Müminler İçin En Güzel Örnek
İbâdetler, belirli zamanlarda icrâ edilir. Lâkin îmânın muhâfazası her an şarttır. Kalpteki kasırgalara karşı mukâvemet gösterebilmek de ancak zikr-i dâimî ile sağlanabilir.
Resûl-i Ekrem Efendimiz’in üsve-i hasenesinden gereği gibi istifâde edebilmek için öncelikle kalbî bir kıvâma ulaşmak gerekmektedir. Zîrâ üsve-i hasene ile ilgili âyet-i kerîmede:
“Andolsun ki, Resûlullah’ta sizin için; Allah’a ve âhiret gününe kavuşmayı umanlar ve Allah’ı çok zikredenler için bir «üsve-i hasene» vardır.” (el-Ahzâb, 21) buyurulmaktadır.
Görüldüğü üzere âyet-i kerîmede beyân edilen “Allâh’a ve âhiret gününe kavuşmayı ummak” ve “Allâh’ı çok zikretmek” hususları, Resûlullah’ın örnek şahsiyetinden gereği gibi hisse alabilmenin iki mühim basamağını teşkîl etmektedir.
İbâdetler, belirli zamanlarda icrâ edilir. Lâkin îmânın muhâfazası her an şarttır. Kalpteki kasırgalara karşı mukâvemet gösterebilmek de ancak zikr-i dâimî ile sağlanabilir.
ALLAH’I ÇOKÇA ZİKREDİN
Cenâb-ı Hak muhtelif âyet-i kerîmelerde:
“Ey müminler! Allah’ı çokça zikredin.” (el-Ahzâb, 41) buyurmaktadır. Lâkin bu âyet-i kerîmelerde belli bir sayı ve miktar bildirilmemesi sebebiyle, zikir emri kemâline masruf olur.[1] Bu durumda kula düşen de, her fırsatta ve güç yetirebildiği nisbette Allah Teâlâ’yı çok zikretmektir.
Diğer bir âyet-i kerîmede de:
“...Allâh, gönlünü kendine çevirenleri doğru yola hidâyet eder. Bunlar, îmân eden ve gönülleri Allah’ın zikriyle sükûnete erenlerdir. Bilesiniz ki, kalbler, ancak Allah’ın zikriyle itmi’nâna (hakîkî huzûra) erer!” (er-Ra’d, 27-28) buyurulmaktadır.
Allâh’ı zikretmek, hiç şüphesiz ki Allah lafzının sâdece kelime olarak tekrarlanması değil, onun, tahassüs istîdâdının merkezi olan kalbde mekân bularak ona huzur getirmesi ve bir lezzet hâline gelmesidir. Kalbin zikir ile hâllenmesi netîcesinde kalbin marazları gider, kiri-pası temizlenir, nûr ile dolar, rikkat ve hassâsiyet kazanarak ilâhî sırlara teşne hâle gelir. Kalp vuruşları Hakk’a göre olunca da, niyetler ve ameller seviye kazanır.
ALLAH’I SEVMENİN ALAMETİ
Allah Resûlü bir hadîs-i şerîflerinde:
“Allâh’ı sevmenin alâmeti, Allah’ı zikretmeyi sevmektir.” (Suyûtî, el-Câmiu’s-Sağîr, II, 52) buyurmuşlardır.
Hâsılı, Allah Resûlü’nün üsve-i hasenesine tâbî olup ondan gereği gibi istifâde edebilmek için kalblerin muhabbet-i ilâhî ile doldurulması, fânî muhabbetlerden sıyrılarak Allah ve âhirete kavuşma niyeti ve zikrullâh ile tezyîn edilmesi gerekmektedir.
Varlık Nûru’nun üsve-i hasenesine lâyıkıyla ittibâ edip O’nun rûhâniyetine bürünebilmek için kazanılması gereken kıvâmın diğer bir yolu da O’nunla kalbî râbıtamızı pekiştirecek ve gönüllerimizi muhabbet-i Resûlullah ile feyizlendirecek salevât-ı şerîfeyi vird edinmektir.
[1] Herhangi bir emirden sonra, onun sınırlarını veya miktarını belirleyen bir açıklama getirilmediği zaman, o emir ile, o işin yapılabilecek en yüksek ve en fazîletli seviyesi kastedilir.
Kaynak: Üsve-i Hasene, Erkam Yayınları