine kadere, hayrına ve şerrine îmân etmendir” buyurdular.

İhsan Nedir? Rasûlullah Efendimiz (s.a.v): “–İhsân, Allah’a, onu görüyormuşsun gibi kulluk etmendir. Sen onu görmüyorsan da O seni mutlaka görüyor” buyurdular. (Müslim, Îmân 1, 5. Buhârî, Îmân 37; Tirmizi Îmân 4; Ebû Dâvûd, Sünnet 16)

Kuran-ı Kerim, Peygamber Efendimize (s.a.v) gönderilen ilahi kitapların sonuncusudur. İlahi emirleri barındıran Kuran ve beraberinde Efendimizin (s.a.v) sünneti tüm Müslümanlar için yol gösterici rehberdir.

Tüm insanlığa rahmet olarak gönderilen örnek şahsiyet Peygamber Efendimiz Hz. Muhammed Mustafa (s.a.v) 23 senelik nebevi hayatında bizlere Kuran ve Sünneti miras olarak bırakmıştır. Nitekim hadis-i şerifte buyrulur: “Size iki şey bırakıyorum, onlara sımsıkı sarıldığınız sürece yolunuzu asla şaşırmazsınız. Bunlar; Allah’ın kitabı ve Peygamberinin sünnetidir.” (Muvatta’, Kader, 3.)

Tasavvuf; Cenâb-ı Hakkʼı kalben tanıyabilme sanatıdır. Tasavvuf; “îmân”ı “ihsân” gibi muhteşem ve muazzam bir ufka taşımanın diğer adıdır. Tasavvuf’i yola girmekten gaye istikamet üzere yaşayabilmektir. İstikâmet ise, Kitap ve Sünnet’e sımsıkı sarılmak, ilâhî ve nebevî tâlimatları kalbî derinlikle idrâk edip onları hayatın her safhasında vecd içinde yaşayabilmektir.

Dua, Allah Teâlâ ile irtibatta bulunmak; O’na gönülden yönelmek, meramını vâsıta kullanmadan arz etmek demektir. Hadisi şerifte "Bir şey istediğin vakit Allah'tan iste! Yardım dilediğin vakit Allah'tan dile!" buyrulmuştur. (Ahmed b. Hanbel, Müsned, 1/307)

Zikir, bütün tasavvufi terbiye yollarında nebevi bir üsul ve emanet olarak devam edegelmiştir. “…Bilesiniz ki kalpler ancak Allâh’ı zikretmekle huzur bulur.” (er-Ra‘d, 28) Zikir, açık veya gizli şekillerde, belirli adetlerde, farklı tertiplerde yapılan önemli bir esastır. Zikir, hatırlamaktır. Allah'ı hatırlamak farklı şekillerde olabilir. Kur'an okumak, dua etmek, istiğfar etmek, tefekkür etmek, "elhamdülillah" demek, şükretmek zikirdir.

İlim ve hâl kelimelerinden oluşmuş bir isim tamlaması olan ilmihal (ilm-i hâl) sözlükte "durum bilgisi" demektir. Bütün müslümanların dinî bilgi ve uygulama bakımından ihtiyaç duyduğu, bir bakıma müslüman olmanın ve müslümanlığın icaplarını yerine getirmenin ön şartı durumundaki fıkhi temel bilgiler ilmihal diye anılmıştır.

İslam ve İhsan web sitesinde İslam, İman, İbadet, Kuranımız, Peygamberimiz, Tasavvuf, Dualar ve Zikirler, İlmihal, Fıkıh, Hadis ve vb. konularda  güvenilir kaynaklardan bilgiye ulaşabilirsiniz.